‘Türkiye Suriye’de büyük yenilgi yaşıyor’

İ.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi’nden Yardımcı Doç. Dr. Erhan Keleşoğlu: “Uluslararası alanda Türkiye’nin kredisi tükenmek üzere. Gelinen noktada eğer batı başkentleri çok daha eleştirel davranmıyorlarsa, bu tamamıyla kısa vadeli siyasi konjonktürle ilgilidir.”

Suriye’de beşinci senesine giren iç savaşta geçtiğimiz hafta ateşkes ilan edildi ama taraflar şimdiden birbirlerini ateşkesi bozmakla suçluyorlar. Türkiye ise durmadan PYD’nin terör örgütü ilan edilmesini istiyor, bu istek ABD’nin ise neredeyse ‘umrumda bile değil’. Türkiye PYD nezdinde Kürtlerin kazanımlarını yok etme peşinde. Hükümetten sürekli Suriye’ye girme açıklamaları geliyor. Ayrıca Türkiye’nin Kürt bölgesindeki çatışmalar, sokağa çıkma yasaklarının bilançosu ağırlaştıkça ağırlaşıyor. İ. Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi’nden Yardımcı Doç. Dr. Erhan Keleşoğlu ile Türkiye’nin Suriye ve Kürt politikasını konuştuk. Keleşoğlu, hükümetin Suriye’de “tam bir fiyasko yaşadığını” söylüyor.

Geçen Cuma günü Suriye’de ateşkes başladı ama El Nusra ve IŞİD’in olmadığı bir ateşkes nasıl uygulanabilir?

Rusya ve ABD arasındaki ateşkes anlaşması, kâğıt üzerinde olsa bile, esas itibarıyla hem bölgede Suriye üzerinden bölgesel liderlik için kapışan İran, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelere hem de Suriyeli güçlere verilmiş bir mesajdır.

Mesajın tam olarak anlamı nedir?

Mesaj şu: Biz küresel güçler olarak Suriye savaşının daha fazla uzamadan nihayetlendirilmesi için anlaşıyoruz, siz de Suriye içindeki güçler olarak buna göre kendinize çeki düzen verin, siyasi kartlar yeniden dizilecek. Zaten başından beri, ateşkesin hemen uygulanabilir olması, El Nusra ve IŞİD’in ateşkes dışında bırakılması sebebiyle çok mümkün değildi. İkisi de El Kaide çıkışlı olan bu iki örgüte karşı ateşkesin geçerli olmaması, genel bir mutabakatın yansıması. Yani ABD ve Rusya taraflara, “Bunlarla aranıza set çekin” diyorlar. El Nusra bu mutabakata karşı direneceğini açıkladı. Dolayısıyla bu savaş hemen bitmeyecek, ateşi düşecek ama daha uzun süre devam edecek.

Beşar Esad Nisan’da seçimler olacağını açıkladı, bunun Suriye’ye barışın gelmesine bir etkisi olur mu?

Ateşkesin sağlanamadığı koşullarda adil seçimlerin yapılması mümkün değil. Biraz daha suların durulmasını bekleyeceğiz, çünkü şu an ortalık tozduman. Özellikle Suudi Arabistan ve Türkiye sahada destekledikleri güçlerin devamlı gerilemeleri sebebiyle doğrudan müdahalenin koşullarını arıyorlardı, ateşkes tam o anda geldi. Şimdi hem Türkiye hem Suudi Arabistan’dan ateşkese uyacakları ancak bu ateşkesin çok uzun süreli olmayacağına dair açıklamalar geldi. Ancak ben Türkiye ve Suudi Arabistan’ın ABD’nin onayı olmadan kendi başlarına müdahale edebileceklerine inanmıyorum. Öte yandan ABD’nin sahada kullanabileceği güçler sınırlı. Hem Türkiye hem de Ürdün’deki ‘eğit donat’ faaliyeti büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. O yüzden de ABD’liler PKK ile YPG arasında ayrım gözetmeye başladılar. O yüzden Türkiye ile ABD’nin pozisyonu hiç yan yana gelmiyor ancak ABD, Türkiye içerisinde Kürt bölgelerindeki operasyonlar için çok eleştirel bir dil kullanmıyor. Bu bağlamda YPG ile ilişki esas itibarıyla IŞİD’in baskılanması üzerinden yürütülüyor. IŞİD baskılandıktan ve geriletildikten sonra YPG ile bu ilişkiler kalıcı olur mu pek emin değilim.

