BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Örnek şehir

Duymuştum da, bu kadarını tahmin etmemiştim. Gözümle görünceye kadar... Vallahi bayıldım, hatta kıskandım, keşke artık burada yaşasaydım dedim. İstanbul’da bu kadar eşim dostum, sosyal çevrem olmasaydı, o kadar bağlı olduğum, âdeta bir anılar evi olan evimi bile dağıtır giderdim. Hangi şehirden söz ettiğim anlaşılıyor mu? Tabii ki Eskişehir... Geçen hafta Eskişehir’deydim dostlar.

Liseden mezuniyetimizin –burada tekrarlamaktan pek hoşlanmayacağım– bilmemkaçıncı yıldönümü nedeniyle, bir kısmı yurtdışından gelen sınıf arkadaşlarıyla toplandık. Okulumuzdaki törenle yetinmeyip başka etkinlikler de düzenleyerek, burada oldukları süreyi mümkün olduğu kadar bir arada bulunacak şekilde değerlendirmek istedik. Son etkinliğimiz de Eskişehir gezisiydi. ”Niye ille Eskişehir?” diye soranlar oldu. Vallahi, yurtdışında yaşayanlar artık o malum tatil beldelerini bizden iyi biliyorlar; o halde biz de onlara ülkemizin, tüm dünyaya övünerek gösterilebilecek bir şehrini gezdirelim dedik, Bizim için de keyifli olur. Ve de çoook iyi etmişiz.

O ikide bir Bodrum, Antalya, Marmaris gibi mimlenmiş yerlere gidenler bir kez de gidip Eskişehir’i görmeliler bence. Ne yana baksanız güzel, sokaklar caddeler temiz, bol ağaçlı, bol çiçekli, bir tane bile bilinçsizce budanmış ağaç yok, ve de orta yerinden Porsuk Çayı geçiyor. Gençler, kıyılarındaki çimenlere sarmaş dolaş yayılmış, kimse gidip dürtmüyor, dikize yatmıyor. Üzerinde yer yer, Amsterdam Kanalı’ndakilerden esinlenmiş olduğu söylenen, pek zevkli ferforje köprüler var. Âdeta Paris’teki Seine Nehri’nin mini bir versiyonu; Eskişehir’in plaka numarasına atfen, tam 26 tane köprü. Gondol ve tekne turları yapılıyor, kıyılar boyunca söğütler salınıyor, geceleri her taraf ışıl ışıl, cıvıl cıvıl, âdeta Berlin gibi. En güzeli de, hiç gökdelen olmaması.

Abartısız, özentisiz ama son derece modern kafeler, restoranlar var. Yahu, Bodrum’daki, çığırından çıkmış Barlar Sokağı’na “İşte olması gereken budur” dedirtecek kadar seviyeli ve keyifli bir barlar sokağı bile var. Her tür müzik çalınıyor ama bağırmıyor. İçki de içiliyor ama kimse dağıtmıyor. Genç kızlar, gecenin bir yarısı sokaklarda özgürce dolaşabiliyorlar, kimse rahatsız etmiyor. Şort ve mini etek giyiyorlar, kimse yiyecek gibi bakmıyor. Kapalılar da var ama kimse o kapalılığı buradakiler gibi gözüne sokup satmıyor. Şehrin yabancısı olduğunu anlayıp kazıklamaya kalkan da yok. En önemlisi, ortalıkta polis görünmüyor. Yani dört-beş kişi toplanınca tepelerine dikiliveren kimse yok. Hırsızlık falan da olmazmış pek. Ama sanmayasınız ki emniyet görevlileri yan gelip yatıyorlar; ihtiyaç duyulduğu an, pıt diye oradalar. Eh, tam yaşanacak yer, değil mi? Daha bitmedi...

Güzel, zarif ve esprili heykeller var orada burada. Yerdeki rögar kapağından çıkan bir işçi heykeli, balıkçı, çiçekçi, koca bir salyangoz, köpeğiyle yaşayan bir evsiz, ve bilumum mitolojik heykeller... Şehir merkezindeki, kocaman Nasreddin Hoca heykelinin önünde duran kazana kimse çöp doldurmuyor. Belediye Başkanı’nın kendisi de heykeltıraşmış, bu yüzden şehrin birçok yerine böyle ilginç heykeller koyduruyormuş. İktidar partisi bunları eleştiriyor ve “Sokak ve mahalleler pislik dolu, heykelden geçilmiyor” diyormuş. Vallahi yalan, her taraf tertemizdi, hatta çayın kenarında adamlar gece gündüz dolaşıp çöp topluyorlardı. Ha, bir de, “O heykellerin hiçbiri Türk ve İslam kültürünü yansıtmıyor” diyorlarmış. Eh, acaba neden Mal Hatun, Osman Gazi, Yunus Emre, Nasreddin Hoca heykellerini görmüyorlar? Hatta neden, AKP’li Odunpazarı Belediye Başkanı’nın yaptırdığı Şelale Park’taki yel değirmenine doğru yürüyen harika Don Kişot ve Sanço Panza heykellerini de Türk tarihini yansıtmadığı gerekçesiyle eleştirmiyorlar? Ay, amanın, yine siyasete bulaşacağım galiba. Bunu kesip, anlatmaya devam edeyim ben. Opera ve bale var, sanat müzeleri var; hatta, balmumu heykeller müzesi Avrupa çapında. Kimler vardı kimler... Gerçi benim gözlerim hiç olmazsa bir Ara Güler’i aradı ama neyse. Belki ileride koyarlar.

İnsanların, çoluk çocuk salınıp, akşama kadar vakit geçirebilecekleri, harika parklar var. Sazova Bilim Kültür ve Sanat parkı, gölet, içinde kafeteryalar bulunan harika Masal Şatosu, Bilim Merkezi, Uzay Evi, amfitiyatrolar, içine girilip köşe bucak gezilebilen korsan gemisi... Kent Park’ta bir de yapay plaj var valla. Öyle güzel ki, suyun bir bölümü iki yandan ayrılmış, devridaim yapan ve arıtılan bölümün suyu masmavi, kıyılarına kum dökülmüş, şezlonglar konmuş, resmen plaj. Yapımına halk da yardım etmiş. Ayrıca iki açık, bir kapalı yarı olimpik yüzme havuzu ve çocuk havuzu... Anlat anlat bitmiyor valla, belki haftaya devam ederim, bakalım artık.