Hanspeter Tiefenbach, 20 yılı aşkın bir süre Türkiye’de yaşamış araştırmacı bir yazar. Her ne kadar kendisini bir yazar olarak görmese de Tiefenbach’ın Arkeoloji ve Sanat Yayınları’ndan yeni çıkan ‘Anadolu’nun Azizleri’ kitabı bu coğrafyanın dört bir yanına dağılmış aziz hikâyelerinin ustalıkla derlendiği son derece kapsamlı bir çalışma.
ferda balancar
Üstelik ‘Anadolu’nun Azizleri’ Hıristiyanlık tarihinin değişik dönemlerinde yaşamış bu kişilerin hayatları etrafında örülen efsanelerin içindeki gerçeklik payını da ortaya çıkartmaya çalışan ve bu çerçevede de önemli veriler sunan bir kitap olma özelliği taşıyor.
Kitapta Doğu ve/veya Batı kiliseleri tarafından aziz ilan edilmiş 30 kişinin hayatları ayrıntılı olarak, 130 kişinin hayatı da kısaca yer alıyor. Ayrıca kitabın sonunda yer alan ‘teolojik kavramlar sözlüğü’ Hıristiyanlıkla ilgili terimlere yabancı olan okuyucunun, kitabı rahatlıkla okuyabilmesini sağlıyor.
‘Anadolu’nun Azizleri’, Surp Krikor Lusavoriç’ten Mor Efrem’e tarihte derin iz bırakmış azizlerin hayat hikâyeleri çerçevesinde bu coğrafyadaki farklı şehirlerin tarihi hakkında da ilginç bilgiler veriyor. Hatay’dan Sivas’a Edirne’den Mardin’e kadar pek çok farklı şehirde bin, beşyüz yıl önceki gündelik yaşam ve kültürel, dinsel atmosferi de bu önemli kitap sayesinde öğreniyoruz.
Kitabın yazarı Hanspeter Tiefenbach ile en az kitabı kadar ilginç olan hayat hikâyesinden yola çıkarak bir söyleşi yaptık.
- Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Hanspeter Tiefenbach kimdir? Türkiye'de ne kadar kaldınız? Türkçeyi bu kadar kapsamlı bir kitap yazacak kadar nasıl öğrendiniz?
1958’de İsviçre’nin Zürih kentinde üç çocuklu bir ailede üçüncü oğul olarak doğdum. Henüz küçük yaştayken babamızı kaybettik ve annem bizi tek başına büyüttü. Okuldan sonra havaalanında uçak teknisyeni olarak çalışmaya başladım. Yirminci yaş gününe yaklaşırken ağır motosikletimle bir kaza geçirdim. Hayatımın her an sona erebileceğini bu kazayla fark ettikten sonra bir karar verdim. Bundan böyle sadece ismen Hıristiyan olmayacaktım ama İsa Mesih’in İncil’de sunmuş olduğu daveti dört elden kabul edecektim; nitekim Mesih’e o ana kadar yüreğimde yer yoktu. İki yıl sonra Kutsal Kitap’ı daha iyi öğrenmek için bir İncil okuluna kayıt olup üç yıl sonra mezun oldum. Daha önceleri bir motosiklet gezisi sırasında uğradığım Türkiye’ye yerleşmeye karar verdim. O sıralarda eşimle tanışıp evlendim ve birlikte 1984’te İstanbul’a yerleştik. O dönemde Türkçe öğrenmeye başladık ve bazı İsviçre gazeteleri için makaleler yazmaya başladık. Daha sonra ailecek Antalya’ya yerleşip halıcılık ve turizm sektörlerinde çalıştık. Bu arada Antalya’da oluşan bir kiliseye katılıp, kilise ortamında gelişen dostluk çerçevesinde Türkçemizi gitgide geliştirdik.
- Kitapta yer verdiğiniz azizleri hatalarıyla, zaaflarıyla birer insan olarak betimliyorsunuz. Azizlerin çevresinde oluşan efsaneler ve onlarla ilgili gerçekleri birbirinden ayırt etmekte zorluk çektiniz mi?
Bana göre aziz kavramı kiliselerce farklı anlamlarda kullanılıyor. Bildiğim kadarıyla Ortodoks ve Roma Katolik kiliselerinde, kilise tarihi içinde yetkili makamlarca ‘aziz’ ilan edilen kişiler dünyaya veda ettikten sonra bu onura sahip olmuşlardır. Protestan kiliselerinin görüşüne göre ise tövbe edip Mesih’e tümüyle bağlanan bir kimse kutsal, yani aziz diye anılır. Bu kutsallık kendi gayretimizle elde edebildiğimiz bir başarı değildir, ama İsa Mesih’in bağışladığı bir armağandır. Mesih izleyicisi artık kurtarıcısına duyduğu minnettarlığını kutsal bir yaşam ile gösterme veya kanıtlama gayretine girer ya da girmelidir.
Anadolu’nun Azizleri
Hanspeter Tiefenbach |
Kitaba azizler başlığını koyduğumuzda bazı çevreleri rahatsız edebileceğimizden endişe duyduk. Kitabın ilk başlığı da ‘Anadolu’dan Yükselen Sesler’ – ‘Küçük Asya’nın Kilise Büyükleri’ idi. ‘Kilise Babaları’ kavramından bilerek kaçındım çünkü kitapta gösterildiği gibi içinde inanılmaz adanmışlık ve gayret örnekleriyle kadınlar da yer alıyor. Ancak yayınevinin öne sürdüğü haklı gerekçeyi kabul ederek bu uzun başlığı kaldırdık ve okurların rahatlıkla anlayabileceği ‘Anadolu’nun Azizleri’ başlığını koyduk.
