VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Yeni din savaşlarımız

Ortadoğu’daki çatışmalar yeni ve son derece tehlikeli bir evreye girdi: bu ayın başında, Suudi Krallığı 47 kişiyi ‘teröristlik’le suçladı. Birçoğu, Faris al-Zahrani gibi, El-Kaide militanıydı, ama Şii din adamı Şeyh Nimr El-Nimr’in idam edilmesi en çok dikkat çeken şey oldu. Suudi yetkilileri, özellikle de krallıktaki Şii azınlığa yönelik politikaları açısından lafını sakınmadan eleştiren biriydi. El-Nimr, 10 yıl sürgünde kaldığı İran’daki yetkililere yakındı ve ayrıca Suriye’deki baskıcı Esad rejimine yönelik olanlar da dahil, baskı yapılmasını da eleştiriyordu.1

El-Nimr’in idam edilmesi zincirleme bir tepkiye yol açtı: İran’da göstericiler Suudi konsolosluğunu yakıp yıktı. Suudiler buna, Tahran’la ilişkilerini keserek karşılık verdi: Suudi uçakları, San’a’daki İran konsolosluğuna saldırdı ve İran’ı ‘mezhepçilik kartı’nı oynamasına karşı, Arap Birliği’nin ittifakını garantiledi. Fiili savaş orada da kalmadı: İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, New York Times’ta yayınlanan bir makalesinde Suudi Arabistan’ın “yıllardır İslamiyet’e sığmayan düşmanlık ve mezhepçilik mesajını yaydığını”2 duyurdu.

Ortadoğu’daki Sünni-Şii savaşının yeniden yükselişine mi şahit oluyoruz? Suudi Arabistan ve İran birbirini mezhepçi tutkuları alevlendirmekle suçluyor. İki devlet de Suriye’den Yemen’e ve Lübnan’dan Irak’a bölgede süregiden bir dizi çatışmada karşıt grupları destekliyor.

Son birkaç yılda basın, Ortadoğu’daki karmaşık gelişmeleri İslam’ın ana iki kolu arasındaki dini bir çatışma gibi sunarak epey basitleştirdi. Sanki, okuyuculara 7. yüzyılda İslam’daki hilafet mücadelelerini hatırlatarak ve bilgece sözleri bölgenin dini bir haritasıyla göstererek Ortadoğu’da Sünni ve Şiilerin olduğunu söylemek kanlı savaşları ‘açıklamaya’ yetiyormuş gibi.3

Zira Ali’nin halefinin kim olacağını dair çatışmalar (Ali’nin oğlu Hüseyin’in yenilip öldürüldüğü, 680’de yaşanan Kerbela Savaşı) ile modern çatışmalar arasında gelenek açısında bir devamlılık olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Aynı şekilde, 16. ve 17. yüzyıllardaki Osmanlı-Safevi savaşlarıyla bugünkü olaylar arasında bir devamlılık olduğuna dair bir kanıtımız da yok. Gerçek şu ki, şahitlik etmekte olduğumuz Sünni-Şii çatışması yakın zamanda, son 20 yılda ortaya çıktı. İran’daki İslam Devrimi’nde bile İran kendini öncelikle Şii olarak değil, Şah’ın batılılaşmasına karşı radikal bir İslam devrimi olarak ortaya koydu. Ayrıca, Saddam Hüseyin’in İran’a karşı başlattığı ve bir milyon insanın ölmesine sebep olan korkunç savaş da mezhepçi bir çatışmadan ziyade, Arap milliyetçiliği adına İranlılara karşı açılan bir savaştı.

Sünni-Şii çatışması yeni bir durum olsa da, bölge 19. ve 20. yüzyıllarda din savaşlarına şahit oldu. İttihatçı liderlerin, Osmanlı’nın Hıristiyan nüfusunu -Ermenileri, Rumları ve Süryanileri- I. Dünya Savaşı sırasında yok ettiğini hatırlıyor musunuz? İttihatçıların, Kürt ve Türkmen aşiretlerini ‘gâvurlara’ karşı harekete geçirmek için nasıl ‘cihat’ı kullandığını hatırlıyor musunuz? Ve Hıristiyan milletleri yok ederek Osmanlı İmparatorluğu’nu da yok ettiler.

Tıpkı Hıristiyan Osmanlıların yok edilişinde olduğu gibi, Ortadoğu’da bugün yaşanan ‘kutsal savaş’ın da dinle hiçbir ilgisi yok. Mesele Tanrı’ya nasıl tapınılacağı değil, bir grubun diğerleri üzerinde nasıl hakimiyet kuracağı. Bu, dini değil, siyasi bir çatışma. Yönetici elitler, dini kullanarak halklarını ‘imanlılar’ ve ‘imansızlar’ olarak ikiye ayırıp, güçlerini ve ayrıcalıklarını korudular; böylece eşitlik, vatandaşlık, hukukun üstünlüğü ve adaleti yok saydılar.

Suudi Arabistan’ın esas sorunu dini azınlıklardan ziyade işlemeyen siyasi-iktisadi sistemi. Krallık aslında çok ciddi sorunlarla karşı karşıya. Krallık, daha bu ayın başlarında, 2015 bütçesindeki 97,9 milyar dolar açığın ardından, enerji fiyatlarının yüzde 50 artacağını ve 2016 bütçesinde büyük bir kısıtlama olacağını duyurdu.4 Krallığın bütçesinin %80’i enerji ihracatından geliyor ve varil başına fiyat 2014’ün ortalarında 120 dolardan 40 dolara düştüğünden, Krallık toplumsal sözleşmesini sürdüremiyor. Krallıkta ayrıca geçen sene kitlesel işten çıkarmalar yaşandı5 ve yönetici ailenin ‘Arap Baharı’ tarzı halk destekli isyanlardan daha çok korktuğu bir şey yok. Her yerde olduğu gibi, mezhep çatışmaları, yönetici rejimlerin içlerindeki muhalifleri oyalamak için kullanabilecekleri en iyi yol.

Suudi ve Molla rejimlerinin ikisi de baskıcı, kendi halklarının haklarını ihlal eden otokrat rejimler. Sünni ve Şiiler arasındaki ‘kutsal’ savaş yeni, ama yarattığı kör düşmanlık, bölgeyi yıllarca yakabilir. Ortadoğu’yu yeni karanlık çağdan kurtarmak istiyorsak mezhepçi içgüdüler alt edilmeli.