OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İsrail’in yıktığı sadece Gazze değil

İsrail’i durdurmak, sadece Gazze’deki insanların hayatını kurtarmak için değil (ki bu da tek başına yeterli olurdu), aynı zamanda insanlık olarak hâlâ etrafında toplanacağımız, toplanabileceğimiz bazı değerler olduğunu gösterebilmek, buna inanabilmek için de gerekli. Batılı (AB, ABD) devletleri yönetenler, bu değerleri koruma konusunda utanç verici bir durumdalar. Fakat, Batılı sivil toplum kuruluşlarından, Batılı halklardan gelen itirazlar her geçen gün artıyor.

İsrail’in Gazze’deki katliamları ve etnik temizliği beşinci haftasını doldurdu. 10 binden fazla insan, 4000’den fazlası çocuk olmak üzere beş hafta gibi bir sürede katledildi. “4000 çocuk katledildi” ifadesini yazarken bile insanın vücudu kasılıyor. Yaşanan vahşetin boyutları insanı isyan ettiriyor, damarlarınızda akan kan ısınıyor. Öte yandan, İsrail’in yarattığı tahribat, kendi başına bile tahayyül edilemeyecek derecede korkunç olan insan ölümleriyle sınırlı değil; İsrail, etkisi çok daha uzun sürecek, sonuçlarının boyutları, nerede nasıl duracağı kestirilemeyecek başka bir tahribat daha yapıyor. İnsanın insana yapabileceklerinin tüm meşruiyet sınırlarını, insan eylemine dair tüm ahlaki normları, değerleri tahrip ediyor. İnsanlarda bunlara dair hiçbir inanç bırakmıyor.

İsrail’in bu yaptıkları, insan hakları değerleri üzerinden bir şey anlatmanın, bunların neden önemli ve korunması gereken değerler olduğunu açıklamanın ve insanları buna ikna etmenin zeminini ve imkânını tahrip ediyor. Değerler sisteminin tahribi, en büyük kötülüklerin başlangıç adımlarından biridir. Doğruya-yanlışa, iyiye-kötüye dair hiçbir ölçütü kalmamış insanı, gücünün yettiği tüm kötülükleri yapmaktan alıkoyacak bir şey yoktur. Barışa, insan haklarına, özgürlüğe zemin olacak asgari müşterek değerleri, ölçütleri kaybettiğimizde, bizi bekleyen şey kanlı bir kaostur. İsrail devleti gün gün, saat saat bu yolun taşlarını döşüyor. Bu, hemen yarın Üçüncü Dünya Savaşı çıkacak demek değil. Fakat, İsrail’in çocuk katliamlarının küresel köyümüzde yükselmesine sebep olduğu sinizm ve nihilizmin de kendi şiddetini üretmeyeceğini düşünmek fazla iyimserlik olur. Bırakın Gazze’de anası, babası, kardeşi katledilmiş çocuğu, evladı katledilmiş ana-babayı, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayıp da İsrail’in yaptıklarını gören bir kimseyi, bir genci, dünyanın güçlünün istediğini istediği gibi yaptığı bir yer olmadığına nasıl ikna edeceksiniz?

İsrail bu katliama ve etnik temizliğe başlayana kadar dünyada her şey insan hakları, demokrasi, barış açısından yolundaymış da sorun İsrail’le başlamış değil tabii. Fakat, İsrail’in bu katliamları göstere göstere, kanırta kanırta, hiçbir kural tanımaksızın, dur durak bilmeksizin bu kadar fütursuzca, bu kadar aymazca işlemesi, katliamın kısa sürede eriştiği boyut, ortaya çıkardığı çıldırtıcı görüntüler ve üstüne Batılı devletlerden bu konuda açık çek alması, infiali yükseltti. Üstüne, İsrail’in zulüm rejiminin bir ay, bir yıl, beş yıl değil kuşaklardır sürdüğü gerçeği de bu manzaraya eklendi. Bu tarihi, bilmeyenler de bu süreçte öğrendi ve ortadaki açık adaletsizlik, isyan duygusunu büyüttü.

