‘Torunlarıma bir hatıra veremeyeceğim, günahını o gece evimizi basanlar çeksin’

6-7 Eylül pogromunun 61. yıldönümünde, dönemin Ekümenik Patrikhane fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un eşsiz fotoğraf arşivi bir kere daha gözler önüne seriliyor. İstos Yayıncılık tarafından basılan, gazeteci Serdar Korucu’nun derlediği ‘Hem Malınızı, Hem Canınızı!’ kitabı, o gece yaşanan şiddetin unutturulmuş ve karanlık yüzüne; insanların bedenleri, yaşamları ve hatıraları üzerinde bıraktığı hasara ışık tutuyor. Kitapta yer alan anlatıları, Kalumenos’un objektifinden fotoğraflarla sunuyoruz.

6-7 Eylül 1955 pogromunda yaşanan şiddet, pek çoğumuzun aklına İstiklal Caddesi’nde caddeyi kaplayan yağmalanmış öte beri görselleri, ellerinde sopalarla poz veren güruhları gösteren fotoğraflarla kazındı. Fakat yaşanananlar, bu fotoğrafların gösterdiklerinden çok daha fazla, çok daha derin acılar barındırıyor şüphesiz. Ekümenik Patrikhane’nin o dönemki fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un geçen sene ilk defa yayımlanarak kitap haline getirilen fotoğrafları, şiddetin kiliseler ve mezarlıklarda neden olduğu hasarı gözler önüne sermişti. Pogromun 61. yıldönümü içi hazırlanan ve yakında İstos Yayıncılık’tan çıkan ikinci cilt ise Rum toplumunun kendi evlerinde, mahallerinde ne yaşadıklarına odaklanıyor. 

Patriklik fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un yaklaşık 1500 fotoğraflık arşivinden, 61. yıldönümüne özel olarak seçilen 61 özel fotoğraf, kızı Marina Kalumenos’un izni, Ekümenik Patrik Bartholomeos’un yakınında bulunan isimlerden gazeteci-fotoğrafçı Nikolaos Manginas’ın katkılarıyla ve Azınlık Vakıfları’nın ilk temsilcisi Laki Vingas’ın danışmanlığında kitap haline dönüştürüldü. Gazeteci Serdar Korucu’nun hazırladığı ‘Hem Malınızı, Hem Canınızı!’ kitabı, Kalumenos’un eşsiz fotoğraf arşivinin yanı sıra, biyografiler, hatıratlar, gazete haberleri gibi pek çok farklı kaynaktan özenerek taranarak bulunmuş 6-7 Eylül anlatılarına da yer veriyor. 

Papaz Evangelos son anda kurtuldu 

 “Papaz Evangelos manastırın güvercinliğinde saklanıyordu. Onu buldular ve sertçe dövdüler. Ona acımasızca işkence edip yaraladılar ve nihayet yere yıktılar. Sonra onu çarmıha germeye yeltendiler, ama sıkıyönetimin ilanı onları durdurdu ve bu sayede son anda kurtuldu. Ucuz kurtulmuştu. Onu da Balıklı Hastanesi’nde buldum. Fotoğrafta görüldüğü üzere, acısını çektiği zalim ve gaddar işkencenin izleri gün

gibi açık.” 

Gazeteci Dimitrios Kalumenos 

Evangelistra’nın yakılışını seyrettik 

“...Evangelistra’dan çığlıklar gelmeye başladı. Kampana sesleri durdu. … Biz yine arka balkona giderek Evangelistra’nın yakılışını seyrettik. Alevler pencerelerden dışarı fışkırıyordu (ne itfaiye, ne polis), polis karakolu hemen 50 metre ötede

kiliseden… Daha sonra öğrendim ki iki papaz varmış birini kaçarken yakalamışlar ve diğerini de horanın (horan Ermenice ayinin yapıldığı masa) üzerine çarmıha germişler.

Kurken Alyanakyan 

Kim onlara papaz olduğumu söylemişti?

Ben o gün İstanbul’da olsaydım başıma ne gelirdi bilemem. Ama babamın yazdığına göre gece sabah karşı 200 kişilik bir güruh İcadiye’deki evimizin önünde toplanmış.

‘Makarios’un uşağı papazı verin!’ diye beni öldürmeye gelmişler. Hâlâ merak ederim: Bu adamlar benim Amerika’da ilahiyat okuduğumu nereden öğrenmişlerdi? Kim onlara benim papaz olduğumu söylemişti?… Babam mektubunun sonunda ‘Aman oğlum buraya sakın geleyim deme! Seni burada arıyorlar. Ellerine geçersen seni öldürecekler!’ diye yazmıştı.

Thomas Cosmades

Papazın koyununu boğazlayıp pay ettiler

Çanlar çalıyor. Neden? Hiç gece yarısı çan çalmaz ki. İlk kez uzun sakallı, sarkık bıyıklı adamları ellerinde kalın kalın sopalar, kesici aletlerle o gece görmüştüm. Kamyonlarla gelmişlerdi. Allah Allah sesleriyle doğru kiliseye. Biz çocuklarda ayrı bir heyecan vardı; hem çok ürkmüş- tük hem de bir Kızılderili filmi seyrediyorduk sanki. “Papazı bulamadık” diye bağırıyordu birileri. “Ama koyunu burada.”

— Allahuekber.

