1915 Hitler faşizminin staj alanıydı

Ünlü Ortadoğu uzmanı gazeteci Robert Fisk, The Independent'taki köşesinde Alman subay Armin Wegner'in bir fotoğrafını yayınlayarak Almanların 1915 Ermeni Soykırımı'ndaki rolünü tekrar gündeme getirdi. Türkiye basınında da yankı bulan yazıdan yola çıkarak 2011 yılında 'Alman Belgelerinde Alman-Türk Silah Arkadaşlığı ve Ermeniler' başlığıyla yayınlanan kitabın yazarı Serdar Dinçer'le yaptığımız söyleşiyi aktarıyoruz.

Agos'ta 21 Ekim 2011'de yayınlanan söyleşide Serdar Dinçer, İletişim Yayınlarından çıkan ‘Alman Belgelerinde Alman-Türk Silah Arkadaşlığı ve Ermeniler’ isimli çalışmasında 1915 Ermeni Soykırımı'nda Almanların rolünü belgeler ışığında ortaya koyuyor. 

FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr

Alman Dışişleri Bakanlığı Politik Arşivi’nde (PADAA) yaptığı kapsamlı çalışmada tehcirin Türk ve Alman hükümetleri tarafından 1915’ten önce nasıl adım adım planlandığını gösteren 15 bin belgeyi tarayarak gösteren Dinçer,  iki devletin militarist politikalarının birbirleriyle eşleştiğini, birbirinden öğrendiğini ve ilham aldığını söylüyor. Dinçer “Bence Alman militarizmi en az Türk militarizmi kadar suçludur. Belgeler, Yusuf Halaçoğlu takımının iddia ettiği gibi sadece Ermeni ve misyonerlerin uydurmaları değildi. Doğrudan Alman subay ve diplomatlarının raporlarıydı. Ayrıca bunların çoğu Ermenilere düşman gözüyle bakan insanlardı. Tüm düşmanlıklarına rağmen raporlar vahşeti gözler önüne seriyordu” diyor.

•          Çalışmanın ortaya çıkış sürecini anlatır mısınız?

İlk kitabım Prusya karşıtı, anti-militarist Heinrich Heine üzerineydi. O kitap Almanca olarak 2006’da yayımladıktan sonra, “anti-militaryacı” Kurt Tucholsky üzerine benzer, yine Almanya-Türkiye bağlantılı bir kitap yazmak için hazırlanmaya başlamış, bir yıl kadar bu yönde çalışmıştım. Bu süreç, özellikle 1. Dünya Savaşı’na yoğunlaşmamı sağladı. Kaçınılmaz olarak da Ermeniler üzerine okumalar yaptım. Bu süreçte Hrant Dink’in katledilmesinden çok etkilendim ve bir Türk olarak bu çok ağrıma gitti. Belgelerde karşılaştığım hakikat ve içinde bulunduğum öfke ile benim Tucholsky çalışmam yerini Ermenilerle ilgili çalışmaya bıraktı. 2007 baharında Berlin’de Ermenilerle ilgili katıldığım bir etkinlikte Alman belgelerini büyük bir meşakkatle tarayarak bir kitap haline getiren Wolfgang Gust ile tanıştım. Ermeni Soykırımı’nda Alman militarizminin rolünü anlatan Gust’un kitabında yayımladığı belgeleri okuyunca, “soykırım oldu mu, olmadı mı” tartışmasının, sadece bu belgelerin yayımlanmasıyla temelden bitirilebileceğini gördüm. Çünkü bu belgeler müttefik bir devletin gizli, yani her tür propaganda amacından uzak iç yazışmalarıydı. Belgeler, Yusuf Halaçoğlu takımının iddia ettiği gibi sadece Ermeni ve misyoner “yalancıların” uydurmaları değildi. Doğrudan Alman subay ve diplomatlarının raporlarıydı. Ayrıca bunların çoğu Ermenilere düşman gözüyle bakan insanlardı. Tüm düşmanlıklarına rağmen raporlar tüm vahşeti gözler önüne seriyordu. Belgelerin orijinallerine sadık olup olmadığını teyit etmek için arşive gittiğimdeyse belgelerin sahte olmadığını ve daha ötesini gördüm. Sonuçta Ortadoğu halkları aleyhine böylesine korkunç dalavereleri, böylesine bariz alçaklıkları Yusuf Halaçoğlu ve şürekasının nasıl görmediği, gördüyse nasıl susabildikleri Türkiye’nin yanıtlaması gereken sorular. 

