VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Türkiye, AB ve mülteciler

Bir zamanlar Türkiye’deki liberaller, demokratlar ve reformistler, ülke içinde olumlu değişimler yapmak için fikir ve teşvik edinmek amacıyla gözlerini Avrupa Birliği’ne çevirirdi. AB ve Türkiye’nin 7 Mart’ta yaptığı zirve, bu durumun tersine döndüğünü ortaya çıkardı. Artık Türkiye AB’yi ve politikalarını şekillendiriyor ve elindeki koz da çatışma bölgelerinden kaçan mülteciler. 

Mültecilere kafayı takmış bir AB’ye şantaj yapmak çok kolay. Ve Türkiye’nin yöneticileri de tam olarak bunu yapıyor: AB’ye mültecilerle şantaj yapıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen sene AB lideri Jean-Claude Juncker’a savurduğu tehdide şantajdan başka ne denebilir ki? Erdoğan, istekleri kabul edilmezse Avrupa’nın mültecilerle dolup taşacağını söylemişti: “Yunanistan ve Bulgaristan sınır kapılarını istediğimiz zaman açıp mültecilere otobüslere doldurabiliriz... Bir anlaşma yapmazsanız mültecilerle nasıl başa çıkacaksınız? Onları öldürecek misiniz?” 

En son yapılan görüşmelerde, Başbakan Davutoğlu, AB’ye yerleşen her bir mülteci karşılığında Yunan Adaları’ndan geri gönderilen bir mülteciyi kabul etmeyi önerdi. Başka bir deyişle, Davutoğlu şu an Türkiye’de bulunan iki milyon mültecinin yarısını Avrupa’ya gönderip yarısını da Türkiye’de tutmayı öneriyor.

Çekişme halindeki Avrupalılar hâlâ Davutoğlu’nun önerisini tartışıyorlar. Alman Şansölyesi Merkel, Hollanda Başbakanı Mark Rutte ve İngiltere Başbakanı David Cameron’a benzer bir şekilde, bu planda hemfikir olduğunu hızlıca belirtti ve bunun bir “atılım” olduğunu söyledi. Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, şu açıklamasıyla, anlaşmanın değerini bir adım öteye taşıdı: “Avrupa’ya düzensiz bir şekilde göç edilen günler geride kaldı.”

‘Bir sana bir bana’ anlaşması karşılıksız değil elbette. Türkiye’nin yöneticileri diplomatik kabiliyetlerini ortaya koyup AB’nin fon vaatleriyle ilgili pazarlık başlatmayı başardı. 2015’in Kasım ayında, AB Türkiye’nin mültecileri Avrupa sınırlarından uzak tutması karşılığında Türkiye’ye üç yıl içinde üç milyar euro vermeyi vaat etmişti. Ne var ki Brüksel’deki son zirvede Türkiye, mülteci akınını azaltmak için yapacağı işbirliği karşılığında altı milyar euro talep etti. Davutoğlu da bir yandan 75 milyon Türkiye vatandaşı için Avrupa’ya vizesiz giriş hakkı sağlamak ve Türkiye’nin AB üyeliği sürecini yeniden başlatmak için bastırıyor. 

Davutoğlu, Türkiye’nin işbirliği ve organize insan kaçakçılığını çökertme planını fedakâr ve yardımsever bir adım gibi sundu: “Bu yeni tekliflerle mültecileri kurtarmayı, onların durumundan faydalanarak onları sömürenleri caydırmayı ve Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönem açmayı amaçlıyoruz.”

Altı milyar euro, vize düzenlemesi ve üyelik görüşmelerinin yeniden başlatılması anlaşmanın maddi kısımları. AB, otokratik Türkiye’yle yaptığı ‘şeytanla anlaşma’ benzeri anlaşmayı sürdürerek daha fazla bedel ödemek zorunda. Diplomatlar ve bakanlar Brüksel’de pazarlık yaparken, Türkiye’de Erdoğan hükümeti kontrolleri altında olmayan son basın organlarını da susturuyordu: 8 Mart’ta, Cihan Haber Ajansı’nın yönetimi mahkeme kararıyla değiştirildi. Bundan dört gün önce, Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazetesi olan Zaman’a da aynı şey yapıldı ve bu gazete de Erdoğan yönetiminin boyunduruğuna girdi. Zaman ve Cihan cemaat lideri Fethullah Gülen’e aitti; Erdoğan ve Gülen, devlet gücünü aralarında nasıl pay edecekleri konusunda ayrılığa düştükleri 2014 yılına kadar sıkı müttefiklerdi. Hizmet Hareketi’yle yaşanan mevcut çatışmanın Erdoğan’ın iktidarı ele geçirmesi olduğu düşünülürse, Türkiye’de güçler ayrılığı nasıl mümkün olabilir? Güçler ayrılığı, AB üyeliği için zorunlu bir kriter. 

Ya da Türkiye’ye verilecek vize serbestliği, Türkiye toplumunda hızla artan IŞİD etkisini de kapsayacak mı? 

Kendimizi kandırmayalım, Davutoğlu üyelik sürecini başlatmayı Türkiye’yi Avrupa çizgisine getirmek için değil, bunu da tıpkı mülteci meselesi gibi bir koz olarak kullanmak amacıyla öne sürüyor. Karşılığında AB, gazetecilere yönelik baskı, Kürdistan’da barış isteyen akademisyenleri tutuklama ve elbette Kürt halkına uygulanan çok geniş ölçekli baskı altına alma girişimleri gibi, Türkiye’deki ihlaller için baskı uygulama fikrinden vazgeçecek. Bugün AB, siyasi reform ve demokratikleşme gibi taleplerle Türkiye’ye baskı yapabilecek bir konumda değil, zira şu sıralarda Türkiye’den mültecilere karşı bekçilik yapmasını istiyor. 

Bu altı milyar euro, ne mülteci sorununu çözebilir, ne de halkın destek vermediği yöneticilerin bir sonraki seçimde oylarını artırmasını sağlayabilir. Suriye, Avrupa’daki tek kriz değil ve çocuklarını kendi ülkesindeki yöneticilerinden kurtarmak için kendini dalgalara atmaya hazır çok fazla umutsuz insan var. 

Ankara ve Brüksel arasındaki görüşmeleri yeniden başlatmak, yakın zamanda AB üyeliğini filan getirmeyecek. Ayrıca bu yeni anlaşma, umutsuz mültecilerin kıtanın sahillerine ulaşma çabalarını da engellemeyecek.