İstanbul’da bu Nisan: Düğün ve Cenaze

BİLGEHAN UÇAK

Bu yazıyı yazmak için masaya oturmadan iki saat kadar önce, John Freely’nin öldüğünü öğrendim.

John Freely, başta ‘Strolling Through Istanbul’, bu şehrin hikâyesini en iyi, en mahirane anlatan isimlerden biriydi.

İstanbul deyince akla gelen ilk isimlerden biriydi Freely.

“İsimlerden” dedim, çünkü bu listeye birkaç isim daha eklemem gerekir ki bunların başında Murat Belge gelir.

Burada, yazıyı Murat Belge’ye getirmeden bir parantez açmam lazım.

Ama bu parantezi ben yazmayacağım, Yıldırım Türker’in bu kitaba da alınan yazısını alıntılayacağım:

“Bazı insanlar hakkında yazmaya kalktığınızda kendinizi derin bir mahcubiyetin pençelerinde bulursunuz. Seçtiğiniz her kelime yetersiz, yeltendiğiniz her tanımlama kaba saba, soluklandığınız her saptama kof olacaktır. Karşınızda benzersiz bir insan serüveni olduğunu bilmenin verdiği heyecan ayaklarınıza dolanıyor işte. Hayatınızın en zor yazısı olacağını biliyorsunuz şimdiden. Kelimelerle onu benzetmeye çalışacaksınız. Kimseye benzemediğini bile bile. Bir kez daha ondan çalacaksınız.”

Yıldırım Türker devam ediyor:

“Murat Belge üstüne bir şeyler yazacaksam işi pişkinliğe vurmalıyım. Olsa olsa kişisel bir şükran yazısı olabilir bu. Beni ben yapan birkaç insandan biri olduğu için; uzun eğitim hayatımda öğrendiğim her şeyin kim bilir kaç katını ondan öğrenmiş olduğum için.”

Murat Belge’yi ilk olarak Radikal’de okumaya başladım ama başlayış o başlayış, o gün bugün, çok iyi bir okuru oldum.

Sonra da öğrencisi.

“Uzun eğitim hayatımın” en büyük övüncü herhalde.

Kitaba dönelim.

Şöyle bir bakıyorum da, Murat Belge’nin kütüphanemdeki İstanbul üstüne dördüncü kitabı bu.

Açık Radyo’daki programlarından derlenen ve Encore yayınlarından nisan ayında çıkan ‘Bu Şehr-i İstanbul ki’yi hemen diğer kitapların yanına koydum: İstanbul’a dair yazılmış en muhteşem eserlerden biri olan ‘İstanbul Gezi Rehberi’, Çelik Gülersoy’un tabiriyle “binadan çok zina” anlattığı ‘Boğaziçi’nde Yalılar ve İnsanlar’ ile hikâyenin bu kez fotoğraflarla buluştuğu ‘İstanbul’dan Sayfalar’.

Murat Belge, kitabın önsözünde programların aşağı yukarı yirmi yıl önce başladığını söylüyor.

Ama konu İstanbul olunca senelerin çok da bir önemi yok sanki…

‘Bu Şehr-i İstanbul ki’, radyo programlarının derlemesi dedim ama biraz daha açmam lazım.

Kitabın kapağında bir isim daha çarpıyor göze: Tanyeri Erkman.

Murat Belge’nin programı beraber yaptığı isim.

Ve, başlıyorlar daldan dala çok keyifli bir sohbete.

Okuyucu daha ilk satırlardan yakalayan samimi, sıcak bir sohbet; anılar, mimari, sanat, müzik…

Zaten Murat Belge’yi diğer bütün seyyahlardan ve de rehberlerden ayıran da bu özelliği değil mi?

Sadece bilinen, ana hikâyeyi anlatmaması, yeri geldiğinde, mesela o eşsiz Boğaz turlarında, 19. yüzyıl paparazzisi kimliğine bürünüp dedikodulara girmesi, derken bir anda mimariye, oradan müziğe geçmesi, mitolojiyi, efsaneleri naklederken hiç beklenmedik bir anda, Paşabahçe’den ağır ağır Kavak’a doğru yol alırken balıkları anlatmaya koyulması, palamutla domatesin, sardalyayla asma yaprağının ilişkisini kendine has o matrak üslubuyla anlatması.

Üstüne üstlük Murat Belge bir de Modalı!

Konuşurken bazen “bizim Moda” ya da “bizim Kadıköy” diyor, o zaman ben o “bizim”in içine kendimi de yerleştiriyorum.

Ne de olsa Moda onun olduğu kadar, benim de; yani “bizim Moda”.

İnsanın hocasını yazması pek zormuş.

Bir türlü bitiremiyorum.

Birkaç hayranlık cümlesi yazsam, haftaya salı derste beraberiz, nasıl olur bilmiyorum; yazmasam yazıyı kapatamayacağım galiba.

En iyisi sözü yeniden YıldırıM Türker’e bırakmak galiba.

“Murat Belge üstüne bir şeyler yazacaksam işi pişkinliğe vurmalıyım. Olsa olsa kişisel bir şükran yazısı olabilir bu. Beni ben yapan birkaç insandan biri olduğu için; uzun eğitim hayatımda öğrendiğim her şeyin kim bilir kaç katını ondan öğrenmiş olduğum için.”

Bu Şehr-i İstanbul ki
Murat Belge
Encore Yayınları
416 sayfa.