Sansür ve gözetim Başka Charlie Hebdo saldırılarını engeller mi?

Fransa yaşanan terör saldırıları sonrası çareyi “vatanseverlik yasası” ve sansür & gözetim uygulamalarında arıyor, fakat sorunun temeline inilmedikçe büyük bir entegrasyon sorunu kaçınılmaz.

Son günlerde gerçekleşen ve toplam 17 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı olaylarını kınamak için, 11 Ocak günü dünyadan birçok liderin ve milyonlarca yurttaşın katılımıyla Paris’te ifade özgürlüğünü savunmak adına birlik ve dayanışma yürüyüşü gerçekleştirildi. Yürüyüş gerçekleşmeden önce, sabah saatlerinde Fransa İçişleri Bakanı’nın davetiyle bir araya gelen Avrupa içişleri bakanları durum değerlendirmesi yaptı ve terör tehdidini görüştüler. Bakanlar, toplantının ardından yayınladıkları ortak mesajda “terör saldırılarını engellemek için internet ve sınır kontrolü sağlanmalı” açıklamasında bulundular.

Bu konu içişleri bakanlarının güvenlikçi yaklaşımlarıyla ele alınacak olursa, sansür ve gözetim için ayrılacak zaman, kişi ve kaynak oranları kısa vadede saldırı tehlikesini düşürebilir. Fakat sorunun temelini tamamen reddeder cinsten yapılan bu açıklama, Avrupa’da var olan kimlik sorununa atıfta bulunmaktan, şiddetin engellenmesi ve durdurulması adına sürdürülebilir politikalar geliştirmekten uzak görünüyor.

Şiddet yanlısı grupların Avrupa’da yükselişe geçtiği ve destekçi sayılarını son zamanlarda artırdığını hesaba katacak olursak, yalnızca en son Paris’te gerçekleşen saldırıların failleri ve bağlı oldukları örgütlerin değil, aynı zamanda diğer ülkelerde de ortaya çıkan aşırı sağ grupların saldırganlıklarını önlemenin yolu yasaklar, sansür ve gözetimden geçmiyor. Eğer bu tür uygulamaların yapacağı bir büyük etki varsa, o da bugüne kadar tarih içinde çok sayıda örneği ola, “Streissand Effect” denen, görülmesi istenmeyen şeyin yasaklanmasıyla çok daha görünür olması durumudur. 

Medeniyetler Distopyası

Avrupa çapında hem yerel toplumların milliyetçiliği daha fazla benimsemesi, hem de göçmen toplumların ana akımdan uzaklaştırılarak toplum dışına itilmesinin bir etkisi olarak daha radikal gruplara sempati duyması şu an Avrupa Birliği’ni ideal olmaktan çok uzak noktalara itiyor. Kişilerin bu gruplara nasıl dahil olduklarının, ne şekilde bağlantılar kurarak katıldıklarının ve kendilerini bu aidiyetle tanımlamalarının nedenlerine bakılmaksızın bu grupları sadece sorun olarak görmek, hem entegrasyon sorununu göz ardı etmek hem de sansür ve kitle gözetim gibi yeni sorunlar anlamına geliyor. Aşırı sağ siyasi partilerin bir kısmı haricinde bu grupların neredeyse tamamın örgütlenmesi zaten ‘yeraltı’nda gerçekleşiyor, derin bir yapı halinde kıta çapında kendi omurgasını oluşturuyor, güvenli bağlantılarla beynelmilel bir iletişim ağı dahi geliştiriyor.

Takip mekanizmalarında Charlie Hebdo gibi korkunç bir saldırının yalnızca Fransa ve Avrupa istihbaratının bir açığı ya da yetersizliği olduğunu ve bu alanda daha fazla bütçe harcanmasına gidilmesi gerektiğini söylemek muhtemelen ilk bakışta milyonlarca kişinin içini rahatlatacaktır. Fakat, toplumsal bir sorun ortada dururken, yalnızca gündelik siyasi malzeme gibi kullanılan güvenlikçi politikalar halihazırda Avrupa’da yeni çalkantılara gebe entegrasyon sorununa çare olamaz.

Avrupa’da medeniyetler ayrışması ve güvenlik

Şu anda Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde ortaya çıkan ve din temelli görünen saldırılar, bir yandan Samuel Huntington’ın çok eleştirilen “Medeniyetler Çatışması” adlı teorisi ve kitabını doğrular nitelikte. Bir yandan da böylesi bir distopya senaryosu aslında yaklaşan toplumsal krizin aşılması adına konunun gündeme gelmesine olanak sağlıyor. Yıllardır ötelenen Avrupa’nın entegrasyonu, bu saldırıların ardından adeta mantar gibi türeyen “saldırgan göçmen” ve “saldırgan milliyetçi” gruplarının etkinlik alanlarını artırma kaygısı, doğru bir yaklaşımla ele alındığında bütünleşme sürecini hızlandırabilir.

2005 yılında İngiltere’de kabul edilen ‘Terörün Engellenmesi Yasası’nın getirdiği demokrasi karşıtı uygulamaların sancıları halen devam ediyor. Batılı devletlerin “teröre karşı ittifak” hazırlıklarında internet servis sağlayıcılara açık çağrı yaparak gözetim ve sansürde yardımcı olmalarını talep etmesi, bu tür demokratik olmayan uygulamaların Avrupa çapında yaygınlaşmasının yolunu açıyor. Ayrıca güvenlik gerekçeleriyle hürriyetlerin kısıtlanması Avrupa’nın temel ilkelerine aykırı bir duruş.

Toplantıdan öne çıkan diğer notlarda ise ISS’lerin içeriğe erişim engelleme, içerik kaldırma, kullanıcı takibi ve kullanıcı verilerinin devletlerle paylaşımı gibi “işbirliği” taleplerinin yanı sıra, 28 üyeli AB bloğunda sınır denetimlerinin artırılması ve Avrupa yurttaşlarının sınır dışına çıktıklarındaki faaliyetlerinin takibi de yer alıyor. 12 Şubat’ta gerçekleşecek AB zirvesinde tartışılacak önerilerin ne kadarının ve hangi seviyede uygulanacağı henüz belirsizken, 18 Şubat’ta Washington’da gerçekleşecek daha geniş kapsamlı bir toplantıda da ABD Başkanı Obama öncülüğünde güvenlik önlemleri ve yeni tedbirlerin değerlendirileceğinin “müjdesi” veriliyor.

Şu an kanlı saldırıların bir sonucu olarak özellikle aşırı sağ gruplar başta olmak üzere birçok kişi hiç de soğukkanlı olmayan refleks tepkilerini destekleyebilir; fakat bu tür kriz durumlarında özellikle dikkat edilmesi gereken, bireylerin ve toplumların uzun uğraşlar sonucu devletlerden elde ettiği hak ve hürriyetlerinin kısıtlamacı, müdahaleci ve güvenlikçi tutumlarca engellenmemesi. Charlie Hebdo’nun çizerlerinin ifade hürriyeti uğruna canlarını ortaya koymasının sonucunun, devlet eliyle hürriyetlerin kısıtlanması ihtimali olması manidar. Aşırı sağ, IŞİD tarzı islamcılık söylemi başta olmak üzere, diğer “zararlı” addedilen söylemlere sahip internet sitelerine sansür uygulanmasının manası tam olarak şudur: “ben görmeyeyim de ne yaparlarsa yapsınlar.”

Kategoriler

Güncel Dünya



Yazar Hakkında