Amin Maalouf oryantalizme sapmadan doğuyu batıya en iyi anlatan yazarlardan biri olmayı başaran ender kalemlerden biri. ‘Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri’, ‘Afrikalı Leo’, ‘Semerkant’ ve tabii ki ‘Doğunun Limanları’ hafızalardan kolay kolay silinmyecek Amin Maalouf kitaplarından bazıları.
levon bağış
Doğu’dan Uzakta
Amin Maalouf |
Maalouf, bu kez bir ‘yüzleşme kitabı’ ile doğudakilere, batıya gitmiş (kaçmış mı desek acaba?) doğuluları anlatmaya, gidenler ile kalanları hesaplaştırmaya çalışıyor. Edebi değeri çok tartışılacak bir kitap olsa da çok tanıdık bir meseleyi ele alan, bize çok yakın bir anlatı yaratırken araya bin bir gece masallarından çıkma bol şampanya ve yemek soslu bir kaçamak sıkıştırmayı da ihmal etmiyor.
İç savaşları tarafsızdan dinlemek
“Umutsuzlukta haklı çıkacağımıza, umutta yanılalım” diyor kitabı düşüncelerinden takip ettiğimiz 47 yaşındaki tarihçi Proseför Adam. Umutsuz olmak için pek çok sebebin olduğu iç savaşın üzerinde geçtiği memleketinde savaştan bahsederken kuruyor bu cümleyi. Oysa iç savaşlar da diğer tüm savaşlar gibi kendi kahramanlık hikâyelerini, zaferlerini barındırsa da bu savaşları yaşayanların anlatımları pek tarafsız olamaz. Belki de bu yüzden iç savaşları en iyi anlatanlar hep dışarıdan bakanlar olmuştur. İspanya İç Savaşı’nı Ernest Hemingway ve George Orwell, Ekim Devrimi’ni ise John Reed’den okumuşuzdur.
Bu düsturdan yola çıkan Amin Maoluf kitabın arka kapağındaki doğru yoruma göre “en iyi yaptığı şeyi, doğuyu anlatmayı” bir nebze dışarıdan bir gözle hem de bir tarihçinin gözü ile nereden anlatırsanız anlatın taraf olmak zorunda kalacağınız bu dramı hem taraf hem de tarafsız kalarak anlatmaya çalışıyor. Eğer yakından bilmiyor olsanız nerede geçtiğini tahmin etmek zorunda kalacağınız bir yerde geçiyor hikâyemiz. Kitabın hiçbir yerinde ülkenin adı geçmiyor. Ama iç savaşta savrulmuş bir jenerasyonu anlatıyor.
Kendilerine ‘Bizanslılar’ demeyi seçmiş her türlü topluluktan gelmiş bir arkadaş grubunun nasıl değiştiğini anlatırken aslında bu savaş çılgınlığının normal insanları nelere çevirebileceğini anlatmaya çalışıyor. Grubun ülkesinde kalıp savaşa taraf olmak zorunda kalan bir ferdinin, artık pek sevilmeyen eski bir dostun ölümü üzerine tekrar bir araya gelmeye çalışan arkadaşların hikâyesi tek tek anlatılıyor. Belki de yazar bu savaşın taraflarına empati göstermeye çalışıyor.
Topyekun olarak yenildiğini düşündüğü memleketinin bu durumuna bir açıklama yapma arayışındayken aşağıda ki belki de kitabı açıklayan cümleleri kuruyor;
'Yenikler her zaman kendilerini masum kurbanlar olarak göstermek eğilimindedirler. Ama bu gerçeğe pek de uymaz, hiç de masum değildirler. Yenildikleri için suçludurlar. Kendi halklarına, kendi medeniyetlerine karşı suçludurlar. Sadece yöneticilerden değil, benden, senden, hepimizden bahsediyorum. Bugün tarihin mağluplarıysak, hem kendi gözümüzde hem de tüm dünyanın gözünde aşağılanmış durumdaysak, bu sadece başkalarının değil, öncelikle bizim suçumuzdur.'
Kitap kahramanlarından Bizanslılar grubunun Yahudi üyesi ile konuşurken, orada yaşamış bir Yahudinin yaşananlar karşısında neler hissettiğini sorgularken aldığı cevap, arkadaşının babasının oğluna söylediklerinden geliyor ve tüm azınlıkların duygularına tercüman oluyor;
“Benim paramı, evet ailemizin tüm parasını son kuruşuna dek alıp bir ata yatırdığını düşün Naim, sana her türlü hakareti ederdim, bizi mahvetmekle suçlardım, hatta belki doğduğun güne bile lanet ederdim. Ama oynadığın atın kaybetmesi için dua eder miydim?”
‘Araf’ta kalma duygusunu okuyucuya çok iyi aktarabilen kitabı en iyi anlayacak okur kitlesi ise galiba biz Türkiyelileriz.