IMF’ye borç bitse de dış kaynak ihtiyacı sürüyor

Dünyanın önde gelen uluslararası finans kuruluşlarından Merill Lynch’in Türkiye Masası Direktörü Türker Hamzaoğlu, Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun son taksitini ödemesinin ne anlama geldiğini yorumladı.

TÜRKER HAMZAOĞLU

Türkiye bugün IMF’ye olan borcunun son taksitini ödedi. Her ne kadar sembolik bir anlam taşısa da, hak etmediği bir iltifata tâbi tutuluyor. Basında çıkan yorumlara ve siyasi açıklamalara bakınca insan, 14 Mayıs’ın Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını ilan ettiği gün ya da düşmanın denize dökülmesi gibi bir tarih olarak kutlanmaya başlayacağı düşüncesine kapılabilir.

Tarih anlayışımızın genellikle kahramanlıklar ve destanlar üzerine kurulu olduğunu düşünürsek, bu çok da şaşırtıcı değil. Ancak, biraz serinkanlı düşünürsek, bu yoğun sembolizmin altı nispeten boş. Söz konusu olan IMF desteği olmadan ayakta durabilmekse, bu zaten Mayıs 2008’de sona eren stand-by anlaşmasından beri söz konusu. Geriye dönük olarak şimdi IMF’ye boyun eğmeyen Türkiye resmi çizilmesine rağmen, bu karar çok zor alındı. Hükümet yaklaşık iki sene IMF ile yeni bir anlaşma yapılacağı beklentisini finansal piyasalarda canlı tutarak zaman kazandı. Dolayısıyla, Türkiye’nin IMF’siz ayakta durmaya başladığı tarihi Mart 2010’a ötelemek daha doğru olabilir. Önümüzdeki hafta IMF’ye yapılacak son ödeme ise, diğer dış borçlarımızdan pek de farklı değil.

Değişmeyenler

Daha büyük bir pencereden bakarsak, geçmişte Türkiye’yi IMF desteğine mecbur bırakan büyüme modelinde ve yurtiçi dinamiklerde geçtiğimiz on yılda büyük ölçüde bir değişiklik olmadığını söyleyebiliriz. Düşük yurtiçi tasarruflar nedeniyle, ekonomi hâlâ ancak dış kaynak girişine bağlı olarak büyüyebilmekte. Bu da Türkiye’nin ancak cari açık vererek büyüyebilmesi ve bunun sonucu olarak özel sektörün nispeten yüksek kur riski taşıması demek. Bunun sonucu olarak da, sermaye hareketlerinin yavaşladığı ya da Türkiye’den çıkışların gözlendiği dönemlerde Türk lirası değer kaybediyor, faizler hızla yükseliyor ve yurtiçi talep de daralıyor.

Ancak, IMF desteğiyle yürütülen programların da yardımıyla, ekonomideki birçok yapısal kırılganlık geçtiğimiz on sene zarfında giderildi. Bankacılık sistemi güçlendi ve kamu maliyesi iyileşti. Özellikle sermaye hareketlerindeki oynaklığa karşı kırılganlıklar devam etse de, Türkiye ekonomisinin bu şoklara karşı direnci arttı.

Bu direncin arttırılma sürecinde Türkiye’nin önemli bir sponsoru IMF olmuştur. Türkiye IMF ile yaklaşık 19 stand-by anlaşması imzaladı ve 50 milyar dolarlık bir kaynak kullandı. Bu kullanılan kaynakların yaklaşık yüzde 90’ının 2000 yılı sonrasında, uluslarası piyasaların Türkiye’ye borç vermek için çok da gönüllü olmadığı bir dönemde kullanıldığı göz önüne alınırsa, IMF’nin sırtta taşınan bir yük olmadığı da görülebilir.

Tam tersine, 2002-2008 dönemindeki performansıyla, Türkiye IMF’nin en başarılı programlarından biri olarak anılmaktadır. Bu dönemde Türkiye’de GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) ortalama yüzde 6.8 büyümüş, enflasyon yüzde 70’den yüzde 6’ya gerilemiş, bütçe ortalama yüzde 4.5 faiz dışı fazla vermiş ve merkezi hükümetin borcu da yüzde 80’den yüzde 40’a gerilemiştir. Yurtdışında hıza toparlanan ekonomik aktivite de göz önüne alındığında, şans faktörü de Türkiye’ye yardim etti.

AK Parti 2002’de büyük bir çoğunlukla iktidara geldiğinde, uygulanacak politikalara yönelik bir çok soru işaretleri söz konusuydu. Partinin, 2001 krizi sonrasında IMF ile oluşturulan ekonomi politikası çercevesine sadık kalarak ekonomiyi bir nevi otomatik pilota alması, hem ekonomik performansın hızla toparlanmasına hem de partinin acemilik döneminde siyasi olarak duruşunu sağlamlaştırması için gerekli zamanın kazanılmasına yardım etti.

Mısır’ın gösterdiği

Dolayısıyla, bir anlamda 2007 sonrasında Türkiye’de yaşanan siyasi normalleşmenin gerçekleşebilmesinde IMF programlarının da katkısı olmuştur, denebilir. Bunun tersi simdi Mısır’da yaşanıyor. 2002’de iktidara gelen AK Parti’nin ilk dönemi ve 2012 yılında iktidara gelen Müslüman Kardeşler’in hayal kırıklığı yaratan performansı karşılaştırıldığında, ekonomik performansın önemi görülüyor.

Birçok cephede aynı anda mücadeleyi seçen Müslüman Kardeşler, IMF anlaşmasını yaklaşık iki senedir oyalıyor. Suudi Arabistan, Katar, Türkiye, Libya gibi ülkelerden gelen destek ödemeler dengesi, krizi şimdilik önlese de, özel sektörün katılımıyla güven ortamının kalıcı olarak tesis edilmesine yetmiyor. Bu da, ekonominin kan kaybetmeye devam etmesi ve siyasi reformların yapılamaması demek. Başkan Mursi’nin popülaritesinin hızla düşmesi ve siyasetin kutuplaşması da bunu gösteriyor.

Sonuç olarak, IMF ile beraberliği tarihi bir perspektifle ele alırsak, Türkiye son on yılda bu ilişkiden çok fayda gördü. Hatta Türkiye’nin gerçekleştirdiği siyasi ve ekonomik normalleşme göz önüne alındığında, AK Parti’nin aldığı en önemli kararlardan birinin belki de 2002’de IMF ile devam ederek, önceliği ekonomiyi rayına oturtmaya vermesi olduğunu söyleyebiliriz. (EE)

Kategoriler

Güncel Türkiye