Kaiser Wilhelm Gelibolu'da Osmanlı Birliklerini teftiş ediyor.

•          1915’ten önce Alman-Osmanlı siyasi ilişkileri nasıldı? Almanya’nın savaş stratejisi Anadolu’da nasıl hayata geçiriliyordu?

Kaiser Wilhem’in amacı Almanya güdümünde bir Orta Avrupa konseptini hayata geçirmekti. Buna göre,  Orta Avrupa Almanya’dan başlayacak ve Polonya, Avusturya-Macaristan, Balkanlar üzerinden Osmanlı’yı da içine alarak Mezopotamya üzerinden Mısır ve Hindistan’a akacaktı. Denizde yenilmez gözüyle bakılan İngiltere, Bağdat Hattı ile halledilecekti. Her kilometre ray, bir İngiliz savaş gemisine denk gelecekti.

Almanya’nın yayılmacı, emperyalist safhaya girmesi ile Şark’a olan ilgisi gelişti. Yazarlar, seyyahlar, maceracılar Doğu’ya akın etmeye başladı. “Bü-yük Almanya”cı Paul Rohrbach, Friedrich Naumann, Ernst Jäckh, Johannes Lepsius gibi üst düzeyde entelektüeller, “Orta Avrupa” projesinin adamları olarak iş gördüler.

Savaş başlar başlamaz, Alman Genelkurmay Başkanı Moltke’nin Türkiye ile ilgili ilk emri ‘Fanatikleştirin!’ oldu. Oysa Balkan Savaşı sonrasında yollanan raporlardan, ülkenin bir barut fıçısına döndüğünü, böyle bir ortamda ‘fanatikleştirmenin’ ne anlama geleceğini hem Wilhelm, hem de subayları çok iyi biliyorlardı.

Berlin - Bağdat tren hattını gösteren harita

‘Doğunun Yahudileri’

•          Bu süreçte Almanya’nın Ermeniler ve Osmanlı topraklarında yaşayan diğer azınlıklara ilişkin algısı nasıldı?

O dönemin Almanya’sı Ermenilere “Doğunun Yahudileri” gözüyle bakıyordu. Ermeniler, Almanya’daki Yahudi resmi ile tarif edilir. Wilhem’in gözünde ‘ödlek, hain, bezirgan’ ‘İngiliz Yahudi kopyası’ Er-menilerin imhası çok doğaldır. Söz konusu bu içten fetihte Osmanlı’nın dünya görmüş, “uyanmış” kesimleri, yani Yahudi, Ermeni ve Rumlar hem bir dayanak olabilirler, ama hem de Almanya’ya rakiptirler. Bir anlamda ‘işi’ bozabilirlerdi. Wilhelm bir yanda Ermenilere düşman bir tavır içindedir, diğer yanda 1896 katliamlarından çok huzursuz olur, öte yandan bütün Şarklıları küçümser, ırkçıdır.

‘Türkiye Türk oluyor’

•          İncelediğiniz belgeler ışığında Ermeni Soykırımı’nda Almanların rolü tam olarak nedir?

İmparatorluk Şansölyesi Bethmann Hollweg’in  ‘Bizim tek hedefimiz, Türkiye’yi savaşın sonuna dek kendi tarafımızda tutmaktır, bu arada Ermeniler mahvolur veya olmaz, fark etmez’ içerikli notu aslında pek çok şeyi anlatıyor. Almanya dünya egemenliğini ele geçirecekti! Bu rüyayla dünyayı iki kez yakan Almanlar için ilk yangında yanan Ermeniler, bunların gözünde tali bir zayiattan fazlası değildiler. Kimi Alman subayları katliamlara doğrudan katıldı. Kimileri de yüz binlerce Ermeni, sürgün yollarında yok edilirken Enver Paşa ile propaganda gezilerine çıkıyor ve Almanya’da çıkan kitaplarında ‘Türkiye Türk oluyor’ diye sevinç çığlıkları atıyordu.

