OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

AYM kararını unutmamak lazım

AYM, hak ihlaline uğramış olmak, dolayısıyla dava açabilmek için Ermeni toplumu üyesi olmayı yeterli saymıştı. Başka bir deyişle, davacıların ‘yönetici’ gibi resmî bir sıfatı olması gerekmiyordu. Örneğin bu, herhangi bir Ermeni’nin veya diğer azınlık gruplarından bir bireyin yeni yayımlanan vakıf seçimleri yönetmeliği hakkında, seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle dava açabileceği manasına geliyor.

Üç seneden fazla bir süre önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi, Garbis Balmumcu ve Levon Berç Kuzikoğlu’nun başvurusu sonucu bir karar almıştı. 10 Temmuz 2019 tarihli Resmî Gazete’de yayınmanan bu kararda AYM, patrik seçiminin devlet tarafından engellenmesinin hak ve özgürlüklerin ihlali olduğuna hükmetmişti. Bunun ötesindeki tespitleri ve ortaya koyduğu normlar itibariyle de, Türkiye demokrasisinde ileri bir seviyeye işaret eden ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti tarihinde azınlıklar açısından en önemli, en pozitif karardı(r) kanımca. 

Burada uzunca bir parantez açıp, bir hak arama yolu olarak dava açma üzerine bir iki söz söylemek istiyorum. Malum olduğu üzere, Türkiye Ermeni toplumu içinde bir kesim, idarenin hak ihlali durumunda dahi dava açılmaması gerektiğini savunur. Bunun nedeni olarak da hem idareyi ‘kızdırmamak’ gerektiğini, hem de davanın uzun süreceğini ve bir sonuç doğurmayacağını söylerler. Türkiye’de davaların, hele hele idari davaların uzun sürdüğü bir sır değil; davaların her zaman istenen sonucu vermediği de malum. Öte yandan, kimse durup dururken dava açmıyor, kimi durumlarda dava açmak eldeki tek önemli yol olarak kalıyor. Başka bir deyişle, idare başka yol bırakmıyor. Yoksa, kim istemez sorunlar dava açılmadan, uzamadan çözülsün.

Örneğin içinde bulunduğumuz, azınlık vakıfları seçim yönetmeliği krizi. Gönül ister(di) ki, bu iş en baştan diyalogla, istişareyle çözülsün. Ama olmazsa, olmuyorsa, dava açmak da hak kaybını önlemek için mecburi hâle geliyor. Ayrıca, davaların hiç işe yaramadığı, hiç faydası olmadığı da söylenemez. İşte sözünü ettiğimiz AYM kararı. O dava açılmasaydı böyle önemli ve ileri bir karar çıkmayacaktı. Yukarıda isimlerini zikrettiğim davacılar ve onların vekilleri avukat Sebu Aslangil ve avukat Setrak Davuthan sayesinde elimizde böyle bir karar oldu. Fakat, aşağıda da söyleyeceğim gibi, bu karar kullanılırsa bir işe yarar. Burada da iş Ermeni toplumuna ve diğer azınlık gruplarına düşüyor. Onların bu kararı kullanması, gündemde tutması lazım. Yoksa bu karar kütüphane raflarında toz tutar. 

Dönelim kararın kendisine. AYM’nin söz konusu kararındaki tespit ve normlar, devletin bu gruplara yaklaşımında ve muamelesine temel ilkeler olarak kabul etmesi gereken hükümlerdir. Aynı zamanda, bu grupların ve tabii Ermeni toplumunun da bu kararı ve onun ortaya koyduğu normları çok iyi bilmesi ve hak arayışında temel bir dayanak olarak kullanması gerekir. Gel gelelim, hem devletin yürütme erki, hem Ermeni toplumunun yöneticileri sanki böyle bir karar hiç alınmamış gibi hareket ediyorlar. İdare o karara aykırı işler yapmaya devam ederken, ben Ermeni toplumunun yöneticileri arasında bu karara atıfta bulunan kimseyi göremedim. Sanki bu karar unutturulmaya çalışılıyor. Hâlbuki tam da şimdi vakıf seçimlerinde yaşanan krizde bu karar başvurulması gereken bir kaynaktır. 

Kapsamlı bir karar bu; dolayısıyla bir yazıda hakkıyla ele alınamaz (16 Temmuz – 9 Ağustos 2019 arasında Agos’ta ‘Anayasa Mahkemesi’nin Gerekçeli Kararı Üzerine’ başlıklı yazılarda içeriğini daha geniş biçimde ele almıştım, arzu edenler onlara bakabilir.) Ancak, bugün de bize veri ve dayanak olacak bir iki hususu hatırlatmakta fayda var. AYM, hak ihlaline uğramış olmak, dolayısıyla dava açabilmek için Ermeni toplumu üyesi olmayı yeterli saymıştı. Başka bir deyişle, davacıların ‘yönetici’ gibi resmî bir sıfatı olması gerekmiyordu. Örneğin bu, herhangi bir Ermeni’nin veya diğer azınlık gruplarından bir bireyin yeni yayımlanan vakıf seçimleri yönetmeliği hakkında, seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle dava açabileceği manasına geliyor. 

Kararın yaptığı belki en önemli hatırlatma, idari işlemlerde takip edilecek temel ilkelerin demokratik insan hak ve özgürlüklerinin gerekleri olduğudur. Öyle ki, gerekçeli karar, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme gibi evrensel kaynaklara da atıfta bulunuyor. Bizim yöneticilerimizin de bu bakış açısını benimsemeleri gerekiyor.