‘Türkiye, çocukları Türk milliyetçiliğinin taşıyıcısı kıldı’

Volkan Eke, ‘Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası’ kitabının yazarı İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden Güven Gürkan Öztan’la 23 Nisan’ı ve devletin çocuklara ilgisini konuştu: ‘Mezarına bırakılmış bilyeleri dahi, kendi iktidarını sarsmak üzere konmuş cephane gibi gören muktedirlerin ülkesinde, hangi çocuk bayramı?’

VOLKAN EKE
volkan.eke@gmail.com

Çocukluk ve militarizm çalışmalarıyla tanınan Güven Gürkan Öztan ile 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı konuştuk. 23 Nisan’ın anlamının değişip değişmediği, çocuğun niçin iktidarın ilgi alanına girdiği ve çocuk tanımının kapsama alanı üzerine oldukça derin bir söyleşi yaptığımız Öztan, Türkiye’nin çocuk tablosunda ne son 30 yıllık savaşın, ne de soykırımın harap ettiği çocukların hayatlarına yer olduğunu söylüyor.

  • Bir devlet niye çocukla ilgilenir?

Çocukluğun sınırlarının çizilmesi, çocuklar ile yetişkinler arasındaki mesafenin yeniden belirlenmesi ve çocukların devlet iktidarını “verili” kabul edecekleri bir biçimde yetiştirilmeleri, modern devletin ajandasında ilk sırada. Devletin kurulu düzenin devamını sağlanmadaki en önemli fonksiyonu, itaat ilişkilerini normalleştirmek ve iktidarın sembolik evrenini hegemonik hale getirmek. Çocukluk, kategorik olarak buna en uygun dönem. Modern devlet, kendinden önce parçalı olan eğitim usullerini ve buradan güç alan hiyerarşik iktidar ilişkilerini adım adım dağıtarak, tüm düzenleme yetkisini kendinde topladı. Eğitimin profesyonel bir iş olarak devletin düzenlediği ve zorunlu hale getirdiği bir alan olması bu sürecin sonucu. Nüfus politikaları ve çocuk sağlığı alanındaki düzenlemeler de yine benzer kaygılarla merkezde toplanır. Geleceğin askeri de, müteşebbisi de, emekçisi de, artık devlet ve onun bekası için vardır; en azından modern devletin istediği budur. Çocuktan zamanın ruhuna uygun bir homo economicus yaratmak, son iki yüzü yıldır devletin asli hedefleri arasındadır. İktisadi verimlilik ile müstakbel ekonomik öznenin performansı arasında kurulan bağın kalkınma-büyüme-rekabet gücünü arttırma denkleminin kurucu öğesi olduğu yadsınamaz.

Ancak tüm bunlara rağmen devletin müesses nizamın sınırları içinde kalan vatandaşlar oluşturma hedefinin sonucunda “başarılı” bir tektipleştirme operasyonun gerçekleşip gerçekleşmediği şüpheli. Zira politik sosyalizasyon araçları, gündeliğin kendi ritmi içinde başka aktörler tarafından değiştirilir, dönüştürülür. Burada altı çizilmesi gereken, modern iktidar kavrayışı ve onun hegemonik algı dünyasının farklı siyaset güden aktörler için dahi zorunlu bir zemin olarak kabul edilmesi. Bir başka deyişle, devlet bu anlamda tektipleştirmekten çok, o zemini kurmakla kendini var eder. Çocuklar, bu nedenle sürecin merkezindedir. 

  • İmparatorluk ile ulus devletin çocuğa yüklediği anlam/misyon arasında fark var mıdır?

