Bitmeyen savaş ve gelmeyen barış

GÜNNUR AKSAKAL

Nâzım Hikmet, ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nda Tanya’yı anlatmaya böyle başlar. Nazilerin ellerinde can veren, kestane gözlü, mini mini kadın Tanya… ‘Harp ve Sulh’, bizim aşina olduğumuz adıyla ‘Savaş ve Barış’, sevdalımız Nâzım’ın satırlarında işte böyle karşımıza çıkıverir.

Klasikler böyledir; kimi zaman zorunlu ödev okumalarında, kimi zaman kitapçı raflarında ve kimi zaman da bir şairin mısralarında kendini gösterir. Kitapla pek arası olmayan insanlar bile en az bir klasiğin kapağını açar, sayfalarını karıştırır, değilse yazarın ve eserin adını duyar. Okurlar için önemi tartışma konusu dahi olmayan bu yapıtların durumu, yayın dünyası nazarında da çok farklı sayılmaz. Dostoyevski, Tolstoy, Balzac gibi kalemler edebiyat yayıncılığı yapanları her zaman heyecanlandırır. Sadece ‘çok ya da sürekli satan’ olmalarından kaynaklanmaz bu kitapların çok sayıda çeviri ve basımının bulunması; her zaman okunmaları/yayınlanmaları gerekliliği de farklı edisyonlarla zenginleşen bir ‘klasikler külliyatı’na yol verir. Bu yıl da, on yıllık deneyiminin ardından edebiyat alanında daha iddialı bir çizgi izlemeye karar veren bir yayınevi bu işe soyundu.

Yordam Edebiyat, Yordam Kitap’ın 10 yıllık birikimini de arkasına alarak Haziran 2016’da heyecanlı bir giriş yaptığı edebiyat yayıncılığı alanında üretimlerini sürdürüyor. Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ adlı dev yapıtının özenli bir edisyonunu yayın dünyasına kazandırdı bile. Hasan Âli Ediz’in neredeyse ayrı bir kitapçık hâlinde yayınlanabilecek Önsöz’ü ve Mete Ergin’in titiz çevirisiyle, henüz ilk bakışta diğer edisyonlardan bir farkı olduğunu hissettiriyor.

Ediz’den Ergin’e…

1905 doğumlu, pek çok klasik ve çağdaş yapıtı Türkçeye kazandıran bir edebiyatçı/çevirmen Hasan Âli Ediz. Aynı zamanda, hep bundan daha fazlası olabilmiş bir isim. ‘Savaş ve Barış’ın Yordam Edebiyat edisyonunda da Hasan Âli Ediz tarafından yazılan ayrıntılı bir Tolstoy biyografisi yer alıyor. Çeviri ise Mete Ergin’e ait. Mete Ergin, -aynı zamanda babası olan- Hasan Âli Ediz’in devrettiği mirası aynı titizlikle sürdürdü; ve hayatının son günlerine kadar, edebiyatla meşgul oldu. ‘Savaş ve Barış’ı tüm dünyada ‘en başarılı çeviri’ olarak kabul edilen Louise-Aylmer Maude çevirisini esas alarak Türkçeleştirdi. Yalnızca Tolstoy’un başyapıtını değil, Jack London ve Şolohov gibi toplumcu yazarların pek çok eserini de edebiyatımıza kazandırdı. Her iki çevirmen de, edebiyata ve yayıncılığa yaptıkları bu katkılarla yıllar boyu isimlerini yaşatacaklar.

Roman yayınlandığı ilk günden itibaren insanlığa mal oldu. Ne tek bir dili, ne de ait olduğu belli bir zaman var. Her daim yaşayan, her dilde okunan bir başyapıt... İçinde 160’ı gerçek, 600’e yakın kahramanı barındıran bu dev eser, bir savaş atmosferinde ‘insan’ olmanın çok farklı hâllerini ortaya koyar. Tam da Tolstoy’un istediği gibi “tarihsel olayların fonu üzerinde günün en can alıcı problemlerini dile getiren” bir roman…

‘Savaş ve Barış’, büyüklüğünü sadece insan ruhunun derinliklerine inmesinden almıyor elbette; Tolstoy, bu başyapıtında 19. yüzyıl Rusya’sındaki sınıfsal ilişkileri de olağanüstü bir dille anlatıyor. O dönemin iki temel sınıfı olan mujikler ile toprak sahiplerini; bu iki sınıfın yaşam biçimlerini, aile ilişkilerini ve geleneklerini gerçekçi bir gözlemle okurlarının karşısına çıkarıyor.

Romanda başlıca iki savaş ele alınıyor: 1805-1807 savaşı ve 1812 savaşı. Tolstoy özellikle bu büyük çatışmaların farklı nitelikleri üzerinde duruyor. Yüzlerce kahraman; savaşmanın anlamını bulmakta güçlük çeken genç subay Andrey, muazzam servetine rağmen gerçek mutluluğu bulamayan Piyer, henüz çocuk iken çekici bir genç kadın hâline gelen Nataşa, Tolstoy’un her satırında âdeta hayat buluyor. Büyük yazar, soylular ile sıradan halkın kimi zaman omuz omuza, kimi zaman karşı karşıya geldiği bir savaş meydanında; tarihin doğasını, yaşamı ve insanı gözler önüne seriyor. Bir bakıma, sınıflar arasında tarih boyu süren ‘bitmeyen savaşın’ ve ‘gelmeyen barışın’ anlatıcısı oluyor. Tam da bu nedenle, yıllar sonra sömürüsüz bir düzenin mümkün olduğunu tüm dünyaya gösteren Lenin, Tolstoy için “İşte size bir sanatçı... Bu soylu adam ortaya çıkana kadar edebiyatımızda gerçek bir mujik yoktu...” diyor.

Roman yayınlandıktan sonra insanlık iki büyük dünya savaşı daha gördü, Soğuk Savaş’ta nükleer tehditle karşı karşıya kaldı, iç savaş ve soykırımlar yaşanmaya devam etti. Bugün hâlâ dünyanın dört bir tarafında ve özellikle bizim yaşadığımız coğrafyada savaşlar ve yıkımlar devam ediyor. Her savaş kendi hikâyesini ve kahramanlarını yaratıyor belki, ama öte yandan insanlığın ortak hikâyesi sürüyor. Savaşların adı, yeri ve zamanı değişse de insanlığın evrensel trajedisi değişmiyor. İşte, ‘Savaş ve Barış’ en başta bu evrensel trajediyi anlatıyor.

Savaş ve Barış
Lev Tolstoy
Çeviri: Mete Ergin
Yordam Yayınları
4 cilt.