‘Bu kitabı I. Dünya Savaşı’nda görünmeyen Ermeni emeğini anlatmak için yazdım’

‘Ermeni Etıbba Cemiyeti (1912-1922) -Osmanlı’da Tıptan Siyasete Bir Kurum’ başlıklı kitabı Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan çıkan Arsen Yarman ile Osmanlı’da Ermeni doktorların faaliyetlerinden, I. Dünya Savaşı’nda ordudaki görevlerine kadar, çıkardıkları ‘Tarman’ dergisinin izinde pek çok kaynaktan yararlanılmış zengin fotoğraf arşivinin de yardımıyla, keyifli bir söyleşi yaptık.

Fotoğraf: MİHRAN MANUKYAN 

EZGİ BERK
ezgidenizberk@gmail.com

  • Daha önceki kitaplarınızdan bildiğimiz kadarıyla, Ermenilerin Osmanlı’daki sağlık hizmetlerine katkısı, Ermenilerin sözlü ve yazılı kültürü gibi pek çok alanda çalışmalarınız var. Ermeni Etıbba Cemiyeti’ni nasıl keşfettiniz?

Elime geçen Tarman dergisinin bir sayısıyla keşfettim. Okudukça Ermeni Etıbba Cemiyeti’nin faaliyetlerinin ayrıntılarına ulaştım ve kitaplaştırmaya karar verdim, kitabın tamamlanması 1,5 yıl sürdü.

  • Bu kitabı yazma amacınız nedir?

Bu kitabı, inkâr politikalarına çok kızdığım için yazdım. Fatih Sultan Mehmet’i iyileştiren hekim Amirdovlat’ın Ermeni olduğu hâlâ söylenmez. Bir diğer kızdığım konu ise Ermenilerden ‘beşinci kol’ olarak bahsedilmesi. I. Dünya Savaşı sırasında Kafkaslar’da Rus ordusuyla birlikte savaşan Azerilerden ya da Tatarlardan bahsedilmez, ama Ermenilerden mutlaka bahsedilir. Ben de I. Dünya Savaşı’nda görünmeyen Ermeni emeğini ortaya koymak için, Osmanlı’daki Ermeni hekimlerin ayrıntılı bilgilerinin yer aldığı ‘Ermeni Etıbba Cemiyeti’ni kaleme aldım. Bu kitapta yalnızca Ermenilerin Osmanlı’daki sağlık hizmetlerinden bahsediyorum, ama elbette birçok alanda çalışan Ermeni var. İstasyon şefi, trenlerde makinist olarak, tercüme odalarında ya da telefon telgraf hizmetlerinde çalışan çok sayıda Ermeni var. Örneğin Enver Paşa’nın İstanbul’da Sultan’dan kaçarken sığındığı ev, bir Ermeni’ye aittir. Hatta, Enver Paşa’yı Sarıkamış Harekâtı’nda donmaktan kurtaran asker, Sivaslı bir Ermeni, Ohannes Aginyan adlı askeridir, Balkan Harbi’nde hayatını kaybetmiştir. Enver Paşa’nın bu asker için gönderdiği teşekkür mektubu var.

  • Kitabınızdan anlıyoruz ki, Ermeni Etıbba Cemiyeti, siyasetin tam göbeğinde yer alıyor. Cemiyet’in dönemin siyasi gündeminde konumu nasıl biçimleniyor?

Ermeni hekimlere baktığımızda bunları üçe ayırabiliriz: İlk kuşak, Mekteb-i Tıbbiye-i Adiye-i Şahane’de okuyanlar. Burada eğitim alan hekimler, yurt dışına gidip master yapmışlar. Bir kısmı Ermeni cemaatinin sağladığı burslarla, bir kısmı da kendi imkânlarıyla yurt dışında okuyan hekimler bunlar. Paris’te tıp eğitimlerine devam ederlerken, Fransız hürriyet hareketlerine katılıyorlar, demokrasi havarilerine dönüşüyorlar. Tekrar Osmanlı’ya döndüklerinde, bu fikirleri dile getirip cemaat içinde yaymaya başlıyorlar. O sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti de aynı gayeyi sürdürdüğü için bu hekimler de hareketin içinde bulunuyorlar; aynı zamanda Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’de ders veriyorlar. Okulda ders veren Ermeni hekimlerin yanı sıra, Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane’de, 9 tane Ermeni başkanı, 55 tane de Ermeni doktor üyesi oluyor bu süreçte. Bu kuşağı 1908 Devrimi kuşağı olarak adlandırıyorum. 1930’a kadar bu kuşağın hekimlerine rastlıyoruz. Ermeni Etıbba Cemiyeti’ni de bu kuşağın hekimleri kuruyor.