Peki, İsrail’e gösterilen tepkilerde antisemitizmin hiç mi payı yok? Maalesef, var. Antisemitizm, kökü tarih içinde çok çok gerilere giden, Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e her yere yayılmış olan bir gerçektir ve her ırkçılık gibi reddedilmesi, kınanması gereken bir akımdır. Filistinlilerin hakkını savunurken ortaya atılan/atılacak antisemit yaklaşımlar, fikren reddedilmesi gereken ırkçılık olmasının yanı sıra Filistinliler için de yararlı değil, zararlıdır. Antisemit yaklaşımlar, İsrail’i yönetenlerin tam da görmek ve duymak istediğidir. İsrail’in yaptıklarının antisemitizmi azdırdığı da açıktır. Gelgelelim, İsrail devletinin icraatına yönelik her itirazı antisemit olarak yaftalamak, onunla çerçevelemeye çalışmak, olgusal olarak doğru olmadığı gibi, ahlaken de kabul edilebilir değildir. İsrail devletinin yaptıkları ortadadır. Bunlara itirazı antisemitizm iddiasıyla bastıramazsınız, bu minare o kılıfa, o mızrak bu çuvala sığmaz.

Dolayısıyla, İsrail’i durdurmak, sadece Gazze’deki insanların hayatını kurtarmak için değil (ki bu da tek başına yeterli olurdu), aynı zamanda insanlık olarak hâlâ etrafında toplanacağımız, toplanabileceğimiz bazı değerler olduğunu gösterebilmek, buna inanabilmek için de gerekli. Batılı (AB, ABD) devletleri yönetenler, bu değerleri koruma konusunda utanç verici bir durumdalar. Fakat, Batılı sivil toplum kuruluşlarından, Batılı halklardan gelen itirazlar her geçen gün artıyor. Batı’nın kentlerinde on binlerce, kimi örneklerde yüz binlerce kişinin toplandığı protesto gösterileri yapılıyor, yasaklara rağmen. Avrupa’da sendikalar, İsrail’e askerî malzeme veya hammadde götüren gemilere yükleme yapmayı reddediyorlar, Hollanda’da insan hakları aktivistleri Hollanda devletini Gazze katliamına desteğinden dolayı mahkemeye veriyor, Avrupa’da hukukçular Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne İsrailli yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyorlar vs.

Alttan gelen bu baskı kimi yerlerde sonuç da vermeye başladı. Katliamın başlarında İsrail’e açık destek verenlerden Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İsrail’in durması gerektiğinden bahseder oldu. Batı’da itirazlar yalnız halktan da gelmiyor; resmî kurumlar ve yasama organları içinden de itiraz sesleri her geçen gün artıyor. Avrupa Parlamentosu’nda kimi vekiller İsrail’e yaptırımdan bahsediyor. İspanya Parlamentosu’nda ha keza. Hatta İspanya’da Başbakan Yardımcısı Yolanda Diaz ve Sosyal Haklar Bakanı Ione Belarra da aynı talebi dillendirdi. ABD’de, aralarında Adalet ve Dışişleri bakanlıkları, FBI’ın da olduğu kimi devlet kurumlarında çalışan yaklaşık 400 kişi, Biden yönetiminin İsrail karşısındaki tutumunu eleştiren bir mektubu kendisine gönderdiler. Velhasıl, bu çabaların bir sonuç vermesi, yukarıda bahsettiğim değerlerin ve dolayısıyla geleceğimizin korunması için çok önemli.

Peki, bu konuda Batılı devletlerin tutumundan daha utanç verici bir şey var mı? Var. Kendine Müslüman diyen devletleri yönetenlerin tutumu. Türkiye’nin cumhurbaşkanı Erdoğan da dâhil olmak üzere bu kişiler konuştuklarında mangalda kül bırakmıyorlar ama tırnak ucu kadar somut bir adım atmış değiller. Tam tersine, örneğin Türkiye İsrail’le ticaretine tam gaz devam ediyor. Halktan, sivil toplumdan yükselen itirazlar ise Batı’dakilerin yanına dahi yaklaşamıyor. Eşeğe gücü yetmeyen sağcı, semerini dövüyor; İsrail’le her türlü ilişkiyi devam ettiren, laftan başka bir adım atmayan Erdoğan’ın ve AKP’nin kapısına gideceğine, Starbucks’ta kahve içenlere musallat oluyor. Sol desen, “Aman İslamcıyla aynı çizgide görünmeyelim” korkusundan havalara bakıyor, solu sol yapması gereken en önemli hasletlerden olan hakkı yenenin hakkını savunma ilkesini çiğneyip geçiyor, solun evrensel değerlerini içinde yaşadığı ülkenin küçük hesaplarına kurban ediyor. 

Batı’ya karşı benim de haftalardır dile getirdiğim eleştirilere rağmen gene de Batı ile Türkiye’nin –ve Ortadoğu’daki birçok ülkenin– toplumlarının arasındaki bir farka da dikkat çekmek gerekiyor. Türkiye’de İsrail’e itirazlar ancak devletin izin verdiği ölçüde ve devletin yönlendirmesiyle oluyor; Batı’da ise alttan gelen bu itirazlar devlete rağmen yükseliyor, yükselebiliyor.