Duvar ve tuğla

Hrant Dink devlet tarafından hedefe konulduğunu, İstanbul Valiliği’nde tehdit edildiği o görüşmede anlamıştı ilk. Karanlık ve uzun bir sürecin soğuk nefesini ilk o gün hissetmiş ve bunu da çevresindeki bazı kişilerle paylaşmıştı. Kendisini koruması gereken devlete güvenemeyeceğini, çünkü asıl tehlikenin o taraftan gelebileceğini sezmişti.

 

90’lı yılların kötü namlı, astığım astık kestiğim kestik İçişleri Bakanı, bombalı bir suikastla katledilen Uğur Mumcu’nun katillerini ortaya çıkaracak bilgilerle ilgili olarak, gazetecinin eşine, “Hanımefendi, bir tuğla çekilirse bütün duvar yıkılır” demişti. Anlaşılan o ki, bu duvar-tuğla taktiği, devletin tüm hücreleri tarafından içselleştirilmiş bir beka stratejisi olarak süreklilik arz ediyor.

Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra da, soruşturmanın ve davanın bütün serencamı aynı taktik ve strateji tarafından belirlenmedi mi? Duvar aynı duvar, duvarı yıkmak için gereken tuğla sayısı yine bir, ama kimse bir türlü o tuğlayı çekemiyor. Duvarın yıkılmasını, gerçeklerin ortaya çıkmasını istemeyenler, tek bir tuğlanın bile yerinden kıpırdamaması için, bürokratik, yasal ve yasadışı tüm imkânları zorluyor, duvarın altından kalmamak için her şeyi yapıyorlar.

O duvarı hepimiz tanıyoruz.

İşte bu tanışıklıktan ötürüdür ki, polis devleti yasalarına rahmet okutacak yasa maddelerinin en katı yorumları nedeniyle ömürlerinden bir yarım yılı parmaklıklar ardında geçiren gencecik öğrenciler, daha ilk özgür nefeslerinde, “Duvarınız vız gelir bize!” diyordu, bir yandan analarına, babalarına, arkadaşlarına sarılarak.

Sahiden de öyle. Çünkü gerçekler er ya da geç kazanır. Çünkü onlara kurşun işlemez, çünkü onlara duvarlar vız gelir.