Türkiye’nin YPG’ye bu kadar karşı olmasının nedeni nedir?

Ortadoğu Kürt hareketi içersinde iki siyasi hareket sivrilmiş durumda. Biri Barzani-KDP, diğeri ise PKK çizgisi. Türkiye 2000’lerin ortalarından itibaren bir stratejik tercih yaptı ve bölgesel Kürt siyasetinin kendisi açısından yönetilebilmesi için KDP ile ittifakın zorunlu olduğunda karar kıldı. 2007’den itibaren de Türkiye –KDP ilişkileri hızla iyileşti ve stratejik ittifak niteliğine büründü. Buna mukabil Türkiye’nin bölgesel Kürt siyasetinde PKK ve onun temsil ettiği siyasal çizgi hasım olma durumunu hep korudu. Ve Türkiye özellikle 2009’dan itibaren Kürt siyasi hareketiyle girmiş olduğu müzakere süreci Suriye ile de ilgiliydi. Hükümet, Türkiye içerisinde silahlı unsurların tamamının tasviye edilmesine yönelik bir süreç olarak gördü bunu. Aynı zamanda Kürt hareketiyle bir çatışmasızlık sürecinin AKP’nin elini güçlendireceği hesabı yapıldı. Suriye’deki belirsiz ortamda da Kürt hareketiyle belirli ortak edinmesi ihtimali değerlendirildi. Hatırlayın bu dönemde Salih Müslim defaaten geldi gitti. Ancak Türkiye’deki iç politikanın ihtiyaçları sebebiyle bu durum sona erdi. İkinci olarak Kürtlerin Suriye’de özerk bölgelerle kurumsallaşmaya gitmesi, bu kurumsallaşmayla askeri, siyasal, diplomatik kapasitelerini arttırmaları, Ankara’da kaşların kalkmasına neden oldu. Özellikle Kobani süreciyle Türkiye’nin Suriye’deki Kürt kurumsallaşmasına nasıl baktığını anladık. O kurumsallaşmanın mümkün olduğunca zayıflatılması ve dağıtılmasını öncelik olarak gördü, Türkiye. Bu bağlamda Kürt siyaseti ile Türkiye arasındaki müzakerelerde esas kırılma noktası, Suriye üzerinden gerçekleşti. Çünkü Türkiye’nin öngördüğünün çok daha ötesinde kazanımlar elde etti, Kürt hareketi. Özellikle de Kobani sürecinde ABD’nin ve koalisyonun desteğini almakla. Yani Türkiye, Suriye’de PKK çizgisine yakın siyaset galebe çaldığı için, PYD’ye ya da Suriye’deki Kürt kurumsallaşmasına karşı çıkıyor. Suriye’de KDP çizgisi üstün gelseydi, Türkiye Suriye’de bu kadar sıkıntı yaşamazdı.

İlişkiler Kobani’yle bozuldu diyorsunuz ama PYD çizgisi hep oradaydı zaten. Ayrıca Ankara hâlâ Türkiyeli Kürtlerle ‘çözüm’ masasındaydı.

Daha yıkılmamıştı masa, çünkü henüz seçimler gerçekleşmemişti. Seçimlere yakın süreçte anlıyoruz ki, AKP hükümeti barış süreciyle ve Dolmabahçe’de açıklanan mutabakatla seçime girilmesi halinde ortaya çıkacak sonucun kendilerine yaramayacağını gördüler. Kobani olaylarıyla Kürt siyasi hareketinin Kürt halkını seferber etme imkanı açısından Kürtler üzerinde nasıl bir güce eriştiği açığa çıktı, bu da Ankara’yı ciddi anlamda kaygılandırdı. O dönemde devlet birçok yerde hakimiyetini kaybetme noktasına geldi, çok zorlandı. Türkiye’yi bir karar aşamasına getirdi.

O kararı tek cümleyle özetleyebilir misiniz?

Savaş kararıdır. Kürt hareketinin tavsiye edilmesi sürecine geri dönülmesi de denebilir.

Türkiye ne kadar itiraz ederse etsin ABD PYD’yi destekliyor, bu destek devam edecek mi?

Taktik bir ittifak söz konusu PYD’yle.

Türkiye nereye yerleşecek bu durumda?

Türkiye’nin Suriye meselesinde iki önceliği vardı. Birincisi Esad’ın devrilmesi, ikincisi Kürtlerin kurumsal bir yapıya sahip olmamasıydı. Bu iki alanda da büyük bir fiyasko yaşandı. Türkiye’nin bölgede desteklediği unsurlar özellikle Müslüman Kardeşler çizgisine yakın unsurlardı. Rusya’nın savaş girmesiyle Suriye’de rejimin gücü artıyor, Kürtler belli bir bölgeyi tutuyorlar ve El Nursa ile IŞİD’i çıkardığınız zaman esasında muhaliflerden çok fazla bir şey kalmıyor. Türkiye, El Nusra ve IŞİD’le  özellikle Kürtlerin baskılanması, yıpratılması için konjonktürel taktik bir ilişki içerisindeydi. Hatta en son Azaz’a yönelik saldırı sırasında biliyoruz ki, Ahraruş Şam, Feylakuy Şam ve El Nusra’ya bağlı milisler Cilvegözü kapısından alındılar ve otobüslerle Öncüpınar’a getirildiler ve Öncüpınar’dan Azaz’a sokuldular. Bu tartışmaların ve uluslararası alanda çok yoğun baskıların olduğu dönemde dahi Türkiye bunu yapmaktan sakınmıyor çünkü başka bir çaresi kalmadı. Yani doğrudan müdahale şansı kalmadı.

Peki uluslararası ilişkiler profesörü olan Başbakan Davutoğlu’nun böyle bir şey yapmasını nasıl açıklıyorsunuz? Bu dış politika bizi nereye götürür?

Şunu kaçırmayın: İç ve dış politika arasında dolaysız bir ilişki vardır. Özellikle Suriye, iç politikanın o kadar ciddi parçası haline getirildi ki. Suriye krizinin başlamasından itibaren iktidar partisi kolaylıkla bu krizin çözülebileceğini, rejimin düşebileceğini, rejimin düşmesinden sonra Ortadoğu’da oyun kurucu rolü Türkiye’nin alacağını o kadar fazla dile getirdi ve iç politikada kendi seslendiği kitleler açısından kendisini o kadar bağladı ki, bu söyleme kendileri de inanır oldular. Ancak böyle bir tarzla siz bölgesel ve uluslararası siyaset yürütmeye kalkarsanız, gücünüzün sınırlarına sandığınızdan çok daha kısa bir sürede erişirsiniz ve duvara toslarsınız. Türkiye’nin yaşadığı budur.

Duvara tosladık mı?

Üzereyiz. Bana sorarsanız uluslararası alanda Türkiye’nin kredisi tükenmek üzere. Gelinen noktada eğer batı başkentleri çok daha eleştirel davranmıyorlarsa, bu tamamıyla kısa vadeli siyasi konjonktürle ilgilidir. ABD mesela Türkiye’nin bölge politikaların son derece rahatsız ancak kısa vadede Türkiye’nin politikasını değiştirecek yeni bir oluşum ortaya çıkmadığı için Türkiye ile ilişkilerini çok da zedelemek istemiyor. Ancak diğer yandan özellikle Suriye’deki siyaset üzerinden Türkiye’ye kırmızı çizgilerini gösteriyor.

Dış politika çöktü diyorsunuz peki şu anda Suriye’ye ilişkin yapılan hamlelerde bir strateji var mı? Yoksa günü kurtarmak üzerine mi gidiliyor?

Esas endişe verici olan Türkiye’nin bir stratejisinin olmadığını görüyor olmamız zaten. Türkiye’nin iç siyasetinin gerektirmiş olduğu adımlar atılıyor. Bu adımlar dış politika açından çok rasyonel olmasa da devam edecek gibi görünüyor. Asıl tehlikeli olan da budur zaten. Öte yandan iktidarın bir stratejisi olduğunu söyleyebiliriz, ‘survival strategy’ dediğimiz iç siyasette ayakta kalma stratejisi bu. 



Yazar Hakkında