OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Dinî değerleriniz sizindir, biz kayyumla ilgiliyiz

Rejimin oynadığı oyun hep aynı. Demokratik bir taleple ortaya çıkanların üstüne şiddetle gidiyor, ortamı gerdikçe geriyor, onlardan gelecek en ufak bir karşı hamlede veya bir falsoda “Gördünüz mü işte, bunlar terörist, bunlar din-millet düşmanı, bunlar şöyle, bunlar böyle” diye, terekesinde ne varsa döküyor.

Boğaziçi Üniversitesi’ne üniversite bileşenlerinin iradesini hiçe sayarak, tepeden inme şekilde rektör olarak oturtulan kayyuma karşı öğrencilerin ve akademisyenlerin haklı itirazları devam ediyor. Bu itirazlar karşısında suyu bulandırmak, esas meseleyi gözden kaçırmak için, öğrencilerin açtığı bir sergideki bir resimde Kâbe üzerinden yapılan sembolizm bahane edilerek, “DinÎ değerlerimize hakaret ediyorlar” gürültüsü koparıldı. Konumuz bu değil. Yapılan dinî değerlere hakaret midir, bunun ifade özgürlüğüyle bağlantısı nedir, dinî değerler neden bu kadar ‘hassas’, neden dinî değerlerin diğer değerlerden daha fazla korunmaya ihtiyacı olsun ve biz neden bunu böyle kabul etmek zorunda olalım gibi birçok soruyu din-sanat-toplum-siyaset bahsinde tartışabiliriz ama şimdi önceliğimiz başka. Önce itiraz edilmesi gereken bir kayyum var.

O kişi oraya anti-demokratik, zorbaca yöntemlerle getirilip oturtulmuştur. Amacı da 150 küsur yıllık geleneği, yönetim ve eğitim felsefesi, birikimi, kendi tarzı olan Boğaziçi Üniversitesi’ni tamamen iktidarın dümen suyuna ve zihniyetine sokmaktır. Bu atamanın amacı budur. İktidar I. Kayyum’la üniversite hocalarını uyutmuş, II. Kayyum’la operasyonunu tamamlamıştır. Nitekim, Boğaziçi Mezunlar Derneği Başkanı Önder Şahin’in ifadesine göre, kendisi kayyuma “Öğrencilerin yanına, kapıya çıkın” dediğinde, kayyumun cevabı “Ben devleti temsil ediyorum, bana yapılan müdahale devlete yapılacağı için çok tehlikeli” olmuş. Aslında çok doğru söylemiş. Kendisi de üniversiteyi değil, devleti yani onu oraya atayan rejimi temsil ettiğinin çok iyi farkında demek ki. İşte, itiraz tam da buna. Bir üniversitenin rektörü, üniversite çalışanlarının seçimiyle, o üniversiteyi akademik olarak daha üst seviyelere taşımak için o makama oturmalıdır. Yoksa, rektör dediğimiz, rejimin direktiflerini üniversiteye iletecek bir devlet veya parti komiseri değildir. Konuşmamız gereken mesele budur. Öğrenciler şu resmi göndermiş, bu resmi asmış, bu gerçeği değiştirmez. Öğrencileri döverek, gözaltına alarak, tutuklayarak da bunu gözden kaçıramaz, unutturamazsınız. Ancak, zorbalığınıza zorbalık katarsınız. 

Aslında rejimin oynadığı oyun hep aynı. Demokratik bir taleple ortaya çıkanların üstüne şiddetle gidiyor, ortamı gerdikçe geriyor, onlardan gelecek en ufak bir karşı hamlede veya bir falsoda “Gördünüz mü işte, bunlar terörist, bunlar din-millet düşmanı, bunlar şöyle, bunlar böyle” diye, terekesinde ne varsa döküyor. Böylece, artık rejimin gayri demokratik, baskıcı uygulaması değil buna karşı çıkanların kimliği konuşulmaya başlıyor. Rejimin gerilim ve kutuplaşmadan beslendiğini, kitlesini bu yolla konsolide ettiğini düşünenler de, ana muhalefet dahil, gerilimi düşürme ve itidal çağrısı yapıyor. Bunun pratik karşılığı da yapılan haksızlığı, hukuksuzluğu sineye çekmek anlamına geliyor.

Böylece, o âna kadar yapılmış tüm itirazlar, bu uğurda verilen emek, çekilen eziyet boşa gitmiş oluyor. Ana muhalefet üç sene sonra ‘kazanacağı’ seçimin hesabıyla, “Aman gerilim olmasın, aman kutuplaşma olmasın da AKP’nin oyları bölünsün” beklentisiyle, itiraz edenlere sağlam bir destek vermiyor. Hâlbuki, ortada bugün bir haksızlık var ve bugün bunun tamir edilmesi gerekiyor. Üç sene sonra mı olur, daha erken mi olur bilmem ama önümüzdeki seçimi kimin kazanacağı ile bu itirazın doğrudan bir ilgisi yok. O veya bu parti seçim kazanacak diye kimsenin kimseden haksızlığa boyun eğmesini beklemeye hakkı yok.  

Kaldı ki, zorbalıkla büyük bir kitleyi bir süre veya küçük bir kitleyi uzun süre sessiz tutabilirsiniz ama büyük bir kitleyi sonsuza kadar susturamazsınız. Binlerce yıldır bir kısım insan diğer bir kısmı, din, Allah, millet, parti, lider tapıcılığıyla susturmaya çalışıyor, bunun için vuruyor, kırıyor, öldürüyor ama itiraz edenler de binlerce yıldır bitmiyor, bitmez. Ben bugün sussam, yarın çocuğum susmaz, o sussa öbür gün onun çocuğu susmaz. Evet, arada çok insan katledilir, birçoğunun hayatı karartılır ama insan aklından geçeni er veya geç söyleyen bir canlı. 

Demokratik ülkelerde toplumsal barışı korumak amacıyla düşünülen ‘halkı kin ve nefrete yöneltmeme’ ilkesi de iktidarın elinde tam bir sopa oldu. İşlerine geldiğinde ‘halkın kin ve nefrete sevk edilmemesi’ konusunda çok ‘hassas’lar ama nefret edilen kendilerinden olmadığında sorun yok onlara göre. Örneğin, ben “kahpe Ermeni” dediği için ceza alan birini duymadım ama biri dini sembolizm yoluyla eleştirince ‘hassas’ değerler hemen inciniyor. Bu ikiyüzlülüktür.