Müesses nizama başkaldırmayacak müstakbel yetişkin olarak yetiştirilme anlamında ciddi bir süreklilik var. Modern iktidar, hem 19. yüzyılın emperyal devletlerinde hem de onların çözülmesi ile oluşan yeni siyasi formlarda, devlete endeksli ödev ve sorumluluk kavramlarını öne çıkardı çocuklar için. Ulus-devlet ile çocuğu müstakil bir ulusun ayrılmaz parçası ve geleceğinin garantisi olarak görmek modern iktidarın yegâne perspektifi haline geldi. Bu çerçevede, iki farklı strateji izlendiği söylenebilir. Bunlardan ilki, yurttaşlığı daha liberal bir yerden kurup çocuk ile “ulusu” tanıştırmayı hedef alan yaklaşım. Haklar ve sorumluluklar arasında yurttaşlığın politik zemini üzerinden bir denge kurma ve çocuğu bu dengeye referansla yetiştirme kaygısı ağır basıyor burada. Anglo-Saksonlar, bu modeli takip ettiler. Bir diğer strateji ise ulusu etnisist karakterli bir milliyetçilik üzerinden tanımlamak ve çocukları bunun tek hakikat olduğuna inandırmak. Despotik bir eğitim sistemini devreye sokarak yükümlülüklere ve ulusun biricikliğine/diğer uluslardan üstünlüğüne işaret etmek. Almanya, İtalya örneklerinde olduğu gibi iki savaş arası totaliter rejimlerin yaptığı özetle buydu. Türkiye’de öğretmenleri misyoner, çocukları da Türk milliyetçiliğinin taşıyıcısı kıldığı sistemiyle bu çerçevenin içinde. Pedagoji dâhil olmak üzere her şeyi millileştirme telaşı, çocukluğun evrensel kavrayışındaki ortak kazanımları olumsuz etkiledi.

  • Türkiye tarihinde ne zamandan itibaren çocuklar iktidarın ilgi alanına girdi?

19. yüzyılın ikinci yarısıyla beraber Osmanlı İmparatorluğu’nda çocuklar iktidarın ilgi alanına girmeye başlıyor. Çocukluk algısındaki değişim, önce İmparatorluk’un merkezlerinde Avrupa ile sosyo-ekonomik ilişkilerin gelişmesi ve orta-sınıf olarak adlandırılabilecek bir zümrenin ortaya çıkması ile birlikte başlıyor. Çocuğun sosyal yaşamda kıymetlenmesi ile birlikte, çocuk yayınlarının sayısında gözle görülür bir artış oluyor; maarif sistemi yeniden organize edilmeye çalışılıyor. II. Abdülhamit dönemi ise çocuklara siyasi ilgi anlamında büyük bir değişimi gösteriyor. “Velinimet-i biminnet” sıfatı ile sultanın “tüm yurdun babası” olarak sunulması ve bu çerçevede çocukları koruyan, gözeten ve şefkatle saran II. Abdülhamit portresi, mutlak monarkın,  Jean Bodin’in metinlerini hatırlatırcasına “aile reisliği”ne benzetildiğinin adeta kanıtları. Abdülhamit, örneğin “maarifperver” sıfatını modern iktidarın bir yansıması olarak taşımaktan epey memnun görünüyor. Okullaşma oranındaki artış, etfal hastanesinin açılması derken, modern anlamda iktidarın çocuklar üzerinden topluma nüfuz etme kapasitesini arttırdığını görüyoruz. Tabii, halen sultana sadakat, Tanrı’ya sadakat ile eş. Bu şablon, II. Meşrutiyet ile değişecek ve artık anayasal rejime bağlılık çocukların politik sosyalizasyonunda en önemli ilke haline gelecek. Buna uygun olarak, müfredatta ve ders kitaplarının formülasyonunda değişiklikler yapılacak. Hatta bir süreliğine esen liberal ve çoğulcu rüzgâr bu metinlere de tesir edecek. Ancak Balkan Savaşları ve Türk milliyetçiliğinin şoven ve etnisist vurgularla yükselişi, bahsettiğim liberal iklimi tamamen ortadan kaldıracak. Dönemin milliyetçi ideologlarından Ziya Gökalp, Aka Gündüz, Hüseyin Ragıp ve Mehmet Emin, Çocuk Dünyası’nda; Yusuf Akçura ise Talebe Defteri’nde çocuklara milliyetçilik ve “savaş” propagandası yapacak. Oyuncağı süngü, tüfek olan, yaşama amacı ise öç almak ile sınırlandırılan bir çocuk imgesi, iktidar tarafından inşa edilecek. Bu bildiğimiz itaat ilişkilerinin militarize edilmesinde yeni bir boyuta geçildiğinin de göstergesi. “Efendi millet” olarak Müslüman-Türk kalıbı, çocuklara yönelik uygulamalara damgasını vuracak. İpleri tamamen ele geçirdikten sonra İttihat ve Terakki’nin toplum mühendisliği projelerinde çocukların ve gençlerin merkeze alındığını göreceğiz. Milliyetçi yayınlardan para-militer örgütlenmelere kadar uzayan ve belli ölçüde cumhuriyete miras kalan bir süreç…     

