Boş alanların gör dediği

Amerikan Yabancı Misyon Komiserliği’nin (ABCFM) geçmişi 1830’lara uzanan ve 300 binden fazla kaynak içeren arşivi üzerindeki araştırmasında Marianna Hovhannisyan, 19. Yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Anadolu’ya gelen Protestan misyonerlerin kayıtlarını inceledi. SALT Galata’da devam eden 'Boş Alanlar' sergisinde görülecebilecek arşiv çalışmasını Marianna Hovhannisyan ve SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun'la konuştuk.

Hrant Dink Vakfı Türkiye- Ermenistan Burs Programı bursiyeri Marianna Hovhannisyan küratörlüğünde hazırlanan ‘Boş Alanlar’ sergisi, 5 Haziran’a kadar SALT Galata’da devam ediyor. Amerikan Yabancı Misyon Komiserliği’nin (ABCFM) geçmişi 1830’lara uzanan ve 300 binden fazla kaynak içeren arşivi üzerindeki araştırmasında Hovhannisyan, 19. Yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Anadolu’ya gelen Protestan misyonerlerin kayıtlarını inceledi. Doğu ve Batı Ermenicesi, Rumca, İngilizce gibi farklı dillerdeki materyallerden oluşan bu arşivden Merzifon Anadolu Koleji bünyesinde kurulan Anadolu Koleji Müzesi’nin küratör, bilim insanı, botanikçi ve bitki koleksiyoncusu Profesör Johannes ‘John’ Jacob Manissadjian (Agop Manisacıyan) tarafından hazırlanan kataloğu çıktı. 1910-1911 yılları arasında açılan ve Soykırımdan sonra kapanan müzenin, tahnit edilmiş dört ayaklılar ve kuşlar, memeli hayvan ve balık iskeletleri, fosiller, mineraller, alkolde muhafaza edilen hayvanlar, bitkiler, kelebekler, böcekler gibi yedi binden fazla numuneyi içeren koleksiyonu, bugün dağılmış, büyük kısmı yok olmuşsa da, sergide bu birikim güncel sanat ve arşivcilik pratikleri bağlamında yeniden ele alınıyor. 

‘Boş Alanlar’da ziyaretçinin yolu, arşivcininkiyle kesişiyor. Ziyaretçi de araştırmacı gibi, kendisine sunulan verilerle olduğu kadar eksikliklerle de baş başa kalıyor. Sergi, katliamın ve talanın yarattığı bilgi ve belge boşluklarını doldurma, parçaları birleştirme gayretine girmiyor. Tam tersi, bu boşlukların varlığına işaret ediyor; onların yeni araştırmalara ve tahayyüllere fırsat tanıma potansiyelini görüyor. Ve bu durumu güncel sanatın konusu haline getiriyor.

Marianna Hovhannisyan ve SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun projeyi konuştuk.  

Geçtiğimiz Ağustos ayında, sürdürdüğünüz arşiv çalışmasıyla ilgili yaptığımız söyleşinin ardından ne tür gelişmeler oldu?

Marianna Hovhannisyan: SALT’ta yürüttüğüm, Amerikan Yabancı Misyon Komiserliği (ABCFM) arşivinde yer alan Batı Ermenicesi dilindeki belgeleri kataloglama çalışmasının ardından, Ekim 2015’te projeyi geliştirmek ve ‘Boş Alanlar’ sergisini hazırlamak üzere tekrar İstanbul’a geldim. Johannes ‘John’ Jacob Manissadjian’ın 1917-1918 yıllarında hazırladığı Merzifon Anadolu Koleji Müzesi kataloğunu bulmak, bizim için bir dönüm noktası oldu. Merzifon Anadolu Koleji’nde doğa bilimleri dersi veren Alman-Ermeni bilim insanı Profesör Manissadjian, Soykırımdan sonra, 1917-1918 yılları arasında askeri denetim altındaki Merzifon’a dönerek müzedeki tüm numuneleri bilimsel bir şekilde etiketleyip sınıflandırdı. Bu sergiye kadar geçen yüz yılı aşkın sürede, müze ve koleksiyonun kayıp olduğu düşünülüyordu. Bu kataloğun bulunması, kurumsal bir çerçevede ilerleyen arşiv çalışmalarının nasıl beklenmedik keşiflerle sonuçlanabileceğini gösteriyor. Aralık 2015’te müzenin koleksiyonundan geriye kalanlara Tarsus’ta ulaştık.