  • Kim bu hekimler?

Tıp tarihçisi Vahram Torkomyan’dan öğrendiğimiz kadarıyla, Dr. Kaspar Sınabyan, Dr. Hagop Hovhannesyan, Dr. Hovhannes Tabibyan, Dr. Civan Ananyan, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahâne’de ders veren hocalardan yalnızca birkaçı.

  • Üç kuşak hekim var demiştiniz, diğer iki kuşak hekimler kimler ve nasıl şekilleniyorlar?

I. Dünya Savaşı ve soykırım sürecinde ölen birinci kuşak hekimlerin dışında, sağ kalan ya da o dönemde hekimlik yapıp Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte artık tüm yaşananlardan sonra Avrupa’ya giden, ikinci kuşak hekimler var. Bir de Cemiyet’in 1960’lara kadar yaşayan ve Cumhuriyet sistemiyle barışan hekimleri de var. Sisteme adapte olup milletvekili olan, daha sonra Yassıada’da öldürülen hekimler de üçüncü kuşağı oluşturuyor.

Taşnaktsutyun’un 1914 Ağustos’unda Erzurum’da toplanan 8. Kongresi’nden.
(R. H. Kévorkian-Paul B. Paboudjian, 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler,
Aras Yayıncılık

  • Başa dönecek olursak, I. Dünya Savaşı başlamadan önce, kurulduğu 1912 yılından itibaren Ermeni Etıbba Cemiyeti neler yapıyor?

1908’deki özgürlük söylemine dahil olan Ermeni hekimler, vaat edilen özgürlükler yerine getirilemeyince bir Ermeni cemiyeti kuruyorlar. Ermeni Etıbba Cemiyeti’nin faaliyetleri, 1912-1916 arasında devam ediyor. Bu süreçte hekimlik mesleğiyle ilgili pek çok yenilik görüyoruz. Örneğin, ontoloji kitabı basıyorlar, hekimlik ahlakı üzerine tartışıyorlar. Başlangıçtan itibaren en çok tartışılan konulardan biri de, hastalıkların Fransızca isimlerini Ermeniceye çevirmek konusunda. Avrupa’daki yeni tıp teknik ve metodlarını Osmanlı’ya getirip tartışıyorlar. I. Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı ordusundaki eksik hemşire kadroları için hemşirelik kursları açıyorlar. Bu kurslarda yetişen hemşireler, orduda çalşıyorlar. Cemiyet, I. Dünya Savaşı’nda cephede Osmanlı ordusunun yanında savaşma kararı alıyor. Aynı zamanda Hilal-i Ahmer’e [Kızılay] yardım toplamak için İstanbul’da çekilişler, balolar düzenliyor.

Üzerinde “Çöl yetimlerini kurtarın” yazısı bulunan rozet.
Kastedilen Der-Zor çölünden kurtulan yetimlerin himaye altına alınmasıdır.
(Uğur Yeğin Koleksiyonu-İstanbul Müzayede)

  • Cemiyet, Tarman dergisini ne zaman çıkarıyor? Dergi nerelere gönderiliyor?

1920 yılında İstanbul’da çıkmaya başlayan dergi, 20 şehirde dağıtılıyordu. Derginin ilk sayısında taşra ve hudut dışında kalan bölgeler için muhabirlerinin listesi verilmiş; ayrıca Amerika, Avrupa ve Mısır’da da muhabirleri olduğunu belirtmiştir.

  • Ermeni Etıbba Cemiyeti, I. Dünya Savaşı’nda ve soykırım yaşanırken neler yapıyor?