  • Çocuk bayramı ile ulusal egemenliği, bir bayramda bağlayan nedir?

Aslında 23 Nisan’ın her iki sıfatı üzerine almasının bir tarihi var, ancak galiba bundan önce şunu söylemek gerekiyor. Cumhuriyet, tüm meşruiyetini yeni bir başlangıç yapma iddiasından alıyor. 23 Nisan, aslında bu başlangıcın bir nevi miladı. Meşruiyet dediğimde bunun iki boyutu olduğunu ifade etmem elzem. Biri, doğrudan uluslararası kamuoyuna yönelik. Biz, 1915’te Ermenilere soykırım projesini hayata geçiren İttihatçılardan değiliz diyorsunuz. Mustafa Kemal’in bir lider olarak yükselişinde, başka parametrelerin yanı sıra 1915’te aktif rolü olmamasının etkisi herhalde yadsınamaz. “Beyaz sayfa” açma iddiasının o günün dünyasında belli bir kredisi olduğunu da biliyoruz. Bolşevik Devrimi sonrasında, Rusya da bir süre bu krediden ve ilgiden istifade etti. Aynı iddianın içerideki kamuoyuna mesaj verdiği de aşikâr. Bu konuda güzel bir örnek Maarif Vekâleti Müsteşarlığı da yapan Nafi Atuf [Kansu]’un söyledikleridir. Kansu’ya göre yaşamasına ve gürbüzleşmesine engel olabilecek bütün bağlardan sıyrılan” ve “kendini bularak bünyesinin orijinalliğini göstermeye hazırlanan” Türkiye gibi Türk çocuğu da cumhuriyetle beraber, “kendi tabiatında yaşayan bütün kudretleri kullanabilme hürriyetine malik olmuştur.” Bu özdeşleştirme aslında yeni iktidar ile çocukla bir düşünülen gelecek arasındaki performatif bağın sinyalidir.

Bayrama gelince, aslında 23 Nisan, cumhuriyet Türkiyesinin ilk “milli bayramı”… Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasını takip eden ilk yılda 23 Nisan “milli bayram” ilan edilir. Ancak onun “milli hâkimiyet bayramı” olması, ancak 1935’te kanun değişikliği ile olur. Çocuk bayramının kökenleri ise İttihat ve Terakki yıllarına kadar uzanır. Biz, cumhuriyet döneminde Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 1927 yılında 23 Nisan’ı çocuk günü ilan ettiğini görüyoruz. Fuat Umay’ın uğraşları ile 1929’da 23 Nisan ile başlayan hafta “çocuk haftası” olacak. Devletin resmi ideolojisinin kurumsallaşmaya başladığı 1930’lardan itibaren de 23 Nisanların kutlanması belirli bir rutinin içinde cereyan edecek. Kısa süre Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olan ama etkisi uzun süre devam eden Reşit Galip, bu sürecin içinde önemli bir aktör.  1933’te 23 Nisanların kutlama alanı genişliyor ve Mustafa Kemal çocukları makamında kabul ediyor. O gün yerleştirilen ritüeller bugün de belirli bir süreklilik içinde sürdürülüyor.