Prof. Manissadjian öğrencileriyle, Merzifon, tarihi bilinmiyor, UCC, ARIT, SALT Araştırma

Kataloğun bulunma hikâyesini anlatır mısınız?

M.H.: Araştırmam sırasında, Merzifon’da yaşamış Tsalog Dildilian tarafından çekilen bir fotoğrafa ulaşmak istedim. Dildilian Kardeşlerin torunu, Southern Connecticut Eyalet Üniversitesi’nin felsefe bölümü başkanı Armen Marsoobian, fotoğrafı bize gönderdi. Bunun üzerine kendisini SALT’a davet ettik ve ARIT’in araştırmacılarından Brian Johnson’la tanıştırdık. Dildilian Kardeşler’in birikimi vasıtasıyla Merzifon ve Anadolu Koleji üzerine araştırmalar yapan Marsoobian, o gün bize müzeden bahsetti. Bunun üzerine Johnson da, “Elimizde o müzenin kataloğu var” dedi. Katalog ABCFM arşivinin bir parçasıydı ama materyale henüz erişim izni yoktu.

Bir küratör ve araştırmacı olarak böyle bir bulguyla karşılaşmak size ne hissettirdi?

M.H.: Katalog entelektüel bir materyal ve kendi başına bir alan yaratma kapasitesine sahip. Aynı zamanda sadece Ermenilere değil, 20. yüzyıl başlarında yaşamış bilim insanlarına, çeşitli topluluklara ait bir belge. Manissadjian’ın kataloğu beraberinde aydınlanma, modernleşme gibi, yazıldığı döneme dair bazı fikirleri de getirdi. Aynı zamanda bilimsel bir çalışmanın uğradığı kesintinin tanıklığını içeriyordu.

İlk buluşmamızda ABCFM arşivinde yürüttüğünüz araştırmanın, Protestan misyonerlerin tanıklıklarıyla, 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında Anadolu’da yaşayan Ermeni toplumlarının yaşantısına ışık tutmayı hedeflediğini söylemiştiniz. Sergi ise farklı bir noktada duruyor. Süreç nasıl evrildi?

M.H.: En başta SALT, bu arşivlerin 19. ve 20. yüzyıllarda Anadolu şehirlerinde yaşayan Ermenilerin yaşantısına dair aktardıklarıyla ilgileniyordu. Arşivin bu yöndeki potansiyelini fark ettikleri için, Hrant Dink Vakfı’na böyle bir öneriyle gittiler. Fakat nihayetinde bu, sadece Ermeniler ya da Rumlarla ilgili olmayan, çok yönlü bir arşiv.

Vasıf Kortun: ABCFM arşivleri üzerinde çalışmaya başladığımızda, bu arşivin süreç, anlamlandırma, çözümleme ve çevresindeki yaşayan dünyayla ilişkiye geçme bakımından kapasitesinin çok geniş olduğu ortadaydı. Hrant Dink Vakfı’nın yürüttüğü Türkiye- Ermenistan Burs Programı vesilesiyle Marianna projeye dahil oldu. Benim amacım, bu arşivleri kataloglamak –yani öznel olmayan bir pozisyon takınarak, arşivi temel bir şekilde sınıflandırmak– sınıflandırılan bölümleri konuya çok da bağlı olmayan profesyoneller aracılığıyla erişime açmak ve onun kendi yaşam döngüsüne kavuşmasını sağlamaktan öte bir yaklaşım getirmekti. Aslında arşive getirilen her türlü yaklaşım bir yerde özneldir. En nihayetinde sunulan bilgi, çalışmayı yürüttüğünüz zaman ve kurumun zamanı gibi unsurlara bağlısınızdır. Sonuçta, Marianna’nın arşivde yürüttüğü çalışma umduğumuzdan daha fazlasını sundu bize. Onun araştırması, arşivin bellek yaratma, yeni bilgi üretme ve çeşitli sorular sorma potansiyeli üzerinde duruyordu. Sonra da süreci akışına bırakıyor ve zaman içerisinde kendini nasıl açığa vurduğunu gözlemliyorsunuz.