1915’teki hekimleri incelerken bütün hekimlere baktım; Türk, Ermeni hepsini gördüm. I. Dünya Savaşı’yla birlikte cemiyet faaliyetlerini yerine getiremiyor, orduda görev alıyor bütün hekimler. İlginçtir ki, 1915’te tehcire gönderilen Ermeniler, bir şekilde ölmekten kurtulup İstanbul’a geldiklerinde hemen orduda görev alıyorlar, hekim olarak çalışıyorlar. Nasıl bir suçludur ki, tehcire gidip kurtulunca, döner dönmez hemen orduda görev alabiliyor? Dedemin kardeşi Dr. Minas örneğin. Erzincan Menzil Hastanesi’nde görevdeyken “şehit” oluyor. Ya da Dr. Avedis Nakaşyan gibi...

  • Avedis Nakaşyan savaş sürecinde neler yaşıyor?

Nakaşyan, Ermeni milliyetçiliğiyle ilgisi olmayan bir hekimdir; ancak ne görüşleri, ne de faaliyetleri onu 24 Nisan 1915’te tutuklanıp Ayaş’a gönderilmekten kurtarabilmiştir. Devlet hastanelerinde çalışan Dr. Nakaşyan’ın Ermeni partileriyle arası kötüdür ve onların faaliyetlerine açıktan karşıdır. Tehcirden kurtulan Aram Andonyan, hatıralarında, Dr. Nakaşyan’ın cezaevinde Diran Kelekyan, Püzant Keçyan, Dr. Vahram Torkomyan, Dr. Misak Cevahiryan, Peder Keropyan ve eczacı Hagop Nargileciyan’la daha yakın olduğunu belirtir. 24 Nisan 1915’te gözaltına alınan Ermeni aydınları arasında, siyasi görüşleri bakımından Nakaşyan’a yakın isimler hiç de az değildir. Siyasi etkinliklere katılmayan ya da ilgi göstermeyenlerin sayısı hayli yüksektir. Aralarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesine etkin olarak karşı çıkanların sayısının yüksek olduğu da iddia edilemez.

  • Peki, hekimler orduda görev yaparken, aileleri ne durumda?

Çoğu hekimin ailesi tehcirde. Eşleri devlet memuru koruması altında; ama annesi, babası, kardeşleri, kardeşlerinin aileleri, hepsi tehcirde... Bu insanlar hakkında, kitaptaki dört hatırattan hareketle çok detaylı bilgiler verdim.

  • Bu hatıratlardan biri de Dr. Avedis Cemcemyan’a ait. Nasıl ulaştınız hatırata ve Dr. Cemcemyan, neler yaşıyor, ne hissediyor bu süreçte?

