OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Azınlık meselesinde genelleme yapmak

Köşe yazarlığının zor tarafları var. Bunlardan belki de en zoru vuruş sayısı anlamında kısıtlı bir alanda derdinizi doğru biçimde anlatabilmek. Mesela, ben yazmak istediğim birçok konudan kısıtlı alanda yeterince ayrıntılandıramayacağımdan, dolayısıyla bazı noktalar afaki kalacağından dolayı vazgeçmişimdir. Buna rağmen, dönüp baksanız yazdıklarım içinde bir köşe yazısı için ‘büyük lokma’ olan konulara gene de sıkça rastlarsınız. Ama bunun farkında olduğum için “burada ayrıntılara giremeyiz” gibi ifadeleri de hep kullanırım ve tespitlerimi, iddialarımı, genellemelerimi minimal düzeyde tutmaya çalışırım.  Velhasıl, bir köşe yazısı çiğneyemeyeceğinden daha büyük lokma ısırırsa ortaya bazı sorunlar çıkabilir.

Bana bunları tekrar hatırlatan Etyen Mahçupyan’ın 3 Ağustos 2014 günü Akşam gazetesinde yayımlanan “Azınlıkların en hakiki sorusu” başlıklı yazısı oldu. Etyen Hoca bu yazısında Türkiye’de Müslüman olmayan azınlıkların devletle ve Müslüman geniş toplumla ilişkileri, onları algılayış biçimleri üzerinden mevcut iktidara yaklaşımlarını analiz ediyor. Söz konusu yazı sosyal medyada olumsuz anlamda hayli tepki çekti. Bu tepkilerin bazılarına katılmakla birlikte  ben yazıda Mahçupyan’ın bazı doğru noktalara da işaret ettiğini düşünüyorum; fakat ciddi birtakım düzeltmeler, ince ayarlar yapılması şartıyla. Osmanlı modernleşmesinden başlayıp günümüze kadar gelen uzun bir zaman diliminde azınlıkların devlet ve komşu toplumlar algılarını, dönemselleştirmelere gitmeden, bağlamına oturtmadan, “azınlık”, “Müslüman” gibi geniş kategorileri kendi içinde ayırmadan, bir iki cümlelik yargılar olarak ifade etmeye kalktığınızda ortaya aksayan bir metin çıkıyor. Ayrıca, benzer şekilde yazıda bazı hükümler haddinden fazla genelleme yapıyor ve izlenimler olgu gibi ortaya konuluyor.

Aynı sebeplerden, şu anda okumakta olduğunuz yazı da zikrettiğim noktaların hepsine değinemez ama demek istediğimi bazı örnekler vererek anlatmaya çalışayım. Kategorilerin kendi içinde ayrılarak ele alınması gerektiğini söyledim. Azınlık kavramı bunlardan biri (bu arada Osmanlı dönemi için, belki son yılları hariç, azınlık kavramını kullanmak da sorunlu); zira fikrimce devlete ve geniş topluma bakış ve var olma stratejileri açısından Türkiye Yahudi toplumuyla Rum ve Ermeni toplumlarını aynı kategoride değerlendirmek veya aynı cümlenin öznesi yapmak çoğu zaman mümkün değil. Tabii benim ileri sürdüğüm bu yargının da kendine ait bir tarihi var ve sağlam temellere oturtmak için onun da dönemselleştirmesini yapmak gerekir. Fakat genel olarak söyleyecek olursak çeşitli sebeplerden dolayı Türkiye Yahudi toplumu muhalif olarak pek sivrilmemeyi, devletle daha uyumlu bir yol izlemeyi tercih etmiştir. Öte yandan, son zamanlarda devletin değişen iktidar yapısıyla birlikte bu noktada da bazı değişimler yaşandığı söylenebilir.

Azınlık kategorisini kendi içinde ayırmak yetmez, bir de her bir kategoriyi sınıf, köylülük-kentlilik, eğitim gibi parametlere ayırıp analiz etmek gerekir çünkü devletle ilişki, Müslümanları algılayış gibi meseleler aynı azınlık grubunda bu parametreler bazında farklılık gösterebilir. Örneğin, Mahçupyan azınlıkların kendilerini Müslümanlarla eşit görmediklerini söylüyor; kimi dönem ve bağlamlarda evet ama İstanbullu Ermeniler kendilerini Anadolulu (taşralı) Ermenilerle de eşit görmüyorlardı. Ayrıca, Müslüman algısı da kendi içinde farklılaştırılmalı; mesela Ermenilerin Türk algısıyla Kürt algısı arasında hayli farklar vardı(r); özellikle doğu vilayetlerinde yaşayan Ermeniler açısından. Gördüğünüz gibi işin içine bir de bölgesellik girdi.  Müslüman Kafkas ve Balkan muhacirlerle yerlilik-yabancılık meselesinin de işin içine girdiği ilişkilerden hiç bahsetmiyorum bile! Uzun lafın kısası, aktörleri “azınlıklar” ve “Müslümanlar” olan genellemeler yapmak zor bir iş.

Yazıdaki bir başka genelleme de “Bugün azınlıkların büyük çoğunluğu, ama Yahudi cemaatinin neredeyse tümü Sözcü okuyor” ifadesinde kendini buluyor. Arkasında hiçbir somut araştırma olmadan bu tür yargılar, olgusal bir tespit olarak ortaya konamaz. O ana kadar bunlar ancak öznel izlenimler, en iyi ihtimalle hipotezlerdir. Şahsi izlenimler olmaları onları anlamsız ya da değersiz yapmaz tabii ki, araştırılmaya değer noktalara işaret ediyor olabilirler ama analizlere dayanak olmaları için sistematik bir araştırmayla desteklenmeleri gerekir. Öteden beri benim de benzer bir izlenimim vardır. Türkiye Ermeni toplumu içinde olmaması gereken sayıda –en azından bana göre- Ermeni’nin Hürriyet okuduğunu düşünürüm ama “Ermenilerin çoğunluğu Hürriyet okuyor”, diyemem. “Türkiye Türklerindir” diyen, Ermenilere ve diğer “istenmeyen” gruplara karşı devlet operasyonlarının kimi zaman tetikçisi, kimi zaman yardakçısı olmayı asli görev bilmiş bir gazetenin Ermeniler tarafından okunuyor olması benim için evet araştırılması gereken bir anomalidir.  

Yazıdan daha o kadar çok alıntı yapabilir ve örnek verebilirim ki... Mesela bir de azınlıkların genelde kentli, “birikim yapmış” (siz onu zengin diye anlayın ) olma meselesi var. Bu, devletin azınlıkları kötülerken öteden beri kullandığı dile veya Mahçupyan’ın da sıkça eleştirdiği Kemalist solcuların “yerli işbirlikçi komprador burjuvazi” tanımına çok benziyor. Bir kere burada da Ermeni, Rum ve Yahudi kategorilerini ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Ama asıl mesele şu: Ermenilerin çoğunluğu kentli veya burjuvazi değildi, burjuvazinin çoğunluğu Ermeni, Rum, Yahudi olabilir ama o farklı bir şey. Tabii istemeden de olsa bu tür ifadelerin gayrimüslimlere saldırmayı meslek edinmişlerin değirmenine su taşıma ihtimali de mevcut.

Görüldüğü gibi konuştukça konu dallanıyor, budaklanıyor. İşte kalın kitaplar bunun için var.