Taşradaki ‘Hovarda Alemi’nin gösterdikleri

Osman Özarslan, akademik bir metin olmasına rağmen, mülakatları ve edebiyata göz kırpan anlatılarıyla derdini akıcı bir şekilde anlatan ‘Hovarda Alemi’nin satır aralarını, eğlence ve taşranın ilişkisini, gece hayatındaki ‘erkeklik hallerini’ anlattı.

Osman Özarslan’ın ‘Hovarda Alemi’ kitabı geçtiğimiz haftalarda İletişim Yayınları’ndan çıktı. ‘Taşrada Eğlence ve Erkeklik’alt başlığıyla yayımlanan ve özünde bir yüksek lisans tezi olan çalışmada Özarslan, daha önce pek girilmemiş bir alana girerek ‘kentin dışarısı’ taşraya ve taşradaki erkeklik hallerine eğlence pratikleri üzerinden bakıyor. Yazarın kendisinin de doğduğu ve yaşadığı Burdur’un Çavdır ilçesindeyse erkeklik ve eğlence denilince artık akla, konsomatrislerin çalıştığı, yüksek volümlü müziklerin ve ısmarlanmak zorunda olan içkilerin hüküm sürdüğü gazinolar geliyor. Özarslan, saha çalışmasını yaptığı bu gazino aleminde, erkekler arasındaki hegemonik ilişkilerin kadın bedeni üzerinden nasıl şekillendiğine, bu ilişkilerin gazinolarda nasıl yeniden üretildiğine, kadınların bu sistemde ayakta kalmak için neler yaptığına bakıyor. Yazar, gazinolardaki eğlence sektörünün önünü ve arkasını da, taşranın kent karşısındaki konumu, sıkıntının taşrayla ilişkisi ve taşralılığın muhafazakârlıkla sıkı bağları üzerinden irdeliyor.  

Taşrada eğlencenin dönüşümünden bahsederken söze önce meyhanelerden başlıyor, bu mekânları ‘kamusal mahrem’ olarak tanımlıyorsunuz. Bu durumda gazinoları nasıl tanımlamak gerek?

Eskiden erkekler sohbet ediyordu. Bunu eski günler güzellemesi yapmak için söylemiyorum ama insanlar birbiriyle daha çok konuşuyordu ve kamusal alan, iletişim kurularak oluşturuluyordu. Kamusal bir alan olarak meyhane, bir yandan da mahremdi, çünkü sadece erkeklerin girebildiği bir mekândı. Bir yandan da ‘Erkekler dedikodu yapmaz’ genel kabulüne inat erkeklerin dedikodu mekânıydı. 90’lardan sonra, başka etkenler de var olmakla birlikte Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Türkiye’ye seks işçisi akını oldu ve büyük kentlerde pazar doldu. Oradaki pazar dolunca, kentin fazlası taşraya aktı. Kadınlar içkili ortamlarda görünür olmaya başlayınca eğlence anlayışı değişti. Bence, basit erkek muhabbetinden, müzikli ve kadınlı bir ortama geçiş taşraya biraz fazla geldi. Bu mekânlarda başka türlü ilişkiler kurulmaya başlandı. Kadınların, ama daha çok işletmecilerin ve arabulucuların elinde ciddi bir güç birikti.

Bu durum erkekler arası ilişkileri nasıl değiştirdi?

Taşralı erkeğin kendini farklı şekillerde var etme biçimleri var. İki erkek karşılaştığında orada hiyerarşi ve hegemonya biçimleri kurulur. Bu performatif bir şeydir.

Performatif derken neyi kast ediyorsunuz?

Erkeklik performansı deyince karşımızda farklı figürler duruyor. Mesela Polat Alemdar, mesela Kara Murat... Tarihsel olarak bakarsak, Osmanlı Devleti… Yatakta süper başarılı, sokakta, kavgada her yerde dört dörtlük, uzlaşmaz, vurduğunu deviren, kararlı gibi kalıplar üzerinden tanımlanıyor buralarda erkeklik. Halbuki gündelik hayatta erkeklik hiç de böyle bir şey değil. Gündelik hayatta erkek dediğin şey uzlaşır, bazen kavga eder ama çoğu zaman kavgadan kaçar. Sadece ‘sahnedeyse’ ve birileri onu izliyorsa kavga etme yolunu seçer. Mesela gazinoda ‘racon’ kesen, bir kadının ‘belalısı’ olan kabadayıya sormuştum, “Abi bu kadın gitti başkasının masasına oturdu, bu erkekliğe yakışıyor mu?” Cevap olarak “İşte ekmek parası ne yapalım” demişti. “Ama kadının parasını yiyorsun”deyince de  “Ben de onu koruyorum, peşinde hayatımı verdim” demişti. Baktığımızda ‘erkeklik kitabı’ denen o zımni sözleşmeye iki durum da ters, ama erkek yeri geldiğinde durumu rasyonelleştiriyor.

