Orwell’ın kaleminden işçi sınıfı

ARSEN KOCAOĞLU

George Orwell’ın Can Yayınları’ndan Levent Konca’nın çevirisiyle çıkan ‘Wigan İskelesi Yolu’; içerisinde hem edebi ve tarihi unsurları barındıran hem de sosyolojik, ekonomik ve kültürel antropolojinin araştırma yöntemlerini kullanan son derece zengin bir inceleme. Üstelik eser Orwell’ın katılımcı gözlemci olarak bizzat kendi yaşantısının, görüş ve gözlemlerinin birinci dereceden bizlere aktarılması açısından da otobiyografi niteliğini taşıyor. 

Orwell okuyucuyu, 19. yüzyıldan beri süregelen ve 20. yüzyılın başlarında sanayileşmenin doruk noktasına ulaşmış olduğu İngiltere’ye davet ediyor. Sanayileşmenin ve modernizmin yarattığı sorunların sosyo-ekonomik olarak incelenmesine dayanan çalışma; işçi sınıfının ve maden işcilerininin yaşantılarına, kentsel dönüşümün yarattığı toplu konut sorunlarına, işsizlik olgusundan sosyal sigortaların incelenmesine, aristokrasi-burjuvazi işci sınıfı arasındaki keskin ayrımlardan birbirlerine karşı aldıkları konum ve düşünüş tarzlarına uzanan birbirinden çeşitli konulara ışık tutuyor. Toplumsal ilişkilerin incelenmesinde ise Orwell’ın geliştirdiği en etkili yöntem; sınıfsal ayrımların ve sınıflar arası ilişkilerin salt maddiyat üzerinden değil yoğun olarak kültürel ve toplumsal kategoriler aracılığıyla içselleştirildiği düşünüş tarzlarının analizine dayanıyor.

Züppeliğin idealizmle bağı

Orwell’ın sol eğilimli yayıncı ve hümanist Sir Victor Gollancz tarafından işsizliğin yoğun olduğu Lancashire ve Yorkshire’da araştırma yapmak üzere görevlendirilip gördüğü yoksulluğu 1937 yılında ele aldığı bu çalışma ana hatlarıyla iki bölüme ayrılıyor. İlk bölümde yazar ziyaret ettiği bölgelerdeki gözlemlerini aktarırken ikinci bölümde ise; sınıf sorununa yaklaşımının nasıl geliştiğini kısmen otobiyografi niteliğinde de olmak üzere açıklamaya çalışıyor: “Bu konuların üzerinde durdum çünkü hayati öneme sahipler sınıf ayrımlarından kurtulmak için bir sınıfın diğerinin gözünden nasıl göründüğünü anlamakla işe başlamak zorundasınız sadece orta sınıfın züppe olduğunu söylemekle yetinmek faydasızdır. Züppeliğin bir tür idealizmle bağlantılı olduğunu idrak edemediğiniz sürece ileri gidemezsiniz bu orta sınıftan çocuklara neredeyse eş zamanlı olarak boyunlarını yıkamanın ülkeleri için ölmeye hazır olmalarının  ve alt sınıfı hakir görmelerinin öğretildiği erken yaştaki eğitimden kaynaklanır.” 

Orwell araştırmaya koyulduğu kitlenin; yoksulluğun ancak fiziksel açıdan açlık çekmek olarak tahayyül ettiği uç örneklere, toplum dışına itilenlere;berduşlara, fahişelere,dilencilere, suçlulara yöneldiğini belirtir. Kılık değiştirerek gittiği Limehouse, Whitechapel ve benzeri yerlerde; ucuz pansiyonlarda yatarak liman işcileri, seyyar satıcılar, dışlanmış insanlar dilenciler ve suçlularla ahbaplık etmeye çalışır. “Oraya kısmen,kitlesel işsizliğin en kötü halinin neye benzediğini görmeyi istediğim için,kısmen de İngiliz işci sınıfının en tipik kesimini yakından görmek için gittim bu,benim için,sosyalizm anlayışının bir parçası olarak zaruriydi;zira gerçekten sosyalizmden yana olup olmadığınızdan emin olmadan önce şu andaki durumun kabul edilebilir olup olmadığına karar vermeniz ve korkunç zor olan sınıf meselesine dair kesin bir tutum takınmanız gerekir.”

Madencinin dünyası

Birinci bölümde incelenen konulardan biri şüphesiz okuyucunun da zihninde farklı bir iz bırakacak olan Orwell’ın katılımcı gözlemci olarak maden işcilerine dair ele aldığı notlar oluyor. Yazar bizzat madenlere inerek madencilerle birlikte çalışma koşullarını gözlemliyor ve çeşitli görüşmeler yapıyor. Nitekim madencilerin sosyo-ekonomik durumlarına;yıllık gelirleri, üretim payları, aldıkları maaşlar, madenci evlerinin toplandığı bölgeler (genellikle maden bölgesinin çevresinde), işci konutlarının durumlarına, gündelik yaşamlarına, çalışma koşullarına, madenlerde meydana gelen iş kazalarına (patlamalar,çökmeler,asansör kazaları vb.), ölüm ve yaralanma şekillerine, madencilerin karşılaştıkları sağlık sorunlarına, yararlandıkları sigorta ve sosyal güvencelerin niteliğine dair oldukça ayrıntılı tespitlerde bulunuyor. 