  • Günümüzde 23 Nisan, ulusal kuruluş dönemindekiyle aynı anlamı taşıması bize ne anlatıyor?

Türkiye’de halen çocuklara birer “proje” olarak bakılıyor. Bir başka deyişle, çocuklar kendilerine has özellikleri olan birer varlık biçiminde değil, biçimlenmesi gereken müstakbel yetişkinler şeklinde yorumlanıyor. Hal böyleyken, biçimleyecek aktörler arasındaki rekabet, çocukların katılımını gölgeliyor. Çocukların kendi 23 Nisanlarını kendilerinin planladığı ve gerçekleştirdiği bir örnek Türkiye’de bugün de hayal… Kurucu lider kültünün devamı ve bunun 23 Nisan gibi özel tarihlerde performatif olarak yeniden inşa edilmesi, bugünün liderleri için de ayrıca önemli. Bir başka deyişle, Mustafa Kemal kültünün çocuklara bayram hediye eden lider çarpıtmasıyla hatırlatılması, şimdiki muktedire meydan okuyan bir şey değil. Aksine örneğin liderlik üzerinden kendini var eden bugünün iktidar partisi ve Erdoğan için dahi işlevsel.    

Tüm bu süreklilikler içinde değişenler de var tabii. Bir defa törenlerin biçimci dışavurumlarının görece esnediğini tespit etmek gerek. Bu da zamanın ruhu ile ilgili bir şey, bugünün çocuklarına, bırakın 1930’ları, 1980’lerin törenleri ile hitap etmek zor. Belki de bu yüzden pop şarkılarının çalındığı, törenin kısalıp oyunun arttığı örnekler çoğalıyor. Ama tabi,, makama çocuk oturtma gibi ritüellerden vazgeçilmiş değil.   

  • Başbakan koltuğuna bir çocuğun oturması gibi bu ritüellerin anlamı nedir?

Resmi makama çocuğun oturması meselesi, aslında bugün gülüp geçtiğimiz bir ritüel ama arka planında bir iktidar yorumu var ve bunu hatırlamak gerek. Öncelikle resmi makamların müstakbel sahiplerinin çocuklar olduğu vurgusu, o makamların hükmetme meşruiyetlerinin altını çizen bir şey. Aynı zamanda yine modern devletin süreklilik ilkesi ile de doğrudan ilgili. Çocuklara bugünün müesses nizamı içinden seslenip hedef göstermenin ve bunu yaparken de aslında rejimin onlara büyük değer verdiği iddiasını yinelemenin bir biçimidir.

Meselenin bir diğer boyutu da, bu ritüelin ilk tesis edildiği zamandaki cumhuriyetçi erdem tanımıyla iç içedir. Buna göre makam sahibi olmak, yeni rejimin söyleminde salt “ferdi bir başarı” değil; “milli bir sorumluluk”tur ve hem tecrübe hem de iyi eğitim gerektirir. 1933’te basılan ve Ramiz imzasını taşıyan Çocuk Vali adlı okul temsili bu bakış açısına iyi bir örnek. 23 Nisan vesilesi ile valilik makamına oturan minik vali, koltuğa oturur oturmaz, boyunu aşan meseleler ile karşılaşır. Tebriğe gelenler, yığılan bürokratik işler, çocuk valiyi zora sokar. Bir de görevli memurun getirdiği dosyanın içinden çıkamayınca artık dayanamaz; ağlamaya, tepinmeye başlar. Küçük valinin babası, oğlunun yanına geldiğinde, onu gözyaşları içinde bulur. Minik vali, bir günün sonunda adeta harap olmuştur; baba, oğluna bunun üzerine şunları söyler:

