20 yıl önce Hocalı’da ne olmuştu?

Pek çok yetkin yazar tarafından Hocalı anmalarının, 1915 Ermeni Kırımı’nın 100. yıldönümünde Türkiye’nin yaşayacağı diplomatik ve hukuksal sıkışmaya yönelik bir ön tepki olduğu analizi köşelerinde yer alıyordu. Bu doğru bir analiz, ama bir de tarihsel arka plan, yani Dağlık Karabağ Meselesi var.

 

26 Şubat 2012 günü Taksim’de ‘Hocalı soykırımını anma’ adı altında yaşanan ırkçı cerahat patlamasının nasıl örgütlendiği, gösteri sırasında yaşananlar, İçişleri Bakanı Şahin’in konuşması pek çok yetkin yazar tarafından analiz edildi. Bu analizlerde ağırlık noktası, Hocalı anmalarının, 1915 Ermeni Kırımı’nın 100. yıldönümünde Türkiye’nin yaşayacağı diplomatik ve hukuksal sıkışmaya yönelik bir ön tepki olduğuydu. Bu doğru bir analiz, ama bir de tarihsel arka plan, yani Dağlık Karabağ Meselesi var. 

1921 yılında Türkiye sınırındaki Nahçıvan, Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlı özerk (otonom) bölge olarak tanımlanırken, Dağlık Karabağ da Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlanmıştı. Ancak sadece üç hafta sonra, 5 Temmuz 1921’de, Rusya Komünist Partisi Kafkasya Bürosu’ndan Stalin, Kirov, Orconikidze, Nerimanov gibi bir dizi önemli şahsiyetin katıldığı toplantıda yine fikir değiştirildi ve Dağlık Karabağ bu sefer Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olarak tanımlandı. Dahası, bölgenin sınırları çizilirken, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’la fiziki ilişkisini kesmek için Laçin bölgesi Azerbaycan’a bırakılmıştı. 1927’de, aralarındaki siyasi ayrılıkları bir yana bırakan Taşnaklar, Menşevikler ve Sosyal Devrimciler, Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlamak için Moskova’ya başvurdular ancak destek bulamadılar. Stalin’in bu çözülmemiş sorunu, iki tarafa da müdahale etmek için kullanmayı düşündüğü anlaşılıyordu.

Moskova’nın kötü sınavı

Konu yıllarca uykuda kaldıktan sonra 19 Mayıs 1964’te, 2.500 Dağlık Karabağlı Ermeni’nin imzaladığı bir dilekçe, SSCB Komünist Partisi Birinci Sekreteri Nikita Kruşçev’e verildi. Dilekçede Azerbaycan’ın ‘şovenist’ politikalar izleyerek Ermenileri ülkeyi terk etmeye zorladığından yakınılıyor, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a ya da Rusya Federasyonu’na bağlanması isteniyordu, fakat dilekçeye cevap bile verilmedi. Anlaşılan SSCB hem kendi içindeki başka sınır tartışmalarını hem de Doğu Avrupa ülkeleri arasındaki benzer anlaşmazlıkları körüklemekten korkmuştu.

Moskova, 1966 yılında ve 1967’nin ilk yarısı boyunca, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki tartışmalarda sadece izleyici olmayı seçtiyse de, 1967 yılının Ağustos ayında Dağlık Karabağ’da bir Ermeni çocuğun bir Azeri tarafından öldürülmesi, Azeri yetkililerin katili cezalandırmakta gönülsüz davranması, bunun üzerine çocuğun ailesinin de katili öldürmesiyle patlak veren olaylara Kızıl Ordu aracılığıyla müdahale etmek zorunda kaldı. SSCB’nin 1977 tarihli yeni anayasasının 87. maddesiyle Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlılığı tekrar teyit edilince Ermenilerin umudu bir kez daha söndü. Bu arada, 1920’lerde Dağlık Karabağ nüfusunun yüzde 95’ini Ermeniler oluştururken, bu oran 1977’de yüzde 76’ya düşmüş, Orta Asya’dan getirilen Türk asıllı göçmenlerin ve Azeri nüfusun payı yüzde  24’e çıkmıştı. Azerilerin tezine göre 1920’deki nüfus kompozisyonu yapaydı, bölge geleneksel bir Azeri yerleşimi idi ve Sovyetler döneminde Ermenileştirilmişti. Bu yüzden, bu tür nüfus mühendisliği, bir adaletsizliğin giderilmesi anlamına geliyordu.