Anadolu Koleji kütüphane-müze binasının inşası, 1912

Sergide yedi bin parçalık müze koleksiyonundan bazı numuneler görsek de proje, koleksiyonun dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış parçalarını bir araya getirme amacı gütmüyor…

M.H.: Biz bu yola, koleksiyonun dağılmış parçalarını bulma ya da eski hallerine kavuşturma amacıyla çıkmadık. Manissadjian’ın kataloğunu okuduğunuzda, onun güçlü mücadelesine ve yazma eylemine tanık oluyorsunuz. Bugün koleksiyonu yeniden bir araya getirmek mümkün değil. Bu katalogda yer alan parçaları görme isteği, araştırma sürecinde iletişime geçtiğimiz insanlar vasıtasıyla doğdu.

V.K.: Tüm bu parçaları bugün bir araya getirmek ne ifade eder ki? Öncelik kesinlikle bu olmamalı.

M.H.: 1950-1960’lara kadar koleksiyon Tarsus’taydı ve Merzifon’la bağlantısı kesilmişti. Kurumsal bir yaklaşımın eksikliği nedeniyle çoktan bir soyutlamaya dönüşmüştü, asıl geçmişi ve yaratıcısıyla ilişkisi kesilmişti. Bir Amerikan misyoner, asistanıyla birlikte, Tarsus Amerikan Koleji bünyesinde bu birikimi muhafaza ediyordu.  Daha sonra bu bağlantı da kayboldu. Bu tür tarihler ve koleksiyonlarda her zaman onlara sahip çıkacak ve hafızayı yaşatacak bireylere ihtiyaç vardır. ‘Boş Alanlar’ bu bakıma modüler bir sergi; tarihsel içeriği güncel bağlamda ele alma ve değerlendirmeyi öneriyor. Kurumların ve insanların kaybı her zaman ve her yerde yaşanabiliyor.

Manissadjian 1915’te tutuklanmış. Bir süre sonra ise müzeye dönmeyi başarmış. 1917’de o, bu kataloğu yazmaya başladığında müzenin koleksiyonu hâlâ bütünlüklü bir şekilde duruyordu. Serginin basın toplantısında etrafı koleksiyonla sarmalanmış bir şekilde sürdürdüğü yazma eyleminin bir tür ‘felaket anlatısı’ olduğunu söylediniz.

M.H.: Bu, filozof Maurice Blanchot’un ‘felaket anlatısı’ ifadesinden esinlenen bir görüş. Bence Blanchot’un bu konuyla ilgili fikirleri 20. yüzyılın felaketlerle dolu tarihini yansıtıyor. Manissadjian bu kataloğu 1915’te yaşadıkları yüzünden yazmıştı. Her şeyi oldukça detaylı bir biçimde kaydetmesinden, koleksiyonun dağıtılacağını öngördüğünü anlıyoruz.

Manissadjian’a daha sonra ne oldu?

M.H.: Birinci Dünya Savaşı’nda sonra İstanbul’a geldi. Kısa bir süre Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde ders verdi. İstanbul’da kayıtlı olduğu son adres Bible House. Misyonerler, soykırımdan kurtulan az sayıda kişiye yardım ediyorