Ölmek mi zor geride kalmak mı?

Binnaz Öner, Geride Kalanlar adlı romanında 1915’te yerlerinden yurtlarından edilen Ermenilerin, hayatlarını kurtarmak için geride bırakmak zorunda kaldıkları kız çocuklarının hikâyesini anlatıyor. Öner, “Annelerin yavrularını bırakması beni çok etkiledi. Bir annenin çocuğunu bırakması ölümden beter” diyor.

AYDA KARAYEL
agos@agos.com.tr

Herhalde en çok bir anne anlar başka bir anneyi... Çocuğundan ayrılmak nasıl bir şeydir, bütün anneler bilir. Evrensel Basım Yayın tarafından Nisan ayında yayımlanan ‘Geride Kalanlar’ romanında, 1915’te yerlerinden yurtlarından edilen Ermenilerin, hayatlarını kurtarmak için geride bırakmak zorunda kaldıkları kız çocuklarının hikâyesini yazan Binnaz Öner, “Bu hikâyeyi neden yazdınız?” sorusuna “Annelerin yavrularını bırakması beni çok etkiledi. Duyarlı olan herkesi etkilemeli bence! Bir annenin çocuğunu bırakması gerçekten ölümden beter” cevabını veriyor.

Romanında, Urfa’nın Kayalık Köyü’nde, 1915 yılının Ağustos ayında başlayan ölüm yürüyüşüne çıkmadan önce ailelerin geride bıraktığı 16 Ermeni kızın, daha sonra kendilerinden yaşça büyük erkeklerle evlendirilmelerini, Müslümanlaştırılmalarını, yani aslında nasıl kurtulduklarını değil, kimliklerinden koparılıp bir anlamda nasıl yok olduklarını anlatan Öner’e ilk sorumuz bu oldu: “Neden?”

Bu soru aslında “Siz de mi Ermeni’siniz?” sorusunu da ima ediyordu ister istemez. Öğreniyoruz ki herkes aynı soruyu soruyormuş Öner’e. Kitabı bitirip yayınevlerine gönderdiğinde, kısa bir süre sonra gelen telefonlarda ilk sorulan soru bu olmuş. Öner, “Hayır, Ermeni değilim Türküm” diye yanıtlıyor soruyu. “Öyleyse nineniz mi Ermeni, geride bırakılmış bir kız çocuğu tanıdığınız mı var?”

Buna da cevabı “Hayır!”

Neden utanıyoruz ki?

Öner, Urfalı bir baba ve Gaziantepli bir annenin çocuğu. Uzun yıllardır İstanbul’da yaşıyor. 1915’te geride bırakılan kız çocukları olduğunu çocukluğunda, önce babasından duymuş. Kendi ifadesiyle “Konuyu deşince” tanıdıklarından, sonra Ermeni dostlarından da benzer hikâyeler dinlemiş. Geride bırakılan kız çocuklarının Türkleştirildiğini, Müslümanlaştırıldığını, Urfa’da böyle çok sayıda kız olduğunu, romanında anlattığı gibi, bu kızların Türk komşuları tarafından kilere kapatılarak tehcir emrini yerine getiren jandarmalardan kurtarıldıklarını sonradan öğrenmiş.

Bir insan çocukluğunda duyduğu bir hikâyenin etkisinde neden bu kadar kalır? Anne tarafından terk edilme korkusu mu bu? “Belki de” diyor: “Belki çocuk psikolojisi... Çok etkiledi beni. Ama bir de şu var: Ben kalanların daha çok acı çektiğine inanırım. Ölene de yazık tabii ki ama kalan o kadar çok acı çeker ki gidenin arkasından. Beni asıl bu etkiledi. Hikâyeyi bu nedenle yazdım. Herkes neden Ermeniler, diye soruyor. Aslında Ermenileri anlatmadım, geride bırakılan kızları anlattım. O kızların Ermeni, Türk, Arap, Müslüman, Hıristiyan olması önemli değildi. Onlar acı çeken insanlardı. Devlet, hükümet bir karar aldı, Talat Paşa ‘Gidecekler’ dedi ve milyonlarca insan gitti. Binlerce insan öldü. Kalanlar vardı. Bunların ırkı önemli değil. Ben acı çeken insanları yazmak istedim ve bunları birilerinin duymasını istedim.”

Kitap çıktıktan sonra benzer hayat hikâyelerini bilenlerle daha sık karşılaşır olmuş Öner: “Bu hikâyelerden öyle çok var ki. Roman çıktıktan sonra biri ‘Bizim köyde de böyle biri vardı, ona gâvur kızı, derlerdi. Demek ki o da Ermeni’ydi’ dedi. Öbürü ‘Evet, ninemiz bize böyle hikâyeler anlatırdı’... Bu kızlar, kadınlar yıllardır fısıltı halinde konuşuluyor. Neden utanıyoruz ki? Açık açık konuşalım bunları.”

Özrü halk dilemeli

Öner, aslında “Ermeni sorunu” olarak adlandırılan meselenin halklara bırakılmasından yana. Siyasetin “çıkarlar” nedeniyle çözüm üretmediğine, devlet düzeyinde Türk ve Ermeni tarafının “bu işi” çözemeyeceğine, ama halkların barışmaya, kucaklaşmaya hazır olduğuna inanıyor: “Tarihte bir acı çekilmiş, bunlar geçmişte yapılmış. Bütün bunları biz yapmadık. Biz şimdi çıkıp demeliyiz ki, ‘Evet, bunlar yaşandı. Bu insanlar gitti. Geride kalanlara da çok iyi bakamadık. Kardeşlerimizden özür dileriz.’ Halk yapsa bunu. Çünkü halktan başka kimse yapmayacak.”

Öner, 1915’ten sonra bir “suç” varsa bu suçun geride bırakılan bu kız çocuklarını ve yaşanan acıyı inkâr etmek olduğunu söylüyor: “Bizim tek suçumuz bu kızları, kadınları, yaşanan acıyı inkâr etmek. Soykırım yapıldı demiyorum, bir acı yaşandı, diyorum. Bir tehcir kanunu çıkarıldı ve o insanlar giderken öldüler. Bu kanun, ‘Çeteler bizi arkadan vuruyor’ diye çıkarıldı. Devlet, suçlu vardıysa suçluya ceza vermeliydi, bunun cezasını masum halka çektirmemeliydi. O zamanın hükümetinin ne yaptığını çıkıp bilim adamları konuşsun, tartışsınlar. Ama biz bu acıyı sürekli inkâr etmeyelim. Onlar bize yaptı, biz de onlara yaptık demekten vazgeçmek lazım. Böyle bir yere varılmayacak. Şu anda geride bırakılan  yaşayanlar var ve sayıları hiç az değil. Onların yaşadıklarını inkâr ederek biz onları hâlâ kırıyoruz.”

Öner, aslında 1915’i tartışmıyor. “Tarihi tartışmak benim işim değil. Ben hikâyeyi yazarım, hak veren verir; bu okurun vicdanına kalmış. Ben bu insanlar vardı, hâlâ da varlar demek istedim. İstiyorum ki herkes bu kitabı okusun.”

İkinci romanını yazıyor

Gaziantep’te doğan Öner, lise eğitimini bu şehirde tamamladıktan sonra, üniversiteyi kazandığında  İstanbul’a geldiğini anlatıyor. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan  sonra, bir bankada işe başlamış. “Ama hayatta yapmak istediğim tek şey yazmaktı” diyor. Bundan sekiz yıl önce ilk çocuğu doğunca işi bırakan Öner, şimdi Bahçeşehir’deki evinde oğlu ve üç yaşındaki kızına bakıyor, bol bol okuyor ve yazıyor. Geride Kalanlar, Öner’in ilk romanı. İlkinin devamı olacak ikinci romanı ise yazmaya başlamış.

KENDİMİ ONLARIN YERİNE KOYDUM

Binnaz Öner’in sekiz yaşında bir oğlu, üç yaşında da bir kızı var. Romanı yazmaya kızı doğduktan sonra başlamış. “Kadın ve anne olmanız özellikle bu hikâyeyi yazmanızda etkili oldu mu?” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Öyle de diyebilirsiniz. Ama insan deyin, en iyisi budur. Yani erkek, kadın, Rum Ermeni, Türk, Hıristiyan, Müslüman, insanları sevmek önemli. Bu ülkede kadınlar zaten eziliyor. Geride bırakılan Ermeni kadınlar ise daha fazla ezildi, çünkü Ermeniydiler. Başka kadınlar tarafından dövüldüler, kumalar tarafından dövüldüler.”

Öner, Geride Kalanlar’ı sadece yazmamış, adeta hikâyenin kahramanlarıyla birlikte yaşamış, kendini onların yerine koymuş: “Romanı yazarken kendimi o kızların yerine koydum, rüyalarımda onlarla konuştum. Onlarla birlikte ağladım. Annelerin yavrularını bırakması beni çok etkiledi. Duyarlı olan herkesi etkilemeli bence... Bu ölümden de beter. Bir annenin çocuğunu bırakması gerçekten ölümden beter. Onlar zaten yola çıkmadan öldüler. Yolda yaşadıkları artık nedir ki, gitmeden ölmüş o anneler. Malı mülkü bırakın. Kızlarını bırakmışlar. Kızları gitmeden canlı canlı gömmüşler.”

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