Kitapta çok ayrıntılı bahsetmeseniz de Türkiye’nin muhafazakârlaşması ve eğlence hayatının geldiği bu nokta arasındaki ironiye değiniyorsunuz. Bunu neye bağlamak gerek?

Öncelikle muhafazakârlık ve dindarlığı birbirine eş tutmadığımı belirtmem gerek. Bu ülkede Kemalizm de muhafazâkar Marksistler de. DEV-SOL Dursun Karataş’ı, TİKKO İbrahim Kaypakkaya’yı tartışabilir mi? Muhafazakârlık, hayatın her alanında var. Ama Türkiye’deki devletin muhafazakârlığı biraz daha fazla dindar görünümlü. Ve bence bu muhafazakârlığın kurulma biçiminin birincisi erkeklikle yakından alakası var. İkincisi kadın bedeniyle yakından alakası var. Üçüncüsü de taşralılıkla yakında alakası var. Bunların üçünün birbiriyle kesiştiğini ve birbirlerini kurduğunu düşünüyorum. Nasıl kurulduğu sorusunun cevabı, biraz önce bahsettiğimiz; erkekliğin performatif yapısı ve kendini sürekli meşrulaştırmasında yatıyor.

Gazinoda ‘paralı, belalı, yakışıklı’ olmak üzere üç tipolojiden bahsediyorsunuz. Bu üç tipolojiye uymayan bir erkek gazinoda barınamaz mı?

Elbette buna uymayan müşteriler de var. Mesela bir garson. Adam sabahtan akşam başka bir yerde çalışıyor, işten çıkınca ‘kafayı soğutayım’ diye gazinoya geliyor, iki bira içip evine gidiyor. Gazinoda yaşananlar onun umrunda değil. Ama o da mekâncıların ve gazino çalışanlarının umrunda değil.  Hatta o garsonu yük olarak görüyorlar. Nasıl bankalar için düzenli ödeme yapan müşteri angaryaysa, o adam da mekâncı için angarya. 40 yıldır gece hayatının içinde olan mekâncı Ramazan abiye bir keresinde bu müşterileri sormuştum, “Ben onlara röntgenci gözüyle bakıyorum; adam geliyor kadınlara bakıp bakıp eve gidiyor, sen bundan ne anlarsın?” demişti.

Erkekler için gazino dışında bir eğlence var mı peki Çavdır’da?

Çavdır’da bir tane bile meyhane yok. Sadece Burdur Merkez’de bir tane var, onu da CHP’li belediye açtı. Ki Burdur bir cumhuriyet projesi olarak en tutmuş yerlerden biridir. Hani  “Müslümanım, oruç da tutarım, içki de içerim oyumu da CHP’ye veririm” gibi bir kalıp var ya, o kalıp Burdur. Ve böyle bir yerde kadın ve erkeğin beraber gidebileceği sadece tek bir mekan var.

Eşleri, yakınları gazinonun devamlı müşterisi olan kadınlarla konuşamamışsınız ve bunun çalışma açısından bir eksiklik olduğunu yazıyorsunuz. Neden eksiklikti?

Muhafazakârlık kısmını anlamak açısından önemli olacaktı. Kadınların yaşadıklarını nasıl meşrulaştırdığını öğrenmek isterdim. Burada bilinen, konuşulan bir örnek vardır mesela; Adam yoksul bir çiftçi. Karısı pazardan naylon ayakkabı giyiyor. Adam bir gazinoda kadına ‘takılıyor’. Kadın hediye isteyince adam gece bir ayakkabıcıyı açtırıp çok fahiş bir fiyata bir çizme alıp bu kadına hediye ediyor. Bu hikâye adamın karısı tarafından da biliniyor. Ve paranın asıl sahibi de tarladan mahsulü kaldıran kadın. Bu hikâyenin kadın tarafından nasıl alımlandığını bilmek isterdim.