Kaiser Wilhelm Enver Paşa'yla

Kaiser Wilhem’in amacı Almanya güdümünde
bir Orta Avrupa konseptini hayata geçirmekti. “Müslüman dostu” Almanya’nın
1. Dünya Savaşı’ndaki Ortadoğu suçları, 
sonradan Hitler faşizminin ele başlarından
oluşan nice haydutun staj alanı olmuştur.

Belgelerden Türkiye’nin aslında Balkan Savaşı ile işinin bittiğini ve ‘savaşamaz, onun için müttefik de olamaz’ yönünde raporların Berlin’e geldiğini, Osmanlı’nın paylaşım planlarının yapıldığını, haritaların bile hazır olduğunu görüyoruz. Ancak Almanya’nın Marne’de savaşı yitirdiği anlaşılınca Türkiye’nin ‘savaşabilirliği’ raporlarla aniden gündeme geliyor ve Türkiye birkaç ay içinde savaşa sokuluyor. Hükümette başta Cavid Bey olmak üzere önemli bir bölümün bu savaşa girmek istemediğini, ancak Enver Paşa’nın ‘Almanya’dan yana bir set gibi dimdik durduğunu’, ‘Enver ve Talat Paşa’ların mutlaka para ile desteklenmesi gerektiğini’, ‘Türkiye’nin bir diktatöre ihtiyacının olduğunu’ okuyoruz. Yine belgelerde bu diktatörün nasıl yıllar öncesinden bu konum için hazırlandığını, Berlin’de, daha önceden de sayısız Osmanlı subayı (Mahmut Şevket Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Mahmut Muhtar Paşa ve daha niceleri) gibi ‘muameleden geçirildiğini’, erkek kardeşine nasıl burs ayarlandığını, nasıl apandisiti için özel doktorlar, tedaviler uygulandığını, Enver’in sağ kolu Ordu İaşe Şefi İsmail Hakkı Paşa’nın nasıl kendine Alman doktorlarınca özel ihtimamla takılan bir takma bacakla Alman dostu yapıldığını okuyoruz. Babıali baskınının yolunun nasıl bir metro kredisi vaadi ile açıldığını, anti-İttihatçı Kamil Paşa Hükümeti’nde Alman karşıtı olarak bellenen Harp Nazırı Nazım Paşa’nın bu baskında nasıl olup da Anadolu Hattı Genel Müdürü Hugünin’in ayaklarının dibinde öldürüldüğünü okuyoruz.

‘Çölde donulur mu?’

Yurtdışındaki ve Almanya’daki Ermenilerin daha iyi takip edilmeleri için Ermeni isim listeleri hazırlanıyor. Ermeni mektupları ayıklanıp okunuyor. İsviçre’deki Türk-Ermeni muhalifleri yine Türk-Ermeni ajanlarca takip ediliyor. Savaşta zora düştükçe Cavid Bey, Hüseyin Cahit ve hatta Talat takibe alınıyor. Enver’in sağ kolu ve Ermeni düşmanı Bronsart Paşa Sarıkamış’tan sonra “Disiplinsizler dondu, kalan sağlar bizimdir” içerikli raporlar veriyor. Çölde donulur mu? Evet, belgelerde çölde donanları okuyoruz. Süveyş’te, Fırat’ta boğulanları okuyoruz. Bronsart’ın “yavrukurt” teşkilatı için Almanya’dan subay isteyişini okuyoruz. Ermeni çocuklara ekmek dağıtılmasını yasaklamak isteyişini de okuyoruz ve görevden ayrılırken, “Bu ülkeye yan savaş alanı olarak üstüne düşeni yaptırdık, mengeneyi iyice sıktık, artık malzeme kalmadı” içerikli rapor verdiğini de okuyoruz.