Orwell sadece maden işcilerinin yaşam standartlarını incelemekle kalmıyor aynı zamanda toplum içerisindeki konumlarına ilişkin son derece sarsıcı bir sorgulamaya girişerek kendisiyle hesaplaşıyor ve okuyucuyu farkında olarak ya da olmayarak kaçındığı gerçeklerle yüzleşmeye davet ediyor.” Madenci,yaptığı iş yalnızca korkunç değil aynı zamanda yaşamsal önemde de olduğundan, kol işcisini belki diğer herkesten daha fazla simgeler. Buna rağmen, çalışması deneyimimizden o kadar uzak, öylesine görünmezdir ki, damarlarımızdaki kanı unuttuğumuz gibi, onu da unutabiliriz. Hatta madencilerin çalışmasını izlemek bir bakıma gurur kırıcıdır. Bir ‘entelektüel’ ve genel olarak seçkin bir şahıs olarak kendi toplumsal statünüzden bir anlık şüpheye düşmenize neden olur. Zira en azından izlerken seçkin şahısların seçkin olmayı sürdürebilmesinin, ancak madencilerin canlarını dişlerine takarak çalışmasıyla mümkün olduğunu anlamamızı sağlar. Siz, ben ve Times Literary Supplement’in editörü, nonoş şairler, Canterbury başpiskoposu ve ‘Çocuklar İçin Marksizm’ kitabının yazarı olan ‘X Yoldaş’ hepimiz de nezih hayatlarımızı, gözleri hariç her tarafı kapkara olmuş, boğazları kömür tozu dolu halde, kolları ve çelik gibi karın kaslarıyla kürek savurarak yeraltında köle gibi çalışan zavallılara borçluyuz (...) Hitler’in kaz adımı yürüyebilmesi, Papa’nın Bolşevizmi kınayabilmesi, kriket izleyen kitlelerin Lord’s da toplanabilmesi, şairlerin birbirinin sırtını sıvazlayabilmesi için, kömürün arkasının kesilmemesi gerekmektedir. Fakat genelde bunun bilincinde değilizdir, hepimiz kömürümüz olması gerektiğini bilsek de kömüre erişmenin neleri gerektirdiğini ya nadiren hatırlarız ya da hiç hatırlamayız.”

Konut sorunu

Orwell’ın üzerinde durduğu konulardan birisi de sanayi bölgelerinde konut sorunun merkezinde yer alan olgu, evlerin yalnızca küçücük çirkin, sağlığa zararlı çevreye duman saçan dökümhanelerin pis kokulu kanalların ve onları kükürtlü bir dumana boğan cüruf yığınlarının etrafındaki pis varoşlara yayılmış olması değil; oturulabilecek yeterince ev olmamasıdır. Ayrıca kentesel dönüşümün yarattığı sorunların başında gelen konut bulamama meselesinin yanında ‘yeniden konutlandırma’ ve ‘varoş kulübelerini tasviye etme’ hakkındaki teoride dillendirilen ama pratiğe dökülmeyen çözüm önerilerine de dikkat çekmektedir. “Piskoposlar, politikacılar, yardımseverler ve daha kimler kimler göstermelik bir biçimde ‘kulübeleri tasviye etmek’ten hoşlanır. Çünkü bu sayede dikkati daha ciddi kötülüklerden uzaklaştırabilir ve kulübeleri ortadan kaldırdığınızda yoksulluğu da ortadan kaldıracakmışsınız gibi yapabilirler. Fakat tüm bu konuşmalar şaşırtıcı derecede az sonuç vermiştir görüldüğü kadarıyla sıkışma 10 yıl öncesine oranla düzelmediği gibi belki de biraz daha kötüleşmiştir.”

Mekânsal dönüşümlerle beraber gelen kültürel uyumsuzluklar yazarın dikkat çektiği sorunlardan bir diğeridir. Bu bağlamda Orwell maden şehirlerindeki evlere ne tür koşulların hakim olduğuna dair genel bir kanıya varabilmek için birçok işci evini inceler ve ulaştığı sonuçları okuyucuyla paylaşır ve temel olarak odaklandığı bu sorunların yanında kitlesel işsizliğe,ezen ezilen ilişkisine,işci sınıfının beslenme rejimine, varlık vergisi gibi dönemin adaletsiz uygulamalarına, işci sınıfı ile orta sınıfın birbirini nasıl gördüğü ve ilişkilerinin nasıl geliştirileceği üzerine birtakım analizler yaparak kendi teorisini geliştirir.  

Wigan İskelesi Yolu
George Orwell
Çeviri: Levent Konca
Can Yayınları
240 sayfa.