Bu sözleri sıradan bir vatandaşın kullanmasıyla bir içişleri bakanının kullanması etki ve yetki açısından aynı şey değildir. Nitekim, kendisi “bu alçaklığın hukuk önünde hak ettiği cezayı göreceğini” söyleyerek olası bir yargılamayı yönlendirmiş, yetkisini aşmıştır. Ayrıca, “sevgili peygamberimize yönelik alçaklık” diyerek kamu görevlisinin dinlerine bakılmaksızın bütün vatandaşlara eşit mesafede durma, dolayısıyla laiklik ilkesini çiğnemiştir çünkü her ne kadar sayısal azınlık olsalar da bu ülkede Hristiyan, Musevi ve başka dinden vatandaşlar da vardır. Bir Tanrı’ya veya herhangi bir dine inanmayanlar da cabası. Bir bakan bütün bu grupları görmezden gelerek tek bir dinin peygamberinden “peygamberimiz” diye bahsetmemeli.
Bu hafta bir Türkiye klasiği yaşadık. LeMan dergisinde yayınlanan ve peygambere hakaret ettiği iddia bir karikatür sebebiyle LeMan dergisi, taşlı sopalı saldırıların hedefi oldu. Yalnız o da değil. Hem karikatürist hem de dergi çalışanlarından bazıları zorbalık gösterileriyle gözaltına alındılar. O görüntüleri görüp de olayı bilmeyen yabancılar gözaltına alınanların karikatür çizdiğini değil de toplu katliam falan yaptığını düşünebilirdi. (İsnat edilen suç ne olursa olsun hiçbir zanlıya kötü muamele edilemeyeceğini bir kere daha söylemeden geçmeyelim.) İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da gözaltına alınan çizer ve dergi çalışanları için “hayasız”, “alçak”, “hadsiz” gibi ifadeler kullanıp onları hedef göstererek ve uygunsuz gözaltına alınma anlarını ve kötü muamele görüntülerini adeta bir böbürlenmeyle sosyal medya hesabından yayınlayarak bir kamu görevlisine yakışmayan bir tavır sergiledi.
Bu sözleri sıradan bir vatandaşın kullanmasıyla bir içişleri bakanının kullanması etki ve yetki açısından aynı şey değildir. Nitekim, kendisi “bu alçaklığın hukuk önünde hak ettiği cezayı göreceğini” söyleyerek olası bir yargılamayı yönlendirmiş, yetkisini aşmıştır. Ayrıca, “sevgili peygamberimize yönelik alçaklık” diyerek kamu görevlisinin dinlerine bakılmaksızın bütün vatandaşlara eşit mesafede durma, dolayısıyla laiklik ilkesini çiğnemiştir çünkü her ne kadar sayısal azınlık olsalar da bu ülkede Hristiyan, Musevi ve başka dinden vatandaşlar da vardır. Bir Tanrı’ya veya herhangi bir dine inanmayanlar da cabası. Bir bakan bütün bu grupları görmezden gelerek tek bir dinin peygamberinden “peygamberimiz” diye bahsetmemeli.
Din sosyolojisi ilginç bir konudur. Dinler neden ve nasıl doğar, nasıl yeniden üretilir, toplumda nasıl etkili olur gibi soruları tartışmak her zaman ilginçtir. 18. yüzyılda başlayan Aydınlanma’yla birlikte dinlerin ortadan kalkacağı veya etkisini yitireceği düşünülüyordu. Aydınlanma’nın başladığı yer olan Batı dünyası ve Hıristiyanlık bağlamında bunun tamamen değilse de büyük ölçüde gerçekleştiği söylenebilir. Öte yandan, 21. yüzyılın ilk çeyreğini bitirmek üzere olduğumuz şu günlerde nominal manada çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin birçoğunda rejim dini temeller üzerine otursa da oturmasa da İslam’ın toplumdaki siyasi, sembolik ve moral etkisi hâlâ oldukça yüksek. (Bunun sebepleri çok çeşitli ama bu yazının konusu değil.) Kendisi dindar olmayanlar bile dine özel bir konum atfediyor.
Halbuki, dini değerler, sadece dini değer oldukları için toplumda fazladan bir koruma zırhını hak etmezler. Herhangi bir fikir, ideoloji ne kadar korunuyorsa dini değerler de o kadar korunmalı ve bu koruma bütün fikirler, ideolojiler ve tarihsel figürler için minimum düzeyde olmalı çünkü bu koruma ne kadar artarsa ifade özgürlüğü o derece azalır. Herkes her şeyi özgürce ve öyle uygun görüyorsa sertçe eleştirebilmeli. (Belli kişileri ve grupları doğrudan hedef gösteren, somut ve yakın tehdit içeren ifadeler çizgi dışında kalabilir.) Örneğin, liberalizme, sosyalizme, Türkiye bağlamında Kemalizm’e vs, farzı misal, “deli saçması” denebiliyorsa (ki denebilir, denebilmeli) aynı ifade bir din için de kullanılabilmeli.
Dinlere tanınan bu ayrıcalık ve fazladan koruma zırhı, doğal olarak toplumdaki ifade özgürlüğünü de daraltıyor. Kimse kendi “kutsallarını” belirleyip bunları ifade özgürlüğünün sınırları olarak dayatamaz. Bu “kutsallar” kaynağını isterse dinden isterse tarihten isterse öznel tercihlerden alsın, fark etmez. Dolayısıyla “kutsallara dil uzatmak” pekala ifade özgürlüğüdür. Aksi takdirde, yani herkes kendi kutsalının etrafına geçilmeyecek sınırlar çizerse bir bakarız ki kimse herhangi bir konuda laf edemez hale gelmiş.
Özgürlükleri kısıtlayan bu kutsalların nominal düzeyde sayısal çoğunluğun değerlerine göre belirlenmesi ise ayrı bir yanlıştır. Türkiye’de İslam’ın kutsalları korunuyor da neden aynı hassasiyetle diğer dinlerin kutsalları korunmuyor? Bu ülkede kilisenin damına çıkıp haçın yanında göbek attı adamlar, şimdiki infialin milyonda biri uyanmadı. Yanlış anlaşılmasın, ben hiçbir dinin bu tür bir koruma altında olması gerektiğini düşünmüyorum. Dolayısıyla kilisenin damına çıkıp göbek atanların da kamu otoritesi tarafından cezalandırılması gerektiğini düşünmüyorum. O gün de söylemiştim şimdi de söylüyorum. Üstelik, bu karikatür o eylemin yanında hiçbir şey çünkü o karikatürde peygamber olduğu iddia edilen kişiye dair esas veya içerik açısından bırakın hakareti olumsuz bir gönderme bile yok. Söz konusu olan sadece dinde olduğu söylenen şekli bir yasağın ihlali iddiası. Bu iddiayla insanlara saldırmak bağnazlığın dibidir.