BERİL DEDEOĞLU

Beril Dedeoğlu

Dış Köşe

‘Arap İsyanları’nda yeni aşama

‘Arap Baharı’ olarak tanımlanan süreç, giderek yeni istikrarsızlıklara işaret eden bir aşamaya taşınıyor. Otoriter rejimlerin yıkılma dalgasının başladığı Tunus’ta ve ardından Mısır’da, yeni kurulan hükümetlere karşı tepkiler büyüyor. Fiilen ikiye bölünmüş olan Libya’da aşiretler arası iktidar mücadelesi sertleşirken, Suriye’deki iç savaş da tüm şiddetiyle devam ediyor.

Genellemek pek doğru olmasa da, bugün ortaya çıkan yeni durum, kabaca, yıkılanın yerine neyin yapılacağı konusunda toplumsal uzlaşı bulunmaması olarak özetlenebilir. Bu arada hemen belirtelim: Tunus ve Mısır örnekleri, Suriye’deki iç savaşın sürmesi yolunda bir etki yapıyor; bu iki ülkedeki yeni rejimlerin başarısızlık ihtimali, Suriye’deki Esad rejiminin yerinde tutulmasına yol açıyor.

Tunus ve Mısır’da, yıkılan rejimin yerini, çoğunluğunu Müslüman Kardeşler ve En-Nahda gibi İslami referansı olan partilerin oluşturduğu koalisyonlar almıştı. Devrimler, bu ülkelerdeki liberal, demokrat, sol, İslami ya da radikal İslami çevreleri yan yana getirmiş, ancak devrimler sonrasında bu kesimler iktidarlarda yan yana olamamışlardı.

Yapılan seçimlerin, katılım oranlarının ve sonuçlarının gayet tartışmalı olduğu bu ülkelerde, sadece seçim yapılmış olmasına bakılmış ve bu, demokratikleşme işareti sayılmıştı. Her iki ülkede de yeni rejimlerin siyasal ve sosyal ‘farklılıklar’a izin vermeyen ama ekonomik farklılıkları çoğaltan bir süreç içinde oldukları eleştirisi yapılıyor. Kabaca, ‘laik’ ya da ‘kısmen laik’ denen kesim İslami baskı, İslami kesim de laiklik baskısı altında olduğunu ileri sürüyor.

Bu ayrışma içinde, İslami kesimlerin bir başka temel eleştirisi de, eski sömürgeci ülkelerin, özellikle de Fransa’nın bu diğer kesimleri şiddetle desteklediği yönünde. Söz konusu yaklaşımın gerçeklerle ilişkisini tespit etmek zor; rejim sorunu yaşanan her yerde kusuru dışarıda arama eğilimi olabilir. Bununla birlikte, küresel sistemde etki yaratan oyuncuların bir konuda aralarında uzlaştıklarını söylemek mümkün: Ortadoğu ülkelerinde radikal İslami unsurların iktidar olmamalarının sağlanması. Bu çerçevede, ılımlıları, liberalleri, solcuları ya da gayrimüslimleri muhatap aldıkları ileri sürülebilir, ancak muhataplarının yeni bir rejim kuracakları çıkarsaması yapılamaz.

Bu durumda, ‘yabancılar’, ancak içinde ‘ötekiler’in de bulunduğu iktidarları muhatap almak istiyorlar denebilir. Bu eğilim, ‘Batı’ karşıtı politikaların üretilmesine engel olmayı amaçladığı gibi, kalkınma için bu ülkelerin bulacağı dış desteğin Çin’den sağlanmasına da engel olmak olarak özetlenebilir. Zira Ortadoğu ülkelerinde radikal kesimler güçlendiğinde, her ne kadar bu kesimlere yardım eden ‘Batı’ müttefiki ülkeler varsa da, esas yardımın ve açılımın Çin’den geleceği söylenebilir.

Çin, petrol, doğalgaz ve diğer yeraltı zenginlikleri konusunda son derece iştahlı bir yayılma içerisinde; üstelik, hedef kıtası Afrika. Dolayısıyla Tunus ve Mısır’ın akıbeti Çin açısından stratejik bir değer taşıyor. Avrupa ülkelerine kızgın, ABD ile mesafeli, İsrail ile kavgalı ülkelerin önyargı oluşturmadıkları, yumuşak güç gibi görünen Çin’le yakınlaşmaları gayet mümkün.

Akdeniz Havzası’nı Ruslardan kurtarma derdine düşmüş ülkelerin, hazır Rusya’ya yakın rejimler devrilmişken bu boşluğun Çin tarafından doldurulmasına izin verecekleri düşünülemez. Bu da, Akdeniz Havzası’nda yaşanan çatışmaların bir süre daha devam edeceğini gösteriyor.

Çin’i bölgeden uzak tutmak mümkün olabilir mi, emin olmak zor. Ancak, Müslüman Kardeşler ya da En Nahda gibi hareketlerin, tıpkı Hamas gibi, şapkalarını önlerine koyma zamanının geldiği söylenebilir.