BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Je suis Charlie… Comme j’etais Hrant!

Keşke uzun süre, dünyadaki tüm yazarlar, yazdıkları tüm yazılara aynı başlığı atsa, içeriği konuyla ilgili olsa da olmasa da… Hatta her telefon “Je suis Charlie” diye açılsa, her “Kim o?”nun cevabı “Je suis Charlie” olsa. Bir şeyler çağrıştırır mı acaba, hayata karşı kör ve sağır olanlara? Bir endişe duyarlar mı, ‘insanlık elden gidiyor’ diye? Herkes Hrant olduğunda fark etmiş miydi?

Çok gençken, sanırdım ki uygarlık geliştikçe insan denen vahşi yaratık bilgilenir, bilinçlenir ve ehlileşir. Öyle olmuyormuş, büsbütün vahşileşiyormuş. Sanırdım ki dinî duygular, özünde dinginlik, ruhsal doyum ve huzur verir, yaratılan her can, yaratandan ötürü koşulsuz sevilebilir. Öyle olmuyormuş, nefret duyuluyormuş.

Yaşı ilerledikçe, gençlikte kurduğu gelecek düşleri açısından birçok hüsran yaşıyor insan, ben de yaşadım tabii. Ölçüsünü önceden kestiremesem de, kimini sindirsem kimini sindiremesem de, tahmin ediyor, bekliyordum. Ama bir gün insanlığın geleceği açısından bu kadar düş kırıklığına uğrayabileceğimi hiç tahmin etmiyordum. Acayip üzgünüm.

Yaşananların tüm dünyayı etkileyen siyasi boyutuyla ilgili ahkâm kesmek haddim değil. Elbette ki bu tarz olayların faillerinin, geçmişleri karanlık ve birçok aidiyet arasında bocalayan, her şeye hınçlanmış insanlardan oluşan, kanserli hücreler olduğunu görebiliyorum. Bunlardan her yerde var. Ve hangi zihniyette olursa olsun, bu körü körüne radikal hücrelerde, bir dolu başıboş, kişiliksiz genç, beyinleri kanla yıkanıp, acımasızca harcanıyor.

Benim siyaset dışı aklımla, önemli olan, bunların neden oluştuğu. Hangi dünya siyasetinin, böylesine korkunç bir kine, nefrete yol açtığı ve hedeflerin neye göre kararlaştırıldığı. Ah... Mizahı susturmak nasıl da hastalıklı bir zihniyet, değil mi? İnsan gülmezse ölür. İnsanı güldürmek, güldürürken ders vermek, büyük bir zekâ ürünüdür. Zekâya da darbe bu.

Leman dergisi “Hepimiz öldük!” demiş. Haklı. Biz Gırgır dönemi gençleriyiz. İnce esprilerle büyüdük, ne kadar özgürmüşüz... Tam o dönemde, birilerinin matbaaya dalıp o zekâlarına kurban olunası insanları taradıkları canlandı gözümde. İçim yandı. Dini buna alet etmeleri de ne acı... Hangi dini bütün Müslüman, öldürürken tekbir getirir? O’nun yarattığı bir canı alırken, O’nun adını anmak nasıl bir gaflet, nasıl bir günahtır? Dindarlık bunun neresinde?

En aklımın ermediği de, bu tarz eylemlerdeki canlı bombalar. Sultanahmet’teki kadın en son örnek. Ne yapıyorlar acaba o insanlara? Beyinlerini mi yıkıyorlar? Uyuşturucu mu veriyorlar? Yoksa uzaktan mı patlatıyorlar? Bu mantığı vaktinde Japonlar başlattı sanırım, Kamikaze’leri hatırladınız mı? Onlar da belki uzaktan patlatılıyorlardı. Ay, bilemedim valla, çok korkunç.

Bu durumda ülkemize çok iş düşüyor galiba. Siyasetçilerimiz bu konuda bin düşünüp bir laf etmeli. Şiddeti kınarken, hiçbir cümleye ‘ama’ ile başlayan bir cümle eklememeli. Yok bunun hiçbir savunması. Etkilenmemek için dinlememeye çalıştım ama bazı siyasetçilerimizin Fransız hükümetine öneri babında ettikleri laflar takıldı kulağıma. Mesela şöyle bir şey: “Bunlar başka ülkeden gelip yerleşmiş olsalar da hepsi bizim vatandaşımız, askere, savaşa gidiyor ve dönüyorlar.” Yani ‘öteki’ değiller anlamında. Bunu duyunca “Peki ya biz?” demek geldi içimden. Biz başka bir ülkeden gelmedik, zaten hep buradaydık köküne kadar vatandaşız, askere de gidiyoruz, aynı bayrağa saygı duyuyoruz ama hâlâ ‘öteki’ değil miyiz? Dediler ki “Demokrasinin kapsamı genişletilip çoğulculuğa gidilmeli, o insanların Müslüman Fransız vatandaşı olmak istemesi normalleştirilmeli, kimse dışlanmamalı.” Kaldı ki, burada kastedilen İslamiyet olsa da, Müslüman olmak dini bütün olmak demektir, hangi dinden olursa olsun. Pek güzel. Önce sen yap. Ki örnek ol.

Dedim ya, siyasetçilerimize çok iş düşüyor. Demokrasi, lafta kalmayıp uygulanmalı. Önce, düşünce ve ifade özgürlüğü meselesi. Genel anlamda (din de buna dahil) her türlü sert köşe törpülenmeli. Yasaklar, kurallar insanca olmalı. Ben dedim, ben güldüm; insanca yasak mı olur? Özellikle gülmek ve yaşamdan zevk almak engellenmemeli. Sanata yani hayata sansür uygulanmamalı. Diyecekler ki şimdi, “Sanki Fransa’da bu konularda yeterince özgürlük yok mu?” İyi de, benim demem, bu tarz saldırılarda İslamiyet’i bahane tutmalarından. Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede insanca özgürlükler olmalı ki örnek olsun.

Ay, Kadıköy–Beşiktaş arası vapurlarda sokak müzisyenleri yasaklanmış, duydunuz mu? Bu gidişle yakında metro müzisyenleri de yasaklanır. “Ne alakası var şimdi bunun?” dediniz mi? Var, var, çok alakası var. Karışık mı oldu biraz? Karışıkım da ondan... Sonuç olarak: Je suis Charlie dostlar! Je suis Hrant!