Dr. Cemcemyan’ın hatıratı, ‘Osmanagan Gayseragan Panagi Isba, Pıjişg Avedis Cemcemyanin Orakirı (1914-1918)’ [Osmanlı İmparatorluğu Ordusu Subayı, Dr. Avedis Cemcemyan’ın Günlüğü (1914-1918)] adıyla 1986 yılında Beyrut’ta basıldı. Bu hatırattan anlaşılıyor ki, savaşın başında Çorlu-Silivri güzergâhından Çanakkale’ye ulaşan Dr. Cemcemyan, burada uzun bir süre görev yaptıktan sonra, Maraş, Bitlis, Van gibi şehirlerde yaralıların tedavisiyle uğraşmış. Dr. Avedis Cemcemyan, bir yandan zor ve tehlikeli koşullarda görevini sürdürmeye, bir yandan da Der Zor’a tehcire gönderilen aile fertlerinden haberdar olmaya ve onların hayatını güvence altına almaya çabalıyor. Cemcemyan’ın hatıratı, günlük formunda kaleme alındığı için, hekimin faaliyetleri ve aldığı haberler kronolojik olarak yazılmış. Bu durum, onun görev yaptığı cephelerde karşılaştığı ve sözünü ettiği olayların başka kaynaklardan takip edilmesini de kolaylaştırıyor. Hatırat, Çorlu’ya hareket etmelerinin istendiği Babanakkaş’ta ve 3 Kasım 1914’ten itibaren başlıyor. Çatalca, Çakırca, Yenice Köyü yoluyla ulaştıkları Silivri’de, Bulgarların her şeyi yakıp yıktıklarını görüyor. Günlükte, cephe gerisinde yaşanan sağlık sorunları ve maddi sıkıntılar da yer alıyor. Değirmenköy’e gelen göçmenlerin yaşadığı sıkıntılardan, Çorlu Ermenilerinden ve buradaki Rumların göçünden söz ediyor. Haberleştiği ailesinden, arkadaşlarından ve birlikte görev yaptığı doktor arkadaşlarından da bahsediyor. Çatalca’da ise önceki yıl süren Balkan Harbi çatışmalarının izlerinin görüldüğünü, her yerde kemiklere rastlandığından bahsediyor. Dr. Cemcemyan’ın günlüğüne göre, ordu, Çatalca’da camide kalıyor ve doktor, yeni baştabibin gelmesinden fırsat bulup üç gün izin alıyor; Aya Yorgi Köyü’ndeki cephede bulunan Dr. Artin Der Boğosyan’ı ziyaret ediyor ve ardından da İstanbul’a doğru yola çıkıyor. Günlükte, 1915 yılının Mart ayına kadar herhangi bir kayıt yok. 6 Mart 1915 tarihli notta, doktorun orduyla birlikte vapurla İzmit’e yol aldığı yazılı. Buradan sonra da Adapazarı’nda çalışmaya başlıyor. Adapazarı’nda 70 yaşında ve sivil doktor olarak çalışan Dr. Kavalcıyan’la tanışıyor ve her gün onu ziyaret ediyor. Dr. Cemcemyan, Adapazarı’nda YMCA’da (Young Men’s Christian Association - Hıristiyan Gençler Derneği) bir sağlık semineri de veriyor. Günlükten anlaşıldığı kadarıyla, ordu, Adapazarı’nda bin kişilik bir hastane tesis etmeye karar verilmiş ve Dr. Cemcemyan da, Ermeni okulunda kurulması düşünülen hastanenin hazırlıkları için görevlendirilmiş. 7 Nisan 1915’te Taksim Kışlası’na gelen Dr. Cemcemyan, burada Dr. Nakaşyan ve Dr. Artin Der Boğosyan’la karşılaşıyor. 9 Nisan’da “Şam” gemisine binerek Gelibolu’ya doğru yola koyulmuşlar. Şarköy’den artık bomba seslerinin duyulmaya başlandığı günler. 15-16 Nisan 1915’te, Ermeni hamamına gittiğini yazan doktor, Gelibolu’da hâlâ 200 Ermeni evinin bulunduğunu yazmış günlüğüne.

Osmanlı ordusunda görev yapan üç Ermeni akraba: Hovhannes Çamkerten,
Hovhannes Çalakyan, Senekerim Ağabaşyan (Alis Çamkerten Koleksiyonu)

  • 1909 Adana katliamı yaşanırken Ermeni doktorlar oraya yardıma gidiyor mu?

Adana Katliamı sırasında, Ermeni Etıbba Cemiyeti henüz kurulmamış. Genellikle Ermeni hastanelerinde ve Osmanlı sağlık kurumlarında görev yapıyorlar.  Arşaguhi Teotig, Dr. V. Kalustyan ve Arşag Çakıcıyan’ın Adana Katliamı’nda çok büyük yararlılıklar gösterdiğini ve birçok kişiyi ölümden kurtardığını anlatmıştır. Teotig’in notları, Adana Katliamı’nda rol oynadığını söylediği isimleri de kapsıyor. Buna göre, İtidal gazetesi ve onun başyazarı İhsan Fikri, ahaliyi tahrik edenlerin başında geliyor. Ayrıca Bağdadizade Abdülkadir ve oğlu Abdurrahman, Gergerli Ali, Debbağzade, Deli Mehmetoğlu, Zor Ali, Boşnak Salih ve Bayraktarzade Eşref’i de Adana Katliamı’ndan sorumlu tutuyor. Ancak, Teotig’in bu isimleri bir öfke ve intikam duygusuyla verdiği düşünülmemeli; zira, pek çok Ermeni’yi Adana Katliamı’ndan kurtaran Türklerin varlığından da haberdar ediyor. Haçin yakınlarındaki Şarköyü Ermenilerini kurtaran Arslan Bey, Tarsus’un Tekke semtindeki bir evde ateşe atılmış Ermenileri kurtaran ve kendi evinde 30 kadar yaralı Ermeni’yi koruyan

