OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kötü günler geride kaldı...

Yakın geleceğe dair ümitli ve iyimser sözler söylemeyi isterdim ama hem ekonominin durumuna, özellikle Merkez Bankası’nın döviz rezervlerine, Erdoğan’ın seçildikten sonra yaptığı konuşmalara bakacak olursak, “Kötü günler bitti, daha kötü günler geliyor” sözünü hatırlatan bir andayız.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu da sonuçlandı. Yakın geleceğe dair ümitli ve iyimser sözler söylemeyi isterdim ama hem ekonominin durumuna, özellikle Merkez Bankası’nın döviz rezervlerine, Erdoğan’ın seçildikten sonra yaptığı konuşmalara bakacak olursak, “Kötü günler bitti, daha kötü günler geliyor” sözünü hatırlatan bir andayız. Erdoğan, ‘balkon konuşması’nda görüntü olarak bile olsa kucaklayıcı, yapıcı bir dili ve üslubu tercih etmedi. CHP’yi, Kılıçdaroğlu’nu, Demirtaş’ı ve özellikle LGBTİ+ bireyleri ayrıştırıp hedefe koyan bir dili tercih etti. Hukukun işlemediği, adaletin olmadığı, herkesin her an birtakım etiketlerle bir anda düşmanlaştırıldığı, şeytanlaştırıldığı bir Türkiye’de sanırım gittikçe daha fazla sayıda insan, herkesin gün gelip ‘Ermeni’ olabileceğini daha iyi anlıyor ve hissediyor.

Seçimden sonra iktidar cenahından yapılan konuşmalarda sık sık tekrarlanan Azerbaycan ve Karabağ vurgularına bakılacak olursa, sadece sembolik değil ‘gerçek’ Ermenileri de ilgilendiren bir durum söz konusu, zira bu vurgular yalnız yakın geçmişle değil, yakın gelecekle de ilgili. Malum ki iktidar ülkeye döviz girişi sağlamak zorunda ve Azerbaycan petrolleri ve gazı bunun için önemli bir kaynak. Dolayısıyla, Aliyev’in politikalarını ve atacağı adımları destekleme karşılığında geçmiştekilere ek olarak belli bir nakit akışının sağlanması ve Aliyev’in atacağı adımlar arasında askerî hamlelerin olması da şaşırtıcı olmayacaktır. TRT’de, Zangezur Koridoru’nun tüm taraflarca üzerinde anlaşılmış ve kesinleştirilmiş bir proje gibi sunulması da bu beklentiyi güçlendiriyor. Seçimlerden evvel de Aliyev’in kişisel ilişkileri vasıtasıyla Erdoğan lehine ‘lobi’ yaptığını da bu manzaraya ekleyelim.

Muhalefet cephesine gelince, Millet İttifakı’nın küçük bileşenleri kendilerine göre başarı sayılabilecek bir sonuçla seçimden çıktılar. Sahip oldukları oy oranıyla normalde alamayacakları sayıda vekillik sandalyesini, ittifak altında aldılar. Peki ya en büyük ‘ortak’? Kemal Kılıçdaroğlu başarılı mı sayılmalı, başarısız mı? Doğrusu, iki seçeneği de destekleyecek argümanlar ileri sürülebilir ve o argümanların her biri de çok haksız olmaz. Başarısızdır, çünkü seçimi kaybetmiştir, üstelik bu kaybettiği ilk seçim de değildir. Başarılıdır, çünkü bunca eşitsizliğe, baskıya, yalan kampanyasına rağmen toplumsal muhalefetin çeşitli unsurlarını bir araya getirebilmiş ve yaklaşık %48 oy almıştır. Dediğim gibi, her iki cevap için de gerekçeler artırılabilir. Öte yandan, Kılıçdaroğlu başarılı mı, başarısız mı, daha doğrusu gitmeli mi kalmalı mı sorularını sadece seçim başarısı-başarısızlığı üzerinden tartışmamalı ama peşinen söylemek gerekirse, orada da farklı açılardan bakılarak farklı pozisyonlar alınabilir. Birincisi, ister iktidarda, ister muhalefette olsun, bir kimsenin yönetici pozisyonunda çok uzun süre kalmaması demokrasilerde genel bir kural. Kılıçdaroğlu 13 seneden beri CHP Genel Başkanı. Bu açıdan bakınca, artık bırakmasının zamanı geldi. Öte yandan, genel başkanlığı bırakmasının genel siyaset açısında getirebileceği bir risk de var. Şöyle ki, özellikle ikinci turdan evvel milliyetçi oylar uğruna yükselttiği göçmen/mülteci karşıtlığını bir kenara koyarsak (ki bu önemli bir konu), Kılıçdaroğlu son yıllarda, ‘helalleşme’ gibi kavramlar vasıtasıyla CHP’nin geçmişine kıyasla daha özgürlükçü, daha çoğulcu, daha eşitlikçi, daha hakperest bir pozisyon geliştirdi. Bu, insanlık için küçük de olsa CHP için büyük bir adım(dı). Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı bırakma sürecinde parti içindeki ulusalcı kanat tekrar üstünlüğü ele geçirir de bu istikametten dönüş yaparsa Türkiye’de demokratik siyaset için bir gerileme olur, zira ana muhalefet partisi konumundaki partinin demokrasi skalasında alacağı pozisyon, tabiidir ki ülkede hak ve özgürlükler siyasetinin durumunu da etkileyecektir. Bunları söylerken bir noktanın altını tekrar çizeyim: Söylemek istediğim, CHP’nin bütünüyle özgürlükçü, eşitlikçi, çoğulcu bir parti hâline geldiği değildir; yaptığım kıyas eski CHP ile son yılların CHP’si arasındadır ve hak ve özgürlükler açısından ikincisi yeğdir.

Son olarak HDP’yle ilgili bir iki söz edelim. HDP’nin tabanının yoğun olduğu illerde ikinci turda katılım düşse de, Kılıçdaroğlu için ortalama %65-70 civarında bir oy çıktı. Konvansiyonel ve sosyal medyada ikinci turun kaybedilmesinin suçunu ‘Kürtler’e yıkmaya çalışan yorumlar görüyoruz. Bu, hakkaniyete sığmaz. Oy oranlarına bakarak söylenmesi gereken şudur: “O kadar ötelenmelerine, son olarak Özdağgillerle yapılan protokole rağmen Kürtler gene de bu kadar oy verdiler, helal olsun.” Fakat, HDP için asıl kaygı verici olan, tabanın yoğun olduğu bölgede, bazı illerde 2018 seçimlerine göre %8’i bulan, ortalama %4,5 civarında bir oy kaybı olması. Bu çok ciddi bir işaret, çünkü burada ‘taban’ tabiri mecazi manada değil gerçek manada anlaşılmalı. HDP ve öncüllerinin siyasetinin ayağını buraya bastığını, dolayısıyla bölgeyi bilen kimselerin bu düşüşün yakın ve uzak erimli sebeplerini ve alınacak tedbirler üzerine düşünmeleri gerektiğini söylemeye dahi lüzum yok.