1985’te ‘Glasnost’ (şeffaflık) ve ‘Perestroyka’ (yeniden yapılanma) diyen Mihael Gorbaçov’un iktidara gelmesi Dağlık Karabağ Ermenilerini yeniden harekete geçirdi. 1987’de 75 bin imzalı bir dilekçe Gorbaçov’a gönderildi. 20 Şubat 1988’de Dağlık Karabağ Özerk Bölge Sovyeti Azerbaycan’dan ayrılarak Ermenistan’la birleşme isteğini taraflara bildirdi. Moskova talebi duymazlıktan geldi ama Azerilerin bu talepleri sessizce geçiştirmesi mümkün değildi.

Sumgait Katliamı

Nitekim 27 Şubat 1988’de, Bakü’nün 35 km. kuzeybatısındaki, 19 bin Ermeni’nin yaşadığı Sumgait şehrinde, Azerilerden oluşan bir kalabalık Ermenilere saldırdı ve resmi kaynaklara göre 26 Ermeni ile 6 Azeri öldü. Gayri resmi kaynaklara göre ölü sayısı en az 200’dü. Ermenilere ait evler talan edildi. Olaylar yatıştıktan sonra, Azerbaycan’da yaşayan 300 bin civarında Ermeni, Rusya Federasyonu ve Ermenistan’a göç ederken, Ermenistan’da yaşayan 250 bin civarında Azeri de, Azerbaycan’a doğru yola çıktı. Yaklaşık 60 yıllık sosyalist deneyimin milliyetçilik hastalığına çare olmadığı iyice anlaşılmıştı ki, aynı yıl Temmuz ayında, başkanlığını ilerde Ermenistan Cumhurbaşkanı olacak olan Dağlık Karabağlı milliyetçi lider Levon Ter Petrosyan’ın yaptığı bir komite, Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağladığını ilan etti. Bunun üzerine, bölgede toplumlararası çatışmalar başladı.

Muttalibov darbesi

7 Aralık 1988’de, Ermenistan’da 28 bin kişinin ölümüne neden olan büyük depremden yaklaşık bir ay sonra, Moskova durumun vahametini anladı ve Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ni kendisine (merkeze) bağladı. Ancak, Azerbaycan’dan gelen baskılar üzerine tekrar fikir değiştirdi ve 28 Kasım 1989’da yönetimi yeniden Bakü Hükümeti’ne devretti. Merkezi hükümetin bu gelgitleri bölgenin zaten bozuk olan kimyasını iyice bozdu. Bunun üstüne tüy diken olay, 13 Ocak 1990 Bakü’de 60 Ermeni 6 Azeri’nin ölümüyle biten olaylar üzerine 19 Ocak 1990’da Kızıl Ordu’nun olağanüstü hal ilan ederek Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ne ve Bakü’ye (karadan, havadan ve denizden) harekât düzenlemesi oldu. 17 bin askerin katıldığı harekâtın amacı, Azeri Komünist Partisi’nin başına Moskova yanlısı Ayaz Muttalibov’u geçirmekti, nitekim öyle oldu. Bunlar olurken sokak çatışmalarında yüzlerce kişi öldü. Bakü’de ölenler yüz binlerin katıldığı bir cenaze töreni ile defnedildikten sonra, Bakü’deki Ruslar ve Ermeniler şehri terk etmeye başladılar. Ermeniler de kendi bölgelerindeki Azerileri göçe zorlayınca her iki bölge de biraz daha ‘homojenleşti’. 