İmparatorluk Şansölyesi Bethmann Hollweg’in  “Bizim tek hedefimiz, Türkiye’yi savaşın sonuna dek kendi tarafımızda tutmaktır, bu arada Ermeniler mahvolur veya olmaz, fark etmez” ifadelerinin yer aldığı belge Almanların 1915’teki rolünü açıklıkla ortaya koyuyor.

Kaiser Wilhem’in amacı Almanya güdümünde bir Orta Avrupa konseptini hayata geçirmekti. “Müslüman dostu” Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’ndaki Ortadoğu suçları sonradan Hitler faşizminin ele başlarından oluşan nice haydutun staj alanı olmuştur.

‘Kötü Almanlar-zavallı Yahudiler ikileminin ötesine geçmeli’

•          Almanya’nın Yahudi Soykırımı ile yüzleşmekteki ‘başarısını’ Ermeni Soykırımı söz konusu olduğunda neden gösteremiyor?

Sovyetler Birliği, sosyalist sistem çöktükten sonra Alman tarih yazımında giderek Holokost’un öne çıktığını ve Nazi barbarlığının giderek sadece bununla özdeşleştirildiğini gözlemledim. ‘Kötü Almanlar-zavallı Yahudiler’ ikileminin dışında başka her şey ikincilleştirildi. Oysa Nazilerin bile dokunmadıkları Yahudiler vardı. Örneğin Türkiye’deki ‘fanatikleştirmenin’ baş örgütleyicilerinden olan Yahudi banker Max von Oppenheim’a Naziler dokunmamışlardır. Bugün artık on binlerce Alman komünistinin, anti-faşistinin Spartaküslerden beri verdikleri mücadeleden, canları pahasına örgütledikleri anti-faşist direnişten, temerküz kamplarında yok edilen on binlerce Almandan hemen hemen hiç söz edilmiyor. İmha edilen milyonlarca Polonya, Sovyet, Yugoslavya, Yunanistan yurttaşları, bu ülkeler olmasa neredeyse unutulacak. Yahudi imhasının, dev bir faşist soygun hareketinin parçası olduğu, bu imhanın arkasında duran büyük sermayenin yayılma ve gasp planları geçiştiriliyor. Yine aynı sermayenin bugünkü Alman devletini de eski Nazi kadrolarıyla kurdurduğu, aynı gelenek, hatta yasalara (örneğin bugünkü Alman iş yasası ile Nazi iş yasasının yazıcıları aynı insanlardır, iki yasanın da ortak yanları çoktur) dayandığı pek anılmıyor. Bütün olay alabildiğine yüzeyselleştiriliyor. Olayın dev boyutları, kurbanların çocuklarına verilen üç-beş kuruşla kapatılmaya çalışılıyor.

Holokost tarihçiliği, sansasyonel derinliği olmayan ve çarpıtılmış bir durumdayken Ermeni Soykırımı konusunda hemen hiçbir şey yapılmamakta. Bu kitabın hazırlığı sırasında bir lisede çalışmamı anlatmam istendi.  Ders sonunda tarih öğretmeni yanıma geldi ve tüm bunları ilk kez duyduğunu söyledi.  Öte yandan Brandenburg Eyaleti’nde lise öğrenim müfredatına Ermeni Soykırımı konunca buna ilk müdahale eden Türk diplomatları oldu ve bu konu müfredattan kaldırıldı. Müfredatta kalsaydı bile, bu çok büyük ihtimalle maç anlatır gibi “Barbar Türkler-garip Ermeniler-merhametli, ancak çaresiz hakem Almanlar” düzeyinde kalacak ve emperyalist Almanya’nın, Krupp’un, Deutsche Bank’ın rolleri hiçbir zaman akla gelmeyecek, öğretilmeyecekti. Özetle, ‘Müslüman dostu’ Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’ndaki Ortadoğu suçlarını açığa çıkaracak ve o suçlar ile bugün işlenen suçlar arasındaki irtibatı ortaya koyacak denli kapsamlı bir çalışma yapılmıyor. 

Bu söyleşi 21 Ekim 2011 tarihli 810. sayımızda yayınlanmıştı.