VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

İlk cumhuriyetinin kurucusunu sansürleyen Azerbaycan

Resulzade’nin sansürlenmesi ve Ermeni kültürünün ortadan kaldırılacağının ilanı, Karabağ uzlaşmazlığının Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye’nin tarihiyle, özellikle de Osmanlı Ermenilerinin ve onlara ait kültürel mirasın yok edilişiyle ne kadar ilişkili olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Azerbaycanlı siyasetçiler birkaç gün içinde kendi cumhuriyetlerinin tarihini sansürlemeyi başardılar ve Ermenilere yönelik kültürel soykırım adımları atılacağını resmen ilan ettiler.

21 Ocak’ta, Azerbaycan’ın resmî yayın kuruluşu AzTV’de görev yapan bir gazeteci, yapımcısı olduğu ‘Yüz Yılın Sırları’ başlıklı programda Birinci Azerbaycan Cumhuriyeti’nin (1918–1920) kurucusu Mehmed Emin Resulzade’yle ilgili bir belgesele yer vereceklerini duyurdu. Yayın tarihi, Resulzade’nin 138. doğum gününe denk gelen 31 Ocak olacaktı. Ancak 30 Ocak’ta, AzTV, yayın programında böyle bir başlığın bulunduğunu reddetti. Stalinist geleneği bire bir takip eden bu açıklamaya göre, resmî olarak, Resulzade hakkında böyle bir belgesel hiçbir zaman var olmamıştı.

Bakü’deki yönetim çevreleri, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucusuyla ilgili olarak nasıl bir tavır takınacağını bilemiyor, bu kişiye dair hafıza gündeme geldiğinde sansürden başka bir yanıt üretemiyor. Bakü’deki mevcut yönetimin Resulzade’den niye rahatsız olduğu açık değil ama Birinci Cumhuriyet’in adında ‘demokratik’ sıfatının yer alması, bir neden olabilir. Bir başka neden de, yönetimi elinde tutan Aliyev hanedanı ile, Resulzade’nin, Azerbaycan’da muhalif milliyetçi entelijensiyaya birkaç kuşak boyunca ilham veren Müsavat Partisi’nin mirası arasındaki meşruiyet rekabeti olsa gerek.

Resulzade’nin hatırasının sansürlenmesi, daha derinde yatan birtakım kararsızlıklara, belirsizliklere işaret ediyor. Azerbaycan’ın yönetici seçkinleri, ülkenin geçmişinin yanı sıra, devletin ve halkın günümüzdeki kimliğini tanımlamakta da zorlanıyor. Bu belirsizlik, onlarca yıl boyunca, karmaşık ve çoğulcu bir topluma, siyasi çıkarlar temelinde, herkesi aynı kıyafete sokan, tepeden inme bir ulus kimliği dayatılmasının bir sonucu. Bu süreçte tarih, hâkimiyeti elinde tutanların sürekli olarak değişen politikalarına uygun hâle getirilmek üzere çarpıtılıyor.

Birkaç gün sonra, aynı mekanizma, ideoloji uğruna tarihi tahrip ederek işleyişini sürdürdü. 3 Şubat’ta, Azerbaycan Kültür Bakanı Anar Kerimov, hükümet tarafından, “Ermenilerin Alban dinî mabedleri üzerinde bıraktıkları hayalî izlerin ortadan kaldırılması için, Alban tarihi ve mimarisi alanında uzman kişilerin yer aldığı bir çalışma grubu oluşturulduğunu” açıkladı. Daha yüz yıl önce yaşamış, 20. yüzyılın başlarında Azerbaycan’ı yani kendi devletini kuran kişiye dair hafıza konusunda ne yapacağını bilemeyen bir bakan, yaklaşık 1300 yıl önce yok olmuş, pek tanınmayan bir grup olan Albanların kültürü hakkında ne bilebilir ki? 

Azerbaycan Kültür Bakanı, resmen, hükümetinin kültürel soykırım hazırlığı yaptığını açıklıyordu. ‘Soykırım’ teriminin ağırlığının farkındayım. Hükümeti, Nahçıvan’da, dünya tarihi ve kültürü için paha biçilmez olan Culfa Mezarlığı da dâhil olmak üzere, Ermeni kültür mirasını (hatta Ermenilere ait her bir taşı) zaten yok etti. Bu yıkım sürerken, Azerbaycan yetkilileri Culfa Mezarlığı’nın ve Nahçıvan’daki birçok manastırın Ermenilerin değil ‘Kafkas Albanları’nın mirası olduğunu iddia etmiş, yine de bölgeye orduyu gönderip yüzlerce yıllık haçkarları (haç taşı) imha ettirmekte tereddüt etmemişlerdi. Şimdi Anar Kerimov, bir kez daha, Ermenilerin yüzlerce yıllık kiliselerini, manastırlarını ve diğer tarihî eserlerini yerle bir edeceğini duyuruyor. Azerbaycan devleti için Karabağ üzerinde hak iddia edebilmenin tek yolu, bu toprakların ve oradaki kültürün Ermenilere değil ‘Kafkas Albanları’na ait olduğunu savunarak tarihi tahrip etmek.

Sadece birkaç gün arayla yaşanan bu iki olay (Birinci Azerbaycan Cumhuriyeti’nin tarihinin sansürlenmesi ve Ermeni kültür mirasının yok edileceğinin duyurulması), doğaları itibariyle birbiriyle bağlantılı. Her iki olayda da, Azerbaycan’ın siyasi liderliği, tarihi dikte etmek, sansürlemek, otosansür yapmak ve tarihi yıkmak üzere müdahalede bulunuyor; ancak bu şekilde siyasi meşruiyet elde edebiliyor.

Azerbaycan’da birçok muhalif aydın, sansür karşısında hemen harekete geçip Resulzade’nin anısına sahip çıktı. Bunu Azerbaycan demokrasisi adına, diktatörlüğe ve hanedan yönetimine karşı yaptılar. Fakat burada da sorunlu bir durum var, çünkü Birinci Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucusu Resulzade’yi ‘demokrat’ ve otoriteryanizm karşıtı bir figürmüş gibi sunmak, ‘Kafkas Albanyası’ adıyla Ermeni kültür mirasını yok etmek kadar tarihdışı bir tutum.

Gerçek Resulzade, bu ideolojik çerçeveler içinde yansıtıldığından daha karmaşık ve tartışmalıdır. 20. yüzyıl başları Kafkasya entelijansiyasının diğer mensupları gibi o da hem sosyalist, hem milliyetçidir; hem Osmanlı hem de Kaçar taraftarı bir reformcudur; Bolşevik’tir ama zaman zaman Menşeviklerle de yakınlaşmıştır; önce sosyalist Himmet Partisi’ne, sonra Müsavat Partisi’ne başkanlık etmiştir; İran Meşrutiyet Devrimi’nde aktif rol oynamıştır; ardından Jön Türklerle işbirliği yapan, Osmanlı taraftarı bir Türkçü olmuştur. Resulzade’nin biyografisi, bütün bir kuşağın, 1918 öncesinin siyasi çoğulculuğundan, Jön Türklerle, İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle ve bunların Türkçü ideolojisiyle yakından ilişkili, müphem Azeri milliyetçiliğine geçişini temsil eder niteliktedir.

Azerbaycan, reformdan geçmeyen Sovyet sonrası cumhuriyetlerin birçoğu gibi, ülkenin tarihinin ve dolayısıyla kolektif kimliğinin tanımlanışına devletin müdahil olması bağlamında, Stalinizmin yoğun etkisinden muzdarip. Ancak, Sovyet sonrası birçok cumhuriyetten farklı olarak, omuzlarında başka bir yük de taşıyor; o da, modern Azeri milliyetçiliğinin Jön Türklerle, İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle, ‘İslam Ordusu’yla, bu ordunun komutanı Nuri Paşa’yla ve soykırım uygulayıcılarından Enver Paşa’yla arasındaki asli ilişki.

Resulzade’nin sansürlenmesi ve Ermeni kültürünün ortadan kaldırılacağının ilanı, Karabağ uzlaşmazlığının Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye’nin tarihiyle, özellikle de Osmanlı Ermenilerinin ve onlara ait kültürel mirasın yok edilişiyle ne kadar ilişkili olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Bu iki olay bize ayrıca, tepeden inme milliyetçilik ve ulusal kimlik inşasının, demokrasi, çoğulculuk ve ifade özgürlüğüyle temelden çeliştiğini de hatırlatıyor.

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki anlaşmazlık, otokrat yöneticiler, kendi ideoloji inşa etme projeleri için tarihi rehin aldıkları sürece çözülemeyecek. Azerbaycan halkı kendini –ister Stalinizm olsun, ister Jön Türk milliyetçiliği– totaliter ideolojilerle özdeşleştirdiği sürece bu ülkenin demokrasisi gelişmeyecek. Fakat eldeki zengin, karmaşık ve çeşitlilik barındıran tarihsel malzemeye bakarak, dayatılmış ideolojik masallardan uzak, mebzul miktarda örnek ve birçok farklı yol bulmak mümkün. 

(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)