Karabağlıların bağımsızlık kararı

25 Ağustos 1990’da bağımsızlığını ilan edip seçimlere giden Ermenistan’da, devlet başkanlığını Dağlık Karabağlı Levon Ter Petrosyan kazandıktan sonra, Ermenistan siyasetini esas olarak Dağlık Karabağ hassasiyetleri tayin etmeye başladı. Elbette 30 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan’da da durum farklı değildi. Ancak Muttalibov, Dağlık Karabağ’ı doğrudan Bakü’ye bağladığını açıklayınca, Dağlık Karabağ Ermenilerinin cevabı 13 Ocak 1992’de bağımsızlığını ilan etmek oldu.

Azerbaycan aynı anayasanın 78. maddesine referans vererek, tarafların onayı alınmadan iki Sovyet cumhuriyetinin sınırının değişemeyeceğini ileri sürdü. Ve korkulan oldu: Gözü kararmış milliyetçi liderlerin uzlaşmazlığı, zaten bir kıvılcıma bakan toplumları birbirine düşürdü ve 24 Şubat 1992 günü Ermeni milisler, Sovyetler döneminden kalma 366 Motorize Piyade Alayı’nın zırhlı araçları, askerleri ve kurmay heyetiyle birlikte Stepanakert’in kuzeyindeki Azeri yerleşimi Hocalı’yı kuşattılar. Çünkü 7 bin Azeri’nin yaşadığı şehir, yüksekte olduğu, Karabağ’daki tek hava alanına sahip olduğu ve demiryolu da geçtiği için stratejik önemi haizdi. Hocalı-Ağdam, Şuşa, Eskeran, Stepanakert yolu bölgenin can damarıydı. Nitekim 1990’dan beri Ağdam’da yaşayan faşist Azeri lider Ebulfeyz Elçibey’in 500 kadar silahlı adamı Hocalı’da konuşlanmış ve Dağlık Karabağ’ın merkezi Stepanakert’i abluka altında tutuyorlardı. Şehir Sovyet Grad füzeleriyle sürekli olarak taciz ediliyordu.

Değişen sayılar

Hocalı’nın Ermeni milisleri tarafından kuşatılması şehirde paniğe yol açmıştı. Halk Hocalı’yı terk etmeye başladı. Aralarına Elçibey’in milisleri de karışmıştı. Sivil halk Ermeni ve Azeri milislerin karşılıklı ateşi arasında kalmıştı. Azerbaycan yetkililerinin de kabul ettiği bir rapora göre, 26-27 Şubat 1992’de Ermeni Ordusu ve Rus 366. Mekanize Alayı’nın saldırısı sonucu (Rus komutanların sorumluluğu tespit edilememişti), 181 (130 erkek, 51 kadın) sivil ölmüştü. Kaç askerin öldüğü, raporda yer almıyordu. 300 kadar da rehin olduğu iddia ediliyordu. Haziran ayında Azeri yetkililer ölü sayısını 927’ye çıkardılar ama sonunda dünyaya, aralarında 106 kadın ve 83 çocuğun da bulunduğu 613 Azeri sivilin öldüğü ilan edildi. Aynı kaynaklara göre, öldürülen sivillerin yanında, Ermeni kuvvetlerinin rehin aldıkları 1275 kişiden 56’sı işkenceyle öldürülmüş, 150 kişi de kaybolmuştu.

