Cumhurbaşkanı yardımcılarından birinin Kürt, birinin Alevi olmasına yönelik teklif, seçmen nezdinde de Bahçeli’nin yeni garantiler aradığının, bu yönde yoklamalar yaptığının işareti. Bu tablo içinde asıl meselemiz, ‘Lübnanlaşmak’tan ziyade “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin sanki artık tartışılmaz, doğal bir sistem ya da rejimmiş gibi sunulması, toplumun zihninde bu şekliyle yerleşmesinin istenmesidir. Oysa bu sistemin sakıncalarını yaşadık, yaşıyoruz. Güçler ayrılığı artık tamamen buharlaştı. Denge-denetim mekanizmaları tamamen yok olmuş durumda. Yetmezmiş gibi CHP’ye yönelik bir darbe hukuku da tüm hızıyla sürmekte.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partisinin basına kapalı toplantısında “Cumhurbaşkanı’nın biri Kürt bir Alevi iki yardımcısı olsun” dediği, gazeteci İsmail Saymaz’ın haberiyle basına yansıdı. Habere bir gün boyunca yalanlama gelmedi. Sonrasında MHP Genel Başkanı Bahçeli haberi bir anlamda doğrulayarak uzun bir açıklama yaptı. En önemli kısmı herhalde şurası:
“Türkiye’nin adım adım ilerlediği bir dönemde, iki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiştir. Bu fikri ve siyasi teklifi Lübnan’la ilişkilendirmek çarpıtma ve kasten saptırmadır. Alevi de bizim, Kürt de bizimdir, cami de bizim, Cemevi de bizimdir. Kardeşiz, çok büyük bir aileyiz! Piyonlaşmış bozguncular, suyu bulandıranlar, sipariş senaryolara figüranlık yapanlar, bu suretle Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-antilaik, inanan-inanmayan kutuplaşmasına çanak tutanlar da bu muazzam ailenin üvey evlatlığına bile layık olmayan çürüklerdir.”
Bilindiği üzere çok etnili bir ülke olan Lübnan’da cumhurbaşkanının Maruni, meclis başkanının Şii, başbakanın Sünni olması ve parlamentoyu oluşturan 128 üyenin Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında yarı yarıya paylaşılması üzerine kurulu bir sistem var.
Bunu akılda tutarak genel tabloya bakalım. Bahçeli’nin başlattığı “İmralı Süreci” şu ana kadar öngörüldüğü şekilde ilerlerken, milliyetçi ve ulusalcı muhalefet bu sürecin sonunda yeni bir anayasa yapılacağını, Erdoğan’a yeniden başkanlık adaylığı yolunun açılacağını, yeni anayasada ayrıca “Türklük” tanımının değişeceğini öne sürmekte ve sürece mesafeyle yaklaşmakta.
CHP bu şüpheleri korurken İmralı Süreci’ni destekliyor. Öte yandan ABD’nin ve İsrail’in bölgeye yönelik nüfuzunun arttığı bu dönemde Bahçeli’nin çıkışı kimi sol ve sosyalist kesimlerde de “Lübnanlaşıyor muyuz? Böyle bir niyet mi var?” şüpheleri ile karşılandı ve “Emperyalizmin Türkiye üzerine hamleleri sürüyor mu?” mealinde yorumlar yapıldı.
AKP-MHP koalisyonunun niyeti ayrı bir mesele, ama Kürt meselesinde adil, eşitlikçi, insan haklarını merkeze alan bir yola gireceksek, bu yol hayırlıdır. Bir kere bu cümlenin altını kalın biçimde çizmek isterim.
Ama... Evet “ama” demeden bu konuyu ilerletemiyoruz. İlerletirken de burada yakından bakılması gereken figürün Devlet Bahçeli ve MHP olduğunu söylemek gerekir. Evet Kürt meselesinde silahların susmasına, akan kanın durmasına, Kürtlerin kendilerini daha ait hissedeceği yenilenmiş bir ülkeye ihtiyacımız var.
Var da, Bahçeli’nin (ve belli ki Erdoğan’ın) aklındaki asıl mesele “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi”ni ebedileştirmek. “Ebedi” derken lafın gelişi söylüyoruz elbette. İnsanlar ebedi olmadığı gibi rejimler, hükümetler, sistemler de ebedi değil.
Ancak bilhassa Bahçeli açısından baktığımızda hayati olan, MHP’nin bu yeni sistem ya da rejim içinde edindiği konumdur. Bu sistemle yargıda, güvenlik güçlerinde, muhtemelen orduda güçlü bir pozisyon almakla kalmamış, AKP’nin iktidarda kalmak için kendisine muhtaç olmasından da güç alarak mevcut düzenin sürmesi adına kritik kararları alıp uygulayacak bir konuma yerleşmiştir.
Bahçeli ve MHP’nin esas olarak korumak istediği budur. Bu da ancak “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin kalıcılaşması ve Erdoğan’ın –seçime girip seçilebildiği sürece- sürekli Cumhurbaşkanı olarak orada oturmasına dayalı. Çünkü Erdoğan iktidarda kalmak için nasıl MHP’yi ihtiyaç duyuyorsa , MHP de az önce bahsettiğim pozisyonu korumak için Erdoğan’ın kişisel –diyelim ki yüzde 30’luk- oy potansiyeline ihtiyaç duymakta.
Bu uğurda Kürt meselesinde hayırlı bir sonuç doğacaksa doğsun elbette. Ancak Bahçeli belli ki burada da durmak istemiyor. Çünkü İmralı Süreci’nde atılacak adımların (Erdoğan’ın yeniden adaylığı sağlansa bile) seçim günü gelip çattığında nasıl sonuçlar yaratacağını kestirmek mümkün değil.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı yardımcılarından birinin Kürt, birinin Alevi olmasına yönelik teklif, seçmen nezdinde de Bahçeli’nin yeni garantiler aradığının, bu yönde yoklamalar yaptığının işareti.
Bu tablo içinde asıl meselemiz, ‘Lübnanlaşmak’tan ziyade “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin sanki artık tartışılmaz, doğal bir sistem ya da rejimmiş gibi sunulması, toplumun zihninde bu şekliyle yerleşmesinin istenmesidir.
Oysa bu sistemin sakıncalarını yaşadık, yaşıyoruz. Güçler ayrılığı artık tamamen buharlaştı. Denge-denetim mekanizmaları tamamen yok olmuş durumda. Yetmezmiş gibi CHP’ye yönelik bir darbe hukuku da tüm hızıyla sürmekte, yerel seçimden birinci parti olarak çıkan CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ve elbette birçok belediye başkanı ve siyasetçi hapiste.
Yardımcıları kim olursa olsun, asıl meselemiz herhalde ilk seçimde, yani demokratik yollarla, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ni değiştirmek olmalı. Eski yarım yamalak parlamenter sistemi özlüyor değilim. Ama bu sisteme de “ebed müdded” muhtaç değiliz herhalde.