Kürkitlili Esatzade, Adanalı 23 Ermeni’yi evinde saklayarak hayatlarını kurtaran Güvenzade Muhtar ve 50 Ermeni’nin hayatını borçlu olduğu Memoca... Bununla birlikte Teotig, en fazla minnettarlığı 35 yıldır Adana civarında yerleşik bulunan Fransız bir aileye ve onun mensubu Bayan Sabatier’e duymaktadır. Hamidiye’de bulunduğu sürede Teotig’i evlerinde misafir eden Bayan Sabatier ve çocukları, evlerine ve fabrikalarına sığınan 750 Ermeni’nin hayatını kurtarmış ve Adana’ya gidene kadar onları bir ay boyunca barındırmışlar.

  • 1919-1922 arasında Cemiyet’te neler oluyor?

1915’ten sonra allak bullak oluyorlar. Adana Katliamları olunca, oraya yardıma koşuyorlar. Oradaki Ermenileri Osmanlı sınırlarına döndürüp, hayatlarını garanti altına almaya çalışıyorlar. 1919-1922 arasındaki mütareke döneminde Adana Katliamları yaşanmış, 1915 tehciri yaşanmış ve Osmanlıcılık fikri sona ermiş; Ermenistan kurulmuş olduğu için ne yapacaklarını pek bilemiyorlar, umutsuzlar. Siyaseten Ermenistan’ı korumak ön planda; ama çok belirsizler, savrulma dönemi yaşıyorlar. Ermenistan’ı Ruslar işgal edince, artık hiçbir şey yapılamayacağını düşünüp yurt dışına kaçmaya başlıyorlar. Paris’te Ermeni Hekimler Birliği’ni kuruyorlar.

Ermeni Eytam ve Muhacirin Muhavenet Komisyonu’nun 1926’da gelir elde etmek amacıyla İstanbul’da bastırdığı takvimin antet bölümü. (Arsen Yarman Arşivi)


Arsen Yarman kimdir?

1921 yılında Tokat’tan İstanbul’a göç eden Harutyun Yarmayan’ın torunu olan Arsen Yarman, İstanbul’da başladığı eğitim hayatını lise ve üniversite eğitimi için gittiği İtalya’da sürdürdü. Türkçe, Ermenice, Fransızca ve İtalyancayı iyi derecede biliyor. 1997-2001 yılları arasında Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Yönetim Kurulu’nda görev aldı. Bu sırada, hastane tarihi üzerine çalışmalar yaptı; kurumun aylık dergisini yönetti. 2001 yılında iş hayatını sonlandırarak Ermeni sağlık hizmetleri, Ermeni yazılı kültürü alanlarında pek çok kitabı yayımlandı. Hâlâ Ermenilerin tarihteki varlığı üzerine çalışmalar yapan Arsen Yarman, özellikle Osmanlı’da üstü örtülen Ermeni varlığını görünür kılmak için çalışmalarını sürdürüyor.


Kitaptan
Ahmed Hâşim’den Halide Edip’e: ‘Der Zor’da Ermeniler ölürken ne yaptınız?’

Halide Edib Hanımefendiye,

Geçenlerde Vakit gazetesiyle bir makale neşretmiştiniz. Bir zamandan beri âdet olduğu üzere merhametten, insaniyetten bahseden bir makale, okuyanlar içinde bu günün vekâyi‘ini, dünün vekâyi‘i ile kıyas ettikten sonra hayatın eşkâlini sıralayan ve böylece, yapılan bir işten, söylenen bir sözden umumi bir mana çıkarmakla meşgul kimseler bulunabileceğini hatırlamadınız mı? Karşınızda mazinin günlerine doğru feci aynalar tutan hafızayı unutmuş görünüyorsunuz. Vakit’teki makalenizde, Ermeni kıtâlinden bahsediyorsunuz. Ve ağır, vakur, itabkâr bir sesle bir kürsünün bâlâsından bu işin şenâ‘atini ilan ediyorsunuz. Ne iyi! Bu halinizle bir kanlı ovanın ufku üzerinde yükselen beyaz şefkate ne kadar benzeyecektiniz, eğer bu sesiniz bütün seslerin sustuğu ve insan boğazlarından akan son kırmızı ırmakların gâib olmak üzere topraklara doğru koşup gittiği sırada, bugün gibi işitilmiş olaydı! Fakat siz, o sırada başka bir mezbahayı seyre gitmiştiniz.