Öldürmeler kimin işi

Daha sonra, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov, kendisine muhalefet eden Elçibey’in milislerinin, kaçmaya çalışan Azerilere ateş açmasının da ölü sayısını artırdığını iddia etti ancak eleştiriler üzerine, sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirtti. Ermeni tarafına göre, Azeri milisler, kendi öldürdükleri Azerileri Ermenilerin katlettikleriyle karıştırarak, ‘Azeri maktul’ sayısını yükseltmişlerdi. İşkence ile öldürme iddialarını ise tümden reddediyorlardı. Azerilerin propaganda sitelerinde yer alan ölüm görüntüleri olayların hemen arkasından bölgeye giden Azeri fotoğrafçı Cengiz Mustafayev tarafından çekilmişti. Ermeni tarafı, günümüze kadar Azeriler tarafından ‘Ermeni vahşeti’ne kanıt olarak gösterilen fotoğrafların Azeriler tarafından ‘imal edildiği’ni iddia ettiler. İddialara göre Mustafayev ilk kez 28 Şubat’ta bazı çekimler yapmıştı. Mustafayev 1 Mart’ta bölgeye tekrar gitmişti. 2 Mart’ta da uluslararası basından bir grup bölgeye götürülmüş ve Azeri propagandası başlamıştı. Ermeni tarafına göre Mustafayev’in ilk çekimlerini gören kişiler bugün propaganda sitelerinde yer alan sahneleri o tarihte görmediklerini söylüyorlardı. İddiaya göre Azeri yöneticilerin yönlendirmesiyle Mustafayev, ikinci ziyaretinde ölü bedenlere bazı müdahaleler, rötuşlar yaparak bugün görende dehşet uyandıran fotoğrafları ‘imal etmişti’. Gerçekten de bugün çeşitli internet sitelerinde yer alan korkunç fotoğraflar arasında yıllanmış iskeletler, ameliyat eldiveni ile tutulan ölü bebekler, Van Depremi’nden bazı sahneler, hatta ve hatta 1922’de Tiflis’te suikasta kurban giden Cemal Paşa’nın bile resmi var. Cengiz Mustafayev, 15 Haziran 1992’de Askeran yakınlarındaki çatışmaları filme çekerken öldüğü için gerçeği öğrenmek mümkün olmadı. (Bu sürecin hikayesi Türkçe hariç çeşitli dillerde şu sitede anlatılıyor: http://www.xocali.net/)

Ancak, Ermenilerin suçlu olduğunu kabul eden yöneticiler de vardı. Örneğin Markar Melkonian “Hocalı stratejik bir hedefti, ancak aynı zamanda bir intikam hareketiydi...” demişti. Uzun süre Ermenistan Savunma Bakanlığı ve Güvenlik Konseyi Başkanlığı yapan Serge Sarkisian, “Hocalı’dan önce Azeriler, Ermenilerin sivil nüfusa el kaldırmayan bir halk olduğunu düşünüyordu. Biz bu anlayışı sona erdirmeye muvaffak olduk” diye övünmüştü. Kısacası Hocalı katliamı her iki tarafın milliyetçilerinin ortak işiydi.

Minsk Grubu

Hocalı katliamı o güne dek birbirine düşman çetelerin çatışması şeklinde süren Dağlık Karabağ uyuşmazlığında bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra artık çetelerin değil ulusal orduların savaşı söz konusuydu. Çatışmalar sürerken, 24 Mart 1992’de Helsinki’de toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK, sonra AGİT) Dışişleri Bakanları Konseyi, Dağlık Karabağ sorununun çözümü için Beyaz Rusya’nın Minsk kentinde bir konferans düzenlenmesine karar verdi.

‘Minsk Grubu’nun katılımcıları Ermenistan, Azerbaycan, Almanya, ABD, Beyaz Rusya, İsveç, İtalya, Fransa, Rusya, Türkiye Çek ve Slovakya Federal Cumhuriyeti olacaktı. Ancak 8 Mayıs’ta Ermeniler bölgenin en stratejik kenti olan Şuşa’yı; yaklaşık 10 gün sonra da Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’dan ayıran Laçin’i işgal edince dengeler Ermeniler lehine değişti. Hocalı katliamındaki ihmali yüzünden ağır şekilde eleştirilen Ayaz Muttalibov’un yerine geçen ‘Türk dostu’ Ebulfeyz Elçibey, Ekim 1992’de Dağlık Karabağ Ermenilerine ‘kültürel özerklik’ vererek barışı kısa sürede tesis edeceğini umduysa da, Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter Petrosyan, Dağlık Karabağ milliyetçiliğinin ağırlığı altında ezildi ve barış yapma iradesini gösteremedi.