Adı geçen kadınlı erkekli kahramanların hataları ve zaaflarına gelince, bendeniz bundan hep teşvik aldım. Kutsal Kitap’ta söz edilen peygamber ve elçilerin hataları veya zaafları varsa daha sonraki kilise dönemindeki azizlerin olmaz mı? Bu ne demek? Ulu Tanrı’ya hizmet edebilmek için dört dörtlük olmasam da bir görevim ve sorumluluğum var. Bu, asla gevşek bir yaşam tarzı veya günah için bir bahane olarak görülmemeli. Ama daha ziyade zayıf yönlerime odaklanıp ‘ben yararsızım, ben Tanrı’ya hizmet edemem’ diye ağlamaktansa kendimi olduğum gibi Tanrı’ya adamak için bir teşvik olarak algılanmalıdır. İkiyüzlüler gibi kendimi sadece iyi yönlerimle tanıtırsam kimi kandırabilirim? Her şeyi gören Tanrı böyle birini bilir ve er ya da geç onu gün ışığına kavuşturur. Kitabı yazarken adı geçen ruhsal devlerin hata ve zaaflarına rağmen Tanrı tarafından kullanıldığını görünce teşvik ve sevinç buldum. Örneğin Nesturi mezhebinin kurucusu Nestorios’un yaşamı. Bazı çevreler onu, savunduğu öğretisinden dolayı asla azizlerin arasında saymazlardı. Ayrıca o kendi yazgısına ağlayıp isyan etmekle belki de pek ruhsal bir başarı kaydedememiştir ama Tanrı onu ve oluşturduğu mezhebi, İncil’in müjdesini İran ve İç Asya’da duyurmak için bir aracı haline getirmişti.
Kitabımı yazarken ciddi ve kapsamlı kaynaklara sahip oldum. Bu nedenle azizlerin etrafında oluşan efsanevi anlatımları ayırt etmek zor olmadı. Günümüzde de sevilen ve yaşarken şöhret sahibi olmuş bir kişiyle ilgili dünyadan ayrıldıktan sonra gerçeklikten uzak efsaneler üretiliyor. Bu, tarihte de böyle olmuş.
- Kitabınızda yer alan insan öyküleri, Anadolu’nun sadece Hıristiyanlığın geliştiği topraklar değil, aynı zamanda bölündüğü ve mezheplere ayrıldığı topraklar da olduğunu gösteriyor. Bu tarihsel durum bugün için ne anlam ifade ediyor?
Gerçekten de İsrail, Filistin, Suriye, Mısır ve Yunanistan’ın yanı sıra Anadolu’nun, Hıristiyan inanıcının oluşmasında önemli bir rolü vardı. Büyük İskender’in seferlerinden sonra bu yörede Helenistik düşünce ve yaşam tarzı da aşılandı. Özellikle Doğu Akdeniz havzasında Antik Yunan felsefesi filizlendi. Hıristiyan teolojisinde Tanrı’nın üçte bir - tekte üç olması ve İsa Mesih’in iki doğası gibi soyut ve kavranması güç konular vardır. Bu konularla ilgili yoğun tartışmalar ve çekişmeler Hıristiyanlık tarihi boyunca sık yaşanmıştır. Üstelik Hıristiyanlı, devletçe kabul görmeye başlayınca dini önderlerin eline bazı yeni imkânlar geçti. Ne yazık ki bazı dini önderler sahip oldukları gücü, kişisel iktidar hırsları veya çıkarları için araç olarak kullanılmaya başladı. Bana göre bu insanların güç ve iktidar tutkusu ile kibirleri, Hıristiyanlığın bölünmesindeki temel neden olmuştur. Bu da evrensel bir sorundur.
- Kitapta yer veremediğiniz, kitabı yayımladıktan sonra varlığından haberdar olduğunuz azizler oldu mu?
Kitapta 30 azizin hayatına ayrıntılı olarak, 130 azizin hayatına da özetle değindik. Eminim ki benim dışımda başkalarının anımsadığı ve belki de kitabımda umutla arayıp da bulamadığı kimseler de vardır. Ayrıca kısaca değindiğim bazılarına belki de hak ettikleri kadar yer ayıramamış da olabilirim. Örneğin kitap çıktıktan sonra çalışmalarımda adına çok sık rastladığım biri Antiokheialı (Antakya) Lukianos oldu. Mesih uğruna yaşamını yitiren bu kilise önderinin hayatına kitapta çok kısaca değindim. Oysa Lukianos, ‘Septuaginta’ diye bilinen İsa’dan önce Mısır’da İbraniceden Yunancaya çevrilen Tevrat metni üzerinde M.S 3. yüzyılda, yorumbilim açısından bugün de çok değerli olan çalışmalar yapmış. Bunu yeni öğrendim. Kitabı daha yeni tamamladığım ve bu ana kadar daha pek geri bildirim alamadığım için dikkat etmediğim veya unuttuğum başka azizleri henüz fark etmedim ama büyük olasılıkla unuttuklarım ya da haberdar olmadığım azizler olduğunu düşünüyorum.
- Bundan sonra ne tür bir kitap yazmayı düşünüyorsunuz?
Ben kendimi aslında bir yazar olarak algılamıyorum. Daha önce ‘Yedi Kilise’ ve ‘Melekler’ konusunda iki kitabım basılmıştı ama onlar daha çok inanç turizmi kapsamında veya kilisede verdiğim teoloji derslerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştı. ‘Anadolu’nun Azizleri’ de önce Türkiye’deki kiliselere yönelik bir ders olarak tertiplenmiş, daha sonra üzerinde epeyce çalıştıktan sonra kitap haline gelmişti. İleride yeni bir kitap yazıp yazmayacağımı henüz bilemiyorum. Belki bu kitabın devamı olacak bir başka kitap yazabilirim.