Nagehan Alçı’nın fantastik ‘vatan’ algısı

Sevag Beşiktaşlıyan, Suriye tapesinin ortaya çıkmasıyla öne sürülen “ulusal güvenliği tehdit” ve “vatana ihanet” suçlamalarını anlamak için Wikileaks’i tekrar gündeme getiriyor. Dört Bir Taraf programında tapelerden bahsettiği için Kadri Gürsel, Nazlı Ilıcak ve Altan Öymen’i ‘vatan haini’ ilan eden Nagehan Alçı’nın WikiLeaks’e methiyeler düzen yazısı ise hâlâ arşivlerde.

SEVAG BEŞİKTAŞLIYAN
besiktasliyan@agos.com.tr

Yakın dönemde, Ukrayna krizinin ardından Rusya’nın Kırım’ı ‘yasal’ yollarla ele geçirmesinin ardından, özellikle ABD’de WikiLeaks belgeleri bir kez daha gündeme geldi. Zira WikiLeaks’in sızdırdığı, ABD Dışişleri’ne ait olan ve 1966-2010 yıllarını kapsayan bir dönemin belgeleri, Rusya’nın Kırım’a karşı böylesi bir hamle yapma ihtimalinin Batı ve özellikle ABD tarafından hiç beklenmediği yorumunu yerle bir ediyordu. WikiLeaks’in 2010 yılında kamuoyuna sunduğu 200 bini aşkın belge içerisinde özellikle 2006 ve 2009 Rusya-Ukrayna krizleri sırasında Kiev’in, ‘Rusya’nın içişlerine çok karıştığı’ yönünde ABD’ye yaptığı şikâyeti ve yardım çağrısı ile ilgili olanlar, ABD Dışişleri’ni hedef alarak bir kez daha hatırlatıldı.

Türkiye’de ise malum tapelerin ortalığa saçılmasının ardından, 2010-11 yılında dünyayla birlikte Türkiye’yi de sallayan WikiLeaks’i geçen haftaya kadar hatırlayan pek olmadı. Suriye üzerine yapılan üst düzey bir toplantıdaki konuşmaların sızması infiale yol açarken, bu sızıntıyı WikiLeaks’le ilişkilendiren ilk kişi galiba Nagehan Alçı oldu. Veyahut Alçı, o kadar büyük laflarla feveran etti ki, bir tek onun vurgusu duyuldu. Alçı, demirbaşı olduğu Dört Bir Taraf programında, ‘Suriye tapesi’nin haber yapma hakkı sayılabileceğini savunan bir bildiriyi okuyan Kadri Gürsel ile birlikte onu destekleyen Nazlı Ilıcak ve Altan Öymen’i ‘vatan hainliği’yle suçladı. Bu suçlaması esnasında da, WikiLeaks’in kurucularından Julian Assange ve WikiLeaks belgelerini sızdıran Bradley (artık Chelsea) Manning’e yapılan casusluk suçlamasını, baskıları ve kötü muameleyi haklı gören bir dil kurdu.

Bundan birkaç yıl öncesine döndüğümüzde ise, Türkiye’de daha sonra Taraf gazetesi tarafından da yayımlanan bu belgelerin ilk çıktığı Kasım 2010 tarihinde, Alçı’nın ne Assange ne de Manning hakkında böyle düşünmediğini görüyoruz. Alçı, 30 Kasım’da Vatan gazetesinde yayımlanan yazısına, bu belgelerden hiç de rahatsız olmadan ‘Amerika çıplak!’ diye başlık atmıştı. Alçı, bu belgeler için “WikiLeaks belgelerine ‘vay, dünyanın gizli sırları ortaya çıktı’ edasıyla değil, aksine, ‘zaten tahmin ettiğimiz ama detaylarına vakıf olamadığımız bir düzenin ayrıntılarına kavuştuk’ edasıyla yaklaşmayı doğru bulduğunu” da ekliyordu. Hatta bu belgelerden ABD başta olmak üzere İsrail, Suudi Arabistan, Bahreyn, İran, Lübnan ve Suriye hakkında edindiği bilgileri de okuyucularıyla rahatça paylaşıyordu. WikiLeaks’e karşı ne casusluk ne de vatana ihanet suçlamasında bulunuyor gibiydi.

Bu belgelerin, Suriye tapesinden farklı olarak ‘ulusal güvenlik’ tehdidi oluşturmadığını savunabiliriz elbette ki. Fakat WikiLeaks’in öncelikli hedefi olan ABD bizimle aynı fikirde değil. Zira Chelsea Manning’in yargılandığı ve Assange’ın yargılanmakla tehdit edildiği davanın temelini oluşturan kanun 1917 Casusluk Yasası. Bu yasaya aykırı hareket etmenin ilk koşulu da, “Sahibinin, ABD’nin zararına veya herhangi bir yabancı devletin yararına kullanılabileceğine inanılması için bazı nedenlerin bulunduğu, ulusal güvenlik ile ilgili bilgileri yayması”.

Hadi diyelim ki, bu bilgiler ABD’ye dış temsilciliklerinden akan malumatlardan daha fazlası değil. Peki, Tunus’taki diktatörlüğün büyük boyutlu yolsuzluklarını açığa çıkaran bu malumatların – kesinlikle esas sebebi olmamakla birlikte – kolaylaştırdığı bir yolla devrilmesi için ne diyebiliriz? Bu durumu haklı olarak devrim diye alkışlarken, Tunus’un veya ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit etti diyerek WikiLeaks’i itham edenimiz olmuş muydu? Veya yine WikiLeaks’in sızdırdığı ve 2010 yılının ilk aylarında yayımlanan Irak ve Afganistan savaşlarında yaşanan adaletsizliklerin, hukuksuzlukların, işkencelerin ve sivil ölümlerinin ortalığa saçılmasına ne demeli?

Elbette ki, Türkiye’deki sızıntıların, WikiLeaks gibi evrensel olarak devlet kurumuna karşı bireyi korumaya çalışan bir örgütlenmenin, güçlünün mahremiyetini güçsüzün lehine yıkmak ve şeffaflık gibi amaçlar taşıdığını savunmuyorum. Keza WikiLeaks’in bu ‘ulvi’ amacının samimiyetini de sorgulayabilirim. Türkiye’de gerçekleşenlerin Erdoğan’ı yıkmak ve sonrasında devleti şeffaflık adına hiçbir iyileşme yapılmadan ele geçirmek amacıyla olduğunu da biliyorum. Fakat yine de bu sızıntılara karşı tez elden ‘vatana ihanet’, ‘ulusal güvenlik’ ve ‘casusluk’ argümanlarını sunanlardan tutarlılık beklemek de en doğal hakkım. Sadece dünyaya kapalı reflekslerle Türkiye merkezli değil, devlet merkezli düşünen ulus-devlet zihinlilerin de içinde bulunduğu bu tablo, çok acı. Zira bir kez vatan veya ulusallık anlatısı kurduğunuzda, bunun sadece kendi ülkenizle sınırlı olmayacağını düşünmeniz gerekir. Sonuçta, Türkiye’ninki ulusal güvenlik de, ABD’nin, Tunus’un veya Çin’inki patlıcan değildi elbette ki.       

Kategoriler

Şapgir