‘Moskova yanlısı’ Haydar Aliyev

Dahası, Ermeni Ordusu, Mart 1993’ten itibaren Kelbecer, Akdere, Ağdam, Füzili, Cebrayil, Kubatlı ve Terter’i işgal etti. Ebulfeyz Elçibey, Azerbaycan’ın toprak kayıpları ile Dağlık Karabağ ve işgal bölgelerinden kaçan (Azerice ‘kaçkınlar’) 1 milyonu aşkın kişinin barınma ve beslenme sorunlarını halledemediği için muhalefet lideri Suret Hüseyinov tarafından ağır şekilde eleştirildi.

İkili çatışırken, aradan sıyrılan ‘Moskova yanlısı’ Haydar Aliyev (bugünkü Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in babası), Temmuz 1993’te Elçibey’i Azerbaycan’ı terk etmeye zorladı. Haydar Aliyev’in ilk işi Azeri Ordusu’nu eğiten 1600 Türk subayının görevine son vermek oldu.

O günden beri de Dağlık Karabağ, Azeri ve Ermeni milliyetçiliklerinin dinamosu olmaya devam ediyor. 26 Şubat 2012 Pazar günü Taksim’de yapılan ırkçı gösteriyi sadece 1915’in değil biraz da bu tarihçenin ışığında okumak lazım.

Türkiye’de müdahale sesleri

Hocalı’da yaşananlar için ‘soykırım’ tanımını ilk kullanan o sırada DSP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit’ti. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz da Ecevit’ten geri kalmamak için olsa gerek, “Gerekirse bölgeye asker kaydırılsın” diyerek müdahale kışkırtıcılığı yapıyordu. Dışişlerinde bu seçenek görüşülmüş ancak Türkiye’nin müdahalesi için hiçbir dayanak olmadığı anlaşılmıştı. Ankara’nın dikkatini çeken bir husus da Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev’in kapalı kapılar arkasında Ermeni tarafıyla görüştüğüydü. Bütün bunlar bir araya getirildi ve kamuoyuna “Azerilerin müdahale talebi yok, sadece sesimizi dünyaya duyurun yeter diyorlar” türü açıklamalar yapıldı. Ama basın olayı, kâh 1915’le, kâh Bosna’yla, kâh Kuveyt’le, kâh Kıbrıs’la, kâh Nahçıvan’la ilişkilendirerek halkı Ermenilere karşı mevzilendirmeye devam ediyordu. Bu ortamda Ermeni Patrikhanesi tarafından Erivan’a gönderilen yardım malzemesinin ‘eksik evrak’ gerekçesiyle engellenmesi çok az kişinin dikkatini çekti. Türk kamuoyuna hiç yansımayan ise, Ağdam’a doğru kaçanlar arasında Türk subaylarının da olmasıydı. Elçibey’e yardım için Türkiye’den gönderildiği anlaşılan bu subaylar, sorgularında gönüllü olarak Azerbaycan’a geldiklerini iddia etmişlerdi.

özet kaynakça: Svante E. Cornell, Small Nations and Great Powers: A Study of Ethnopolitical Conflict in the Caucasus, Ricmond, Surrey: Curzon, 2001; The Karabagh File, Documents and Facts on the Mountainous Karabagh 1918-1988, (yay. haz. Gerard Libaridian), The Zoryan Institute, Cambridge, Toronto, Mart 1988; Değişen Dünya Düzeninde Kafkasya, (der. Okan Yeşilot), İstanbul Kitabevi Yayınları, 2005.