Kitap için görüştüğünüz konsomatrisler de önemli bilgiler veriyor. Mesela erkekler tarafından ‘kötü kadın’ olarak kodlanan bir yandan da bir türlü ulaşamadıkları konsomatrislerin büyük bir kısmının işe başlama nedeni ekonomik kriz ve bireysel borçlanma.

Borçlanma meselesi şundan önemli: geleneksel aile şablonunda, borç ailenin borcuydu. Baba taşırdı, çocuklar ve kadın da ona yardımcı olurdu. Ama şimdi burada üniversite öğrencisinin elinde bile kredi kartı var. Gazinoda kadınların erkeklere anlattığı hikâyeler var, ‘annem kötü davrandı, ailem istismar etti’ gibi hikâyeler. Hakikaten de böyle hikâyeler var ama ben görüşmelerimde şunu gördüm: kadınlar bir noktada kredi kartı borçlarını ödeyememişler ve bunu çözmek için bu işi yapmaya başlamışlar. Sonra da devam etmişler. Bu kadar basit.

Görüştüğünüz kadınlar bir şekilde gazinoda çalışmayı bıraksa da bir süre sonra geri dönüyor. Bunu, kadının gece hayatında özne olmasına bağlıyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Kadın hem oyuna dahil oluyor hem de kolay paraya sahip oluyor. Böyle deyince bazı feminist arkadaşlar kızmışlar, bunun eril bir dil olduğunu düşünmüşler. Bence bu eril bir şey değil. Kadın da erkek gibi kolay para kazanabilir. Ve bu dünyayı tercih ediyorlar. Bunda da bir yanlışlık yok. Aile zaten kadın için güvenli bir yer değil. Bir de bu çalışmada aile kurumuna duyduğum saygının yıprandığı yerlerden biri şu oldu: Ailelerin hepsi kızlarının ne yaptığını biliyor ama bilmiyormuş gibi davranıyor. Hepsi kadının kazandığı parayı iç etmenin derdinde.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu kitapla ciddi bir tartışma yapmaya çalıştım. Başından beri de hep etrafımdaki arkadaşlarım alaya aldı bu meseleyi; “Güzel yol, helal olsun’ şeklinde yaklaştılar. Kitap çıktıktan sonra da tartışma buradan gidiyor. Biraz rahatsızım açıkçası. Bence oturup konuşulmayı hak eden bir mesele. Sonuçta yoksul kadınlardan ve yoksul erkeklerden bahsediyoruz. Ama biraz tuhaf bir memleketiz. Yoksulluktan bile erotizm çıkarabiliyoruz.

‘Direncin nedeni kadın-erkek ilişkisi’

Cumhuriyet döneminde taşraya empoze edilmek istenen modern eğlence anlayışının taşrada dirençle karşılaştığını söylüyorsunuz. Bunun nedeni ne?

Cumhuriyeti kuran kadroların, köylüleri; modernist, aydınlanmacı, çalışkan protestan etiğine sahip köylülere dönüştürme planının bir parçası da boş zaman algısına müdahaleyle ilgili. Bu müdahale çerçevesinde birincisi geleneksel eğlenceler ıskartaya çıkarılıyor, ikincisi de Osmanlı ve Şark-İslam dünyasında kabul gören münzevilik kültürü, hedonizmle ve modern eğlenceyle yer değiştirmeye çalışılıyor. Taşranın gösterdiği direnç de aslında kadın-erkek ilişkilerinde yatıyor. Taşrada bugün bile hâlâ kadın ve erkeğin, karı kocanın kamusal hayatta yan yana olması abes karşılanıyor. O dönemde de ciddi direnç var. İnsanlar “Benim kızıma bilmem kimin oğlunun yanağı değdi’ noktasından tartışıyor. Cumhuriyetin getirmeye çalıştığı modernist anlayış, kadın bedeni üzerinden başka mülkiyet haklarına çarparak çok ciddi bir şekilde geri dönüyor. Bu modernist eğlencelerden taşraya tek girebilen panayırlar. O da belki de özünde taşralı olması, karnavalesk öğeler taşımasıyla ilintili. Panayır da 80’lere kadar taşrada devam edip sonra yok oluyor. Bu konuda Yılmaz Erdoğan’ın ikinci filminde bir deniz kızının Hakkari’ye gelme hikâyesi vardır. Panayırın ve modernin taşraya girişini iyi anlatan, büyülü bir sahnedir.



Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.