Koyunu orada boğazlayıp pay ettiler

 Zakire Büyükfırat

 

Bir daha kırmızı elbise giyemedim

Çok az haftalık alıyordum. Aldığım paraları üç ay biriktirdim, akrabalarımızdan birinin düğününde giymek için kırmızı saten kumaştan bir elbise diktirdim(...) Giymeye kıyamadan elbise dolabına yerleştirdim. İşte tam o gün, akşamüzeri ellerinde baltalar, bıçaklar, sopalarla bir yığın güruh Kumkapı’daki Rum ve Ermeni evlerine saldırmaya başladı(...)Çok korktuk. Babam ‘Türk bayrağı asalım’ diye evin içinde koşturuyordu. Evde bayrak yoktu. Hemen koştu gitti, dolapta asılan benim kırmızı elbisemi aldı. Makasla kesti biçti, üzerine iğneyle hemen ay yıldız tutuşturdu(....)Evimiz saldırıdan, yağmadan kurtuldu. Ama ben o elbisemin acısını hiç unutmadım(...) Kırmızı renk bana hep o günü hatırlattığından kırmızı elbise giymedim.*

 Albert Sevinç 

 Gördüklerimiz utanılacak manzaraydı 

Rum vatandaşlarımızın evleri, bir tanesi bile atlanmadan basılmış, içindeki eşyalar caddeye atılmıştı. Evlerinde oturanlar eşya enkazı içinden işe yarar olanları toplamaya çalışıyordu. Ufak bir kız çocuğunun bulduğu kolu bacağı kopmuş oyuncak bebeği annesine ‘Mama, Mama, buldum, buldum!’ diye seslenmesi ve gördüklerimiz utanılacak ve unutulmayacak bir manzaraydı.

Tuğgeneral Yılmaz Tezkan 

Ne yatak ne battaniye kaldı

İnsanlar çıplak çünkü kıyımı gerçekleştirenler onların kıyafetlerini çaldı. Ne yatakları ne de battaniyeleri kaldı. Kilise ve cemiyetler kıyafet toplayıp bunları ‘mültecilere’ dağıtıyor.

Despoina Portokallis 

Bugün malınız mülkünüz, yarın…

Her zamanki gibi o gün de kahveye gittim. Kahvenin sahibi yanıma geldi ve dedi ki: ‘Antoncuğum sen bugün eve gitsen daha iyi olur.(...) Birkaç cadde ilerledikten sonra ne olduğunu anladım. Baltalarla dükkanların kepenklerini ve evlerin kapılarını kırıyorlardı. Piyanolar, dolaplar camlardan aşağı atılıyordu ve bağırıyorlardı: ‘Bugün malınız mülkünüz yarın hayatınız!’

 Anastasis Yordanoğlu

On beş gün önce omuzlardaydım

On beş gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleriyle karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Evde ne pencere, ne kapı kalmıştı. Kızlarım küçüktü onları öldürmeye kalktılar. İstanbul’dan Emniyet Müdürü evime geldi. Gece gördüğü manzara karşısında ‘Aman Allah’ım’ demişti. Çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.

Lefter Küçükandonyanis 

Evim değil, tahripçiler muhafaza edilmiştir

“Benim evimde cereyan ettiği için söylemek mecburiyetindeyim. Evimin yanıbaşında polis karakolu bulunmaktadır. Bizi tanırlar, anne ve babamı bilirler. Tahripçiler evin içine giriyor, evi tamamiyle tahribediyor ve evimin önünde duran silâhlı jandarmalar hiç müdahale etmiyor. Bu hâdisede diyebilirim ki evim değil, tahripçiler muhafaza edilmiştir. Babam ve annem 80 yaşındadır. Yataktan aşağı atılmış ve gece yarısı, yatakları dâhil, her şey tahribedilmiştir.”

 Demokrat Parti Milletvekili Aleksandros Hacopulos 

Bir sürü kadın çok acı çekti 

Rum kızlarına tecavüz ettiler, kızlardan birini acınası bir halde sokakta çıplak bıraktılar; Türk bir aile onu sokaktan aldı, ona sarınması için bir çarşaf verdiler ve sığınması için bir yer sundular. Benzer durumdaki bir sürü kadın bu acıklı faciadan sonra yaşadıkları ruhsal sarsıntı ve şoktan dolayı çok acı çekti. 

 Gazeteci Dimitros Kalumenos 

Senin aileni taciz etseler sen ne anlatırdın?

(..)O gün çok tecavüz oldu. Kadınlar sonradan Yunan Konsolosluğu’nu haberdar ettiler. O zaman polisler sivil olarak bana geldiler, doktor olduğum için. Hastaneye gittik ama kadınlar susuyordu. Bunun üzerine polise sordum: ‘Evli misin?’ ‘Evet’ dedi, ‘Bir gecede 500 kişi senin karını ya da kızını taciz etse, sen ne anlatırdın?-Susacağını söyledi. Kadınların suçu yok. Failleri resmi makamlara ihbar ediyor ama olayın herkesçe bilinmesini istemiyorlardı.”

Yorgos Adosoğlu 

Hatıralarımı yok etmişlerdi 

Aşağıdan kırılan camların, parçalanan mobilyaların seslerini duydukça sıra bize geliyor diye korkudan tir tir titriyorduk. (..) Bu işkence saatler boyu sürdü. Bir gün, bir gece sonra aşağı indiğimizde, evimizde oturacak bir sandalye dahi yoktu.

Mutfakta ne kadar tabak-çanak varsa, şekerlerimizi, kahvelerimizi bile sokağı atmışlardı. Çeyizimden kalan yatak-yorganlarımı, kocam Mihail’in düğünümde taktığı takıları, herşeyi ama herşeyi atmışlar, kırmışlar, hatıralarımı yok etmişlerdi.(..) Artık kızım Olga’ya, torunlarıma dedelerinden kalan bir hatıra eşyayı hediye edemeyeceğimin günahını o gece evimizi basan, kırıp, döken o hiç tanımadığımız adamlar çeksinler.

Balatlı Marika teyze




Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.