Bu oyun ‘savaşta herkes asker değildir’ diyor

Artık savaş oyunlarına yönelik bu algıyı yerle bir eden bir oyun var piyasada. 11-bit studios tarafından hazırlanan ve Kasım 2014’te çıktığı gün oyun piyasasını sarsan bu oyunun adı This War of Mine

EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com
VARTAN ESTUKYAN 
estukyan@gmail.com

Video oyunları söz konusu olduğunda, tartışma konuları, genellikle, yarattıkları iddia edilen bağımlılık ve içerdikleri söylenen şiddetin zararlarıdır. Özellikle savaş temalı oyunlarda, karakterlerin küçük yaştaki çocuklar üzerindeki etkisine dair iddialar şehir efsanelerini bile aşacak boyutta. Fakat artık savaş oyunlarına yönelik bu algıyı yerle bir eden bir oyun var piyasada. 11-bit studios tarafından hazırlanan ve Kasım 2014’te çıktığı gün oyun piyasasını sarsan bu oyunun adı This War of Mine. 1992-96 yıllarındaki Saraybosna kuşatmasından esinlenen bu oyunda, oyuncu elindeki silahla o cepheden bu cepheye koşan askeri değil, sivili oynuyor ve bu kuşatmadan canlı olarak kurtulmaya çalışıyor. Yani oyunun senaryosunu yazan Pawel Miechowski’nin de dediği gibi, bu oyun, savaşa diğer oyunlara göre tamamen farklı bir açıdan bakıyor. Oyun, “medeniyetin yok olduğu bir ortamda”, tek amacı hayatta kalmak olan sivillerin savaşı nasıl algıladıklarını ekranlara büyük bir başarıyla yansıtıyor. Bir yandan da video oyunlarının sadece eğlencelik şeyler olarak görülmesi algısını ters yüz ediyor. Çıktığı gün, oyunun yapımı için harcanan masrafları çıkaracak kadar yoğun ilgi gören bu oyundan yola çıkarak, Özgür Budak, Mehmet Kentel ve Umut Yener Kara’ya, “İnsanlığa karşı işlenen suçların video oyunu yapılabilir mi?” diye sorduk.

‘Yaratıcılık dinamiklerini moral kutucuklara koymak donuklaştırır’

Özgür Budak (Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü)

Bu sorunun çok daha büyük başka bir tartışmanın konusu olduğunu düşünüyorum: Bilgisayar oyunlarının tematik ve estetik açıdan etik sınırları nedir? Doğrusunu söylemek gerekirse, hem 80’lerde oyun kültürünün ilk kuşağının bir üyesi, hem sosyal bilimler zanaatının bir çırağı olarak kafamda net yanıtlar olmadığını söylemem gerek. Oyunlara uzaktan bakan ve onların içinde barındırdığı şiddet, ironi ya da nihilizme tepki duyan kişiler açısından “şu yapılmalı, bu yapılmamalı” tarzı savlara kolay erişilebilir. Ancak ben oyunları artistik bir üretim nesnesi olarak görüyorum ve bu konuda verilebilecek aceleci hükümlerin diğer artistik üretim alanları düşünülerek değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.

Yine de daha en başta sorun da tam burada çıkmakta. Tartışmanın unsurları açısından bakıldığında, artistik üretimin yerleşmiş dallarından biri olarak görülmeyen oyunlar üzerinde denetim tartışmasının neden bu kadar rahat yapılabildiği bir soru olarak durmakta. Bunun yanında oyun temalarından rahatsız olan kitlelerin kamuoyu baskısı zaman zaman oyun üreticilerini güncellemeler yaparak “daha az hassas” imgeler kullanmaya itiyor. Bilgisayar oyunları eğlence endüstrisinin bir parçası olduğu kadar aynı zamanda bir alt kültürün de önemli bir öğesi. Bahse konu kültüre hâkim bölük pörçük temalar buna dışarıdan bakanlara sorumsuz, çıkarcı hatta ahlaksız da gelebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, benzer suçlamalar yeraltı edebiyatına yönelik de yapılmakta.

Oyunları sorumsuzlukla suçlayan uzman dili ile tecavüzlerden yeraltı edebiyatını sorumlu tutan Amerikan muhafazakârları arasındaki fark, sanıldığı kadar fazla değil. Ben, genel ilke olarak düşünsel ve imgesel yaratıcılık dinamiklerini küçük moral kutucuklara koyup değerlendirmenin yaşamlarımızı donuklaştırmakta olduğu kanaatindeyim.

‘Oyunları ciddiye aldıkça bize anlattıkları hikâyeler çeşitleniyor’

Mehmet Kentel (Fareler Oyunda Yayın Yönetmeni)

İnsanlığa karşı suçların filmi, romanı, şiiri olacağı gibi, video oyunu da olur. Hiçbir zaman ‘tam’ olamayacağı aşikâr, aynı diğer anlatı biçimlerindeki gibi, iyi olup olmayacağının da bir garantisi yok elbette, ama ‘olur’. Biz oyunları ciddiye aldıkça, onların iyi ya da kötü hikâyeler anlattıklarını, o hikâyelerle farklı ilişkilenme biçimleri geliştirdiklerini fark ettikçe, oyunların bize anlattıkları hikâyeler de çeşitleniyor ve çetrefilleşiyor. This War of Mine’ın farklı yaptığı şeyin, savaş deneyimini sivillerin gözünden anlatmayı seçmesi olduğunu atlamamak lazım; yoksa insanlığa dair işlenen suçların video oyunları, bu anlatı formunun tarihi kadar eski neredeyse. Anaakım oyun endüstrisinin her yıl, ABD’nin Ortadoğu işgallerini öyle ya da böyle tekrar eden ve bunu da askerlerinin gözünden gösteren oyunlar yaptığını unutmayalım. Tarihe düşülen birer not olan oyunları, ‘galip’lerin eline bırakmamaya karar vermek için yeterince Call of Duty gördük.

‘Oyunların doğası hikâyelerle daha doğrudan etkileşim sağlıyor’

Umut Yener Kara (Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimleri Bölümü)

Savaşı asker, komutan ve benzerlerinin gözünden anlatan yüzlerce oyuna atfen This War of Mine “Savaşta herkes asker değildir” sloganını benimsiyor. Oyunda savaş koşullarında görmeyi bekleyeceğimiz pek çok insanlık suçuna şahit oluyoruz: Çocuğuna ilaç götürmeye çalışırken keskin nişancılar tarafından vurulan bir baba, çocuklarının aç kalmaması için seks işçiliği yapan anneler, hayatta kalmak için yağmacılığa, şiddete ve hırsızlığa başvuran siviller ve nicesi… This War of Mine, video oyunlarının böylesi insanlık dramları ve insanlığa karşı suçlar gibi ciddi konuları işlerken bu zamana kadar çok az farkına varılan bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor. Video oyunları etkileşimli doğaları sayesinde izleyici-aktör arasında bir özne konumu yaratabiliyor ve hikâyelerle daha doğrudan bir ilişkilenmeye olanak veriyor. Bunun yanında oyunlar, önceden hazır tekil hikâyeler yerine, oyuncuya belirli bir özgürlük alanı vererek, oyuncunun kendi hikâyelerini yaratmasına olanak yaratır. Yine de oyuncu, diğer sanat türlerindeki benzer anlatılarda olduğu gibi masum bir izleyici konumunda güvende değildir; çünkü masumiyet, This War of Mine gibi oyunlarda imkânsız olmasa da son derece zordur.

Kategoriler

Kültür Sanat