Paşanız sizi dumanlı ve parıltılı otomobillerle Neron eğlencesini seyri için, Suriye’ye davet etmişti. O zaman ben Konya’da idim. Sizi, hemşehrilerinizi, maiyetinizi ve sırmalı genç mihmandarlarınızı [gazete okunamıyor] orada tesadüf etmiştim. Ve hatta bir Afrika’ya giden misyonerler gibi gururlu ve bir düğüne gidenler gibi süslüydünüz ve neşeliydiniz. Filhakika, öldürülecek akıllı insanların kafasına bir tehlike hissetmeden ve titremeden girilmez. Fakat siz biliyordunuz kii, niçün tehlikelerin eli ve ayağı sımsıkı bağlattırılmış ve ürkmemeniz için (çünkü Paşa Galant’tır, çünkü siz kadınsınız) masum yüzlerin ızdırabını cebren tebessüme kalb edilmiştir.

O sırada Suriye’de insanlar öldürülüyordu. Paşa’nın askerleri, insanları bağlıyor, mahkemeleri bunları mahkûm ediyor ve cellatları bunları asıyor, genç kâtipleri altın kalemlerle vekâyi‘i kasideler hâline koyuyor ve Paşa, memnun, mağrur, maktullerin yetimlerine verdirdiği ziyafetlerde sarhoş olup sakalı içinde sızarak hülyalarını kızıl gözlerle dumanlar içinde seyre dalıyordu.

Siz o zaman orada ne yapıyordunuz? Demişlerdi ki, birlikte götürdüğünüz bir alaya çoluk çocukla siz Suriye’yi ……. ye gitmiştiniz biz buna gülmüştük. Mamafih Paşa’dan sonra bir gün bile duramayarak aynı maiyetinizle oralardan firarınız, almış olduğunuz vazifenin pek insani bir şey olduğuna sizin inanmadığınıza bir delildir. Hanımefendi, Paşa Türklüğü bir Molok [Moloch] gibi insan cesetleriyle beslerken sizi yardıma çağırmıştı. İstiyordum ki masum bir ırk namına diğer masum bir ırk üzerinde yaktığı bu ateşler sönmeden, anlaştıklarının gözü, onları seyrederek bir dakika için parlasın. Oraya gittiniz ve isyan ile dönecek yerde veyahut o kâtil eli tutup bugünkü sesinizle onu tevkif edecek yerde, durdunuz ve bir ümidin tulû‘unu seyreder gibi o kanlı gurûbları bir sene seyrettiniz.

Ermenilere dair yazdıklarınızın ve yazacaklarınızın bir kıymeti olmak için Suriye’de Arapların öldürüldüğü günlerde Suriyeli annelerin, hemşîrelerin, zevce ve ma‘şûkaların gizlice altında ağladıkları nâmütenahi damlara nazır, mutantan otel teraselerinde, yeşil portakal yaprakları kokan Suriye gecelerinde, sizin gülmemiş olmanız lazım gelirdi. Vakit’teki makalenize nazaran bir çift beyaz melek kanadına pek hevâhişger olduğunuz anlaşılıyor. Fakat istikbâlin muhayyilesi size mavi bir …… gecesinde, içinde insan kemiklerinin kaynadığı bir kazanı karıştırmakla meşgul sakallı bir sihirbaz ile birlikte göstermez ise, size ne mutlu, hanımefendi geçen dört senenin işleri hesap edilirken sizi maalesef Vakit namına söz söylemekten men eden hayatınızda bir Suriye var. Bir Suriye ki, rakkaselerini ve şampanyalarının lezzetini Cibali imamının oğlu hâlâ unutamıyor.

Ahmed Hâşim,Yeni İstanbul, 9 Teşrin-i Sani 1334/1918, s. 4, No: 4