Dersimiz: ‘Sahiden Hikâye’

KEREM GÖRKEM 

Bir mekân nasıl yaratılır? Şüphesiz, bu sorunun sınırları çizili bir yanıtı yok. Bugüne dek mekânın yaratımına, bizzat varoluşuna, insanla etkileşiminden dönüştüğü ‘şey’ olan yer kavramına ve en çok da ne şekilde anlamlandırılabileceği üzerine pek çok şey söylendi. Başta mimarlar, coğrafyacılar, kent plancıları, sosyologlar, tarihçiler, felsefeciler olmak üzere entelektüel uğraşlar içindeki pek çok kişi kendi süzgecinden geçirdi onu: Böylece her seferinde başka bir ‘yer’i tarif ettiler. Edebiyatçılar kurdukları hikâyeleri adamakıllı mekânlarla anlattılar, dinledik. İşte bu sonuncusu, doğrusu, kişiyi o nehrin kenarıyla, o evin sıvası dökülmüş duvarıyla ve yahut o otobüsün penceresinden akıp giden sonsuz peyzajla en doğru ilişkiye sokandı. Mekânı insanla bütünleştirmeyi de, ‘o yer’i üretmeyi de en çok ‘iyi’ edebiyat başardı.

‘Arkanya’nın Sesi’

Kemal Varol, okurlar ve edebiyat eleştirmenleri gözünde pek ilgi gören ‘Sahiden Hikâye’nin öncülü kitaplarında karakterlerini mekânla sıkı fıkı bir ilişki içerisinde işledi: Bu bazen tek katlı bir evin yaz akşamında yatak atılmış damı oldu, bazen kentin orta yeri. ‘Jar’, ‘Haw’ ve ‘Ucunda Ölüm Var’la tanışanlar anımsayacaktır, bir de ‘Arkanya’ var. O ‘hayalî mekân’ –gelin biz ona kasaba diyelim-, yazarın yeni kitabında yer alan on beş hikâyenin tümüne ev sahipliği yapıyor. Kasabanın eczanesi, yerel gazete ‘Arkanya’nın Sesi’nin havasız ofisi, gençlerin günü tepesinde oturup karşıdaki inşaatı seyrederek geçirdiği duvarı, aileden kaçılan gecelerin sığınağı olan dut ağacının tepesi, sevgili hasretiyle bir ölü gibi aşılan sınırları, İzmir’in hayal edildiği toprak yolun herhangi bir noktasını ‘sanki şuracıkta duruyormuş’ hissiyatıyla okuyoruz. Arkanya, bir otobüs uzağımızda duran fakat bir türlü yolumuzun düşmediği o ‘yalnızca ortasında geçen anayolu bildiğimiz’ mahalleleri hatırlatıyor.

“Günlerimiz fabrikaya giden yolun kenarındaki meşhur ağacın yanında bekleyerek geçti. Hatta bazen Gobi, süvarilerin yolunu gözleyen Kızılderililer gibi ağacın dallarına tüneyip ellerini gözlerine siper ederek uzaklara baktı. Bense, sırtımı ağaca yaslayıp keyifle Zehra’yı düşündüm. Rahattım. Gobi gibi kaygılanmama gerek yoktu nasılsa. Kitap okuyordum boyuna. Zamanını gezip tozmak yerine kitap okuyarak geçirenlerin dünyanın en güzel kızlarını hak ettiğini düşünüyordum.”

Gobi, Zehra, Domestos, Tipo, Başhekim Zülküf, KoloPoko, Stalin Eyüp ve öteki hemşeriler… Bu kişiler kitaba giren bütün hikâyelerde bir görünüp bir kayboluyor, Arkanya’nın sokaklarında gizlenmeyi de, görünmeyi de iyi biliyorlar. ‘Sahiden Hikâye’nin salt mekânı değil, kişileri de sürekli biçimde farklı hikâyelerde karşımıza çıkıyor. Kitap boyunca devam eden mekân ve karakter uyumu, okuru parçaların ısrarla bir bütünü işaret ettiği düşüncesine götürüyor. Sanki her hikâye, bir zanaatkârın ustaca ve titizlikle üstesinden geldiği işi gibi o nihai ürünün ufak bir bölümünü imliyor. Kurgu üzerine kafa patlatmayı sevenlerin yakından tanıyacağı üzere, bir metne öykü mü yoksa roman mı denilmesi gerekliliğine dair sapkınca düşünce kitap boyunca okurun zihninde dolanıyor. Gelgelelim, ‘konunun bu olmadığını’, anlatılanların ‘yalnızca’ ve ‘sahiden’ hikâye olduğunu bellememiz gerekiyor. Ne şüphe, Varol okuruna tanımaya değer kişilerin dinlemeye değer mütevazı serüvenlerini anlatıyor.

‘Yazın sahası’

Söylenegelmiştir: Yazarların geçmiş, güncel ve gelecek kitapları ardıllarını besler, ardılları ise onlardan derin izler taşır. Sözgelimi yazar kişinin üslubu, metnin biçimi, karakterlerin kurgulanması ve olay örgüsünün işleyiş biçimi, aynı zamanda birer kimlik öğesidir. O yazarın kim olduğundan, neye inandığından, nereden gelip nereye gittiğinden ve neye benzediğinden öte ve pek daha anlamlı bir ‘kafa kâğıdıdır’. Bu ilişkili takip ve aynı kalemden çıkan metinlerin birbirleriyle olan organik bağı aynı zamanda okur nezdinde bir beklentinin oluşmasına da sebep olur. Bütün bunlar göz önüne alındığında diyebiliriz ki Varol’un önceki romanlarında kurduğu ‘yazın sahası’, güneşin oldukça erken doğduğu kentleri, o kentlerin insanlarını ve o insanların hikâyelerini kapsıyordu. Kimileyin ilgili karakterin tutturduğu bir türkü beceriyordu bunu; batılının yalnız haber bültenlerinde –o da yalan yanlış- duyumsadığı bir olaya benzer gelişen bir kurgunun da yaptığı oluyordu. Yazar bu defa coğrafyanın neresinde durduğu meçhul bir kasabada, Arkanya’da, yine o kimliği gösteriyor okuruna. Güneşin doğuş saatini söylemiyor ama batışını öyle bir anlatıyor ki, bunun yalnızca ‘o yerde’ olabileceğini belletiyor.

Kemal Varol, ‘Sahiden Hikâye’de yalnızca bir mekânın nasıl yaratılacağının değil, iyi edebiyatın da dersini veriyor. 

Sahiden Hikâye
Kemal Varol
İletişim Yayınları
169 sayfa.