“Yavrum seni bir gün için şu sandalyeye oturttukları zaman hakikaten vali mi yapmak istediklerini zannettin? Aldanma yavrum! Memleket, istikbalin en büyük ümidi ve kuvveti olan siz çocuklara ne kadar kıymet verdiğini gösteriyor, sizin namınıza bayram yapıyor ve bu fırsatla da göstermek istiyor ki büyük mevkilere sahip olmak için daha çok okumak daha çok malûmat ve tecrübe sahibi olmak lâzımdır… Sen de gördüğün bu müşkülâtı, uzaktan her şeyi kolay gören arkadaşlarına anlat ve hayatta herkesin ancak malûmat ve bilgisine göre mevki alması lâzım geldiğini söyle.”           

O gün de, bugün de, liyakat ile makam arasında kurulan bağın gerçekte böyle olmadığını biliyoruz. Ancak bundan daha vahimi, makama çocuk oturtmanın bir değer verme göstergesi olarak sunulması. Çocuklara değer vermenin birinci şartı, onların yaşama, barınma, eğitim hakları başta olmak üzere evrensel haklarına saygı göstermek. Sembolik koltuk teslimi yerine hayatın her alanında çocukların katılımını teşvik etmenin yeni mekanizmalarını yine çocuklarla keşfetmektir.

  • Bir savaş coğrafyasında çocuk bayramı kutlamanın etkileri ne olabilir?

Bu coğrafyanın çocukları çok acı çekti, hâlâ da çekmeye devam ediyor maalesef. Yüzyıl önce Balkan Savaşları esnasında ve hemen akabinde, bu toprakların çocukları Türklüğün intikamını alacak müstakbel askerler olarak yetiştirilmek istendi. Ölen çocuklar, eğer Türk ve Müslüman değilse, genel kamuoyunun gündemine dahi gelmedi, getirilmedi. Yasları tutulmadı. Bir de 1915 gerçeğimiz var tabii… Soykırım sırasında yaşamını kaybeden çocuklar ve “kurtarılanlar”… Müslümanlaştırılan Ermeni çocuklarının önemli bir kısmının ne denli zor ve acılı bir yaşam sürdüğünü kişisel anlatılardan biliyoruz bugün. Türkiye’nin çocuk edebiyatında önemli bir tema olan “besleme” gerçeğinin de, Ermeni çocuklara değmeden anlatılması başlı başına dikkat çekici.

Son otuz yılın savaş ortamının çocuklar üzerindeki travmatik etkisi de, Türkiye’nin genel kamuoyunun 23 Nisan ve çocuklar tablosu içinde çok yer tutmuyor. Köyleri boşaltılan, evleri yakılan çocukların zorunlu göç sonrasında yaşamaya mahkûm edildiği sefaleti görmeyip çocuk suçlular kategorisi üzerinden güvenlik referanslı konuşan siyasilerin “ıslah projeleri” de devletin asimilasyon stratejilerinden besleniyor sadece. Terörle Mücadele Kanunu, mağduru çocukların halen cezaevlerinde yetişkinler gibi cezalandırıldığını dillendiren bir resmi görevliye denk geldiniz mi? Pozantı’da Sincan’da çocuk cezaevlerinde yaşanan işkenceler sıradan bir olaymışçasına hemen gündemden düşüyor.

Ezcümle, devletin makbul çocuk imgesine uymayan her çocuğun rahatlıkla terörist ilan edildiği bir ülkede yaşamayı sürdürüyoruz. Uzağa gitmeye gerek yok. Berkin’in ölümü ve iktidarın tavrı çok şey anlatıyor bize… Mezarına bırakılmış bilyeleri dahi, kendi iktidarını sarsmak üzere konmuş cephane gibi gören muktedirlerin ülkesinde, hangi çocuk bayramı?

Kategoriler

Şapgir