OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Acemoğlu ve ‘kenarda duranlar’

Türkiye gazetesi yazarı Necmettin Batırel, “Kılıçdaroğlu’nun vizyon belgesini FETÖ’nün övdüğü ermeni Daron Acemoğlu hazırlamış, kan çekmiştir” diyerek çıtayı ırkçılık boyutuna çekti, daha doğrusu indirdi. Olumlu manada şaşırtıcı olan, geniş bir kesimden bu ifadeye karşı verilen tepkilerin boyutu oldu. Öte yandan, tepkilerin bazıları ise ya gene ırkçıydı ya da siyaseten yanlıştı

ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Massachusetts Institute of Technology (MIT) akademisyenlerinden ekonomi profesörü Daron Acemoğlu, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’yla Ekim ayında Amerika’da yaptığı görüşmeden sonra, geçen haftasonu CHP’nin ‘İkinci Yüzyıla Çağrı’ toplantısına katıldı ve bir sunum yaptı. Kıyamet de ondan sonra koptu. İktidara yakın medya, AKP yetkilileriyle görüşürken çok makbul bir kişi ve akademisyen olan, hatta birkaç yıl önce AKP’nin Türkiye’nin OECD temsilcilisi olarak büyükelçilik önerdiği Daron Acemoğlu’nun aslında ne kadar “yetersiz”, “yanlış” ve hatta “hain” olduğunu keşfetti! İktidar medyasının yalan üretme kapasitesine bir kez daha şahit olmamızı sağlayacak şekilde, “FETÖ” destekçisi olmasından tutun da teorilerinin eskidiğine ve başarısız olduğuna kadar, birçok ‘iddia’ ortaya atıldı. 

Türkiye gazetesi yazarı Necmettin Batırel, “Kılıçdaroğlu’nun vizyon belgesini FETÖ’nün övdüğü ermeni [sic.] Daron Acemoğlu hazırlamış, kan çekmiştir” diyerek çıtayı ırkçılık boyutuna çekti, daha doğrusu indirdi. Türkiye’nin sicilini göz önüne aldığımızda, kamusal alanda böyle bir ifadenin kullanılmasının şaşırtıcı bir yanı yok. Fakat olumlu manada şaşırtıcı olan, geniş bir kesimden bu ifadeye karşı verilen tepkilerin boyutu oldu. Aralarında siyasetçilerin, yazarların, gazetecilerin de bulunduğu pek çok kimse bu ifadeleri kınadı. Öte yandan, tepkilerin bazıları ise ya gene ırkçıydı ya da siyaseten yanlıştı. Örneğin, kimileri Batırel’in ifadesini yanlış buluyor ve Acemoğlu’nun “hepimiz kadar Türk” olduğunu söylüyordu. Başka bir deyişle, Kılıçdaroğlu ve Acemoğlu’nu Ermenilik ortak paydasında birleştirerek “suçlayan, itham eden” ifadeyi, Acemoğlu’nu Türkleştirerek boşa çıkarmaya çalışıyordu. Acemoğlu’nun Ermeniliği onlar tarafından kabullenilememiş, sindirilememiş oluyordu. Acemoğlu Ermeni kalarak savunulamamış oluyordu.

Acemoğlu’nun Galatasaray Lisesi’nden sınıf arkadaşı ve kendisi de ekonomist olan Saruhan Doğan’ın, o okul yıllarına dair, birkaç sene önce aktardığı ve bu son gelişmeler üzerine tekrar gündeme gelen bir anekdot, bu anlayıştaki sürekliliği görmemize vesile oldu. Doğan’ın aktardığına göre 1980 darbesinin ülkedeki siyasi havayı ağırlaştırdığı, milliyetçiliği yükselttiği zamanlarda Galatasaray Lisesi’nde tarih dersine giren bir öğretmen, bir gün Acemoğlu’nu sınıfta ayağa kaldırmış ve ismini bilmesine rağmen, “Senin ismin ne?” diye sormuş. “Daron” cevabını alması üzerine, “Böyle Türk ismi olmaz, bundan sonra senin ismin Süleyman, otur bakalım” demiş. Yani, o da Acemoğlu’nu yukarıda atıfta bulunduğum kişiler gibi Türkleştirmeye çalışmış.

Bu aslında Türkiyeli Ermenilerin hayatları boyunca benzeriyle çok sık karşılaştıkları bir durum. Fakat yine de belli ki Acemoğlu’nun aklında ve ruhunda iz bırakmış, çünkü o sırada sınıfta bulunan kimi arkadaşlarına, seneler sonra “O gün birinizin kalkıp bir şey söylemenizi beklerdim, hiçbiriniz kalkmadınız” diye sitem etmiş. Bu kısa anekdot, siyasi baskılara karşı en küçük görünen bir itirazın dahi ne kadar önemli olabileceğini gösteriyor. İngilizcede ‘bystander’ denen bir kavram var. Kelimenin düz manasıyla, kenarda duran, izleyici demek; özelde de, etrafında yanlış bir şeyler olup biterken, birtakım insanlar başka insanlara kötülük yaparken, risk almaya çekindikleri, korktukları veya başka bir hesapları olduğu için kötülüğün yapılmasına itiraz etmeyenleri tarif eder. Özellikle etnik temizlik, soykırım ortamlarında, fail kadar olmasa da bu ‘kenarda duran’ insanların da sorumluluğu olduğundan bahsedilir. Tabii ki, Doğan’ın aktardığı anekdottaki ortam, şiddet ve korkunun tavan yaptığı soykırım süreçleriyle yoğunluk açısından kıyaslanamaz fakat o sınıfta öğretmene ses çıkarmayan öğrencilere ve soykırım süreçlerinde ‘kenarda duranlar’a hâkim olan psikolojik mekanizma birbirinden çok da farklı değil.

Doğan, anekdotu çok önemli bir tespitle bitiriyor. “Gençlik zamanlarımız” diye bugün özlemle andığımız dönemlerin arka planında böyle baskıcı bir ortam olduğunu söylüyor. Bu tespit şu açıdan önemli: Bugün etkili olan ağır, baskıcı, otoriter siyasi atmosfer genişçe bir kesimde geçmiş güzellemesi yapılmasına sebep oluyor. Hâlbuki Türkiye, insan hakları ve özgürlükleri, vatandaşların dinine, kültürüne ve etnisitesine bakılmadan eşitliği, hukuk düzeni açısından hep sorunlu bir ülke oldu, asgari standartları hiçbir zaman yakalayamaması bir yana, vatandaşların bir kısmına hep ayrımcılık yaptı. Bunları bilir, olup bitenlerin farkında olursak, yapmamız gerekenin herhangi bir geçmişe dönmek değil, bugün yeni bir düzen kurmak olduğunu anlarız.