Gerçek ile kurgu arasında A. Berkman’la bir yolculuk

Philip Rizk’le, Alexander Berkman’ın 1917’de çıktığı gezinin duraklarından biri olan İstanbul’da buluştuk ve yeni projesi üzerine konuştuk.

Kahireli sanatçı ve yönetmen Philip Rizk, Alexander Berkman’ın ayak izlerini takip ettiği yeni film çalışması kapsamında 5 Temmuz’da Salt Galata’da bir performans sergiledi. ‘To go visiting’ (Ziyarete Gitmek) ismini verdiği çalışmasında Berkman’dan etkilenerek zamansız ve cinsiyetsiz bir karakter yaratan sanatçı, bizi A.’nın çıktığı yolculuğu yeniden kat etmeye davet ediyor. Rizk, film kesitleri ve müzik eşliğinde A.’nın ağzından yazdığı günlükleri okurken izleyiciyi gerçek ve kurgu arasındaki bir yolculuğa çıkarmakla kalmıyor, bugünü geçmiş üzerinden anlamlandırmamıza da vesile oluyor. Philip Rizk’le, Berkman’ın 1917’de çıktığı gezinin duraklarından biri olan İstanbul’da buluştuk ve yeni projesi üzerine konuştuk.

Yeni filminiz için Alexander Berkman’ın ayak izlerini takip ediyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı ve neden Berkman’ı takip etmeyi seçtiniz?

Bu uzun zamandır aklımda olan bir projeydi. Bir arkadaşımın Suriye’de, İdlib’in çeperlerinde çektiği görüntüleri izliyordum. Oradaki insanların sivil direniş için yaptıkları ve onu kurma biçimleri beni çok etkiledi. Özellikle de hareketin liderlerinden birinin konuşması – o kadar inanıyordu ve bağlıydı ki yaptığı şeye... Devletsizlik fikri ve onun harekete kattığı gerçeklikle de araştırma esansında tanıştım. 2011 ve 2012’de aktif olan komitelerin çoğu I. Dünya Savaşı sonrası benzer deneyimlerden geçmiş bölgelerdeydi. Tarihçi Robert Stites gibi ben de Osmanlı’nın çözülme sürecinde ortaya çıkan ütopyacı düşünce tarzı ve bu çözülmeden doğan ‘psişik mekanizmalar’ ile Suriye Devrimi’nin başlangıcı arasında bir paralellik görüyorum. Kuzey Suriye, Guta ve Şam çevresi Fransız işgali esnasında da kritik bölgelermiş. Ama direniş esnasındaki insanların motivasyonu yerel inisiyatifler ve bu insanların yerel yönetim tahayyülleri konusunda pek bir şey bilmiyoruz, çünkü okuduklarımız, sömürgeci devletlerin arşivlerine dayanan bilgiler. 1940’larda ve 50’lerdeyse Suriyeli entelektüeller tarafından yürütülen bir post-Osmanlı tarihyazımıyla karşılaşıyoruz. O tarih de benzer bir şekilde elitlerin başrollerde olduğu bir tarih. Tam bunları düşündüğüm sırada, Luther Blisset adında bir kolektifin ‘Q’ adlı kitabını okuyordum. Yazarlar, 16. yüzyılda Avrupa köylülerinin direnişini anlatırken, o dönendeki hikâyeleri yarı kurmaca bir dille tekrar yazmışlar. Çünkü o dönemdeki tarihyazımı, muktedirlerin tarihyazımı.

Estetik olarak da Suriye Devrimi’ni belgelemek gibi bir niyetim yoktu. Kafamdaki tek yöntem, Abdallah Hanna’nın ‘tarihsel projeksiyon’ adını verdiği kavramdı: Bugünden bahsederken, bugünü geçmiş üzerinden konuşmak. Şunu fark ettim ki, ben de aynı Blisset kolektifinin Suriye devrimi öncesi hor görülen yerel yönetimleri araştırması gibi, Bilad al-Şam’daki devletsiz arzuları tahayyül etmeliyim. Bu da ancak kurgu bir karakterle mümkün; onun geçtiği yollardan geçip, tarih kitaplarında ulaşamayacağımız insanları, onların arzularını ve hayallerini ziyaret ederek mümkün – hem o zamanki, hem de şimdiki arzuları, hayalleri... İşte bu noktada A. Berkman devreye giriyor. A., Sovyet Rusyası’nda benim Bilad al-Şam’da aradığım karaktere karşılık geliyor. Bu anlamda keşfedilmeyi bekleyen güzellikleri ortaya çıkaran Avrupalı bir seyyah aramıyordum, tam tersine sömürgeci bir zihniyeti altüst edecek bir karakterin peşindeydim. Berkman üzerinden Hannah Arendt’den ödünç aldığım başlık da bunun bir sonucu: ‘Ziyaret etmeyi tahayyül etmek’. 

Salt Galata’daki performansta bazı filmlerden seçilmiş görüntüler, müzik ve Berkman’ın ağzından yazılmış yarı kurgu, yarı gerçek günlükleri kombine ediyorsunuz. Bu farklı janrları bir arada kullanmanın projeniz için ne gibi bir anlamı oldu?

O günkü performans, yapacağım asıl filme bir giriş niteliğindeydi. Kullanacağım kavramları ve en önemlisi de kullanacağım karakteri tanıtıyordu. A. Berkman Suriye’ye giderken İstanbul’dan geçmiş. Hâlâ üzerine çalıştığım bir iş bu, dolayısıyla izleyiciyi zihnimde çıktığım yolculuğa şahit edecek değişik metotlar deniyorum. Burada A. Berkman’ın Sovyet Rusyası’na gidişini takip ediyoruz. Rus Devrimi’nden sonra ABD yetkilileri onu sürüyorlar, A. da bu devrimin sonuçlarını başka şehirler üzerinden anlamaya çalışıyor. Berkman yolculuk boyunca korkuyla dolu olsa da, izleyici yeni otoritenin her türlü muhalefeti nasıl bastırdığını ve radikal söylemlerinden uzaklaşıp yeni baskıcı bir rejime gittiğini çok net anlıyor. Kullandığım görsellerin, okuduğum metinle birebir bir ilişkisi yok. Bazıları A.’nın orijinal yazıları olsa da, çoğu kurmaca.

Berkman’dan 100 yıl sonra kat ettiğiniz rota bir anlamda gerçek ile kurgu arasında bir yolculuk. Sanatsal pratiğinizi klasik anlamda tarihî bir araştırmadan nasıl ayırıyorsunuz? Buna tarihi sanat üzerinden yeniden anlamlandırmak diyebilir miyiz?

Bu projenin çok büyük kısmı kurmaca. Kurmacanın hem günlük hayatlarımıza, hem geçmişe dair çok şey söylediğini düşünüyorum. Kurgu aslında bir mesafe alma tekniği. Ben ölüm ve şiddet merasimlerine mesafe almak için yollar bulmamız gerektiğini düşünüyorum. Mesafe almalıyız ama bu mesafeyi şiddetin görünmez kıldığı radikal potansiyele de temasımızı kaybetmeden almalıyız. Hem geçmişteki olaylar, hem de günümüze olan biten için geçerli bu söylediğim. Bu anlamda, projemde, tarihin dışında tutulmuş kadınların, erkeklerin, köylülerin arzularını ve hayallerini düşlemeye başladığım dakikadan itibaren tarihin kurallarından sapmış oluyorum. Bu, şimdiye dair de çok şey söylüyor. İslamcı rejime karşı hâlâ insanların tutundukları, gündelik hayatının merkezine koydukları bir devrim fikri var. Bu insanlarla tanıştım ve bu yolculuk boyunca onların hikâyelerini dinlemeye devam edeceğim.

Ortadoğu’daki politik atmosferi göz önünde bulundurduğunuzda, bugün eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaptığınız yolculuk sizin için ne anlama geliyor?

A. Berkman’ın yolunu aslında sınırların imkân verdiği ölçüde takip edebileceğim. Yolculuğun kalanı ise yolda karşılaştığım arkadaşlarım ve izleyiciler aracılığıyla, dolaylı olarak gerçekleşecek. Bugün şahit olduğumuz imha politikalarının ulus-devletlerin inşasına, sömürgeci geleneğe dayandığını düşünüyorum. Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında yürürken bir taraftan da geçmişi düşünüyorum ve sömürgeciliğin bugünkü baskı rejiminin bir parçası olduğunu görebiliyorum. O gün de tıpkı bugün olduğu gibi politikacılar dinî ve etnik farklılıkları kendi çıkarları için yeniden üretiyorlardı. Muhalefet de yine bugün olduğu gibi, sürgünler, tutuklamalar ve ölümlerle bastırılıyordu. Bu anlamda sadece sonuçları eleştirmektense daha radikal, daha köklü bir eleştiri anlayışına ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Osmanlı’da devletlerin oluşumundan önce farklı toplumların farklı şekillerde örgütleme çabaları vardı. Bugün Suriye’de kopan kıyamet artık çok açık ama çok kısa bir süre önce insanlar başka şekilde düşünüyor, başka hayaller kuruyorlardı. Peşinde olduğum şey aslında bu.

İzleyiciler nasıl bir filmle karşılaşacak?

Deneysel bir film görseller üzerinden düşünmenizin ve bir hikâyeyi değişik şekillerde anlatmanın ötesinde, başka bir gerçekliğe ulaşmayı da mümkün kılıyor. Ben aslında aynı hikâye farlı şekillerde nasıl anlatılır, bu konuda fikirler ortaya atmak istiyorum. Ne bekleyebileceğiniz konusunda en fazla bunu söyleyebilirim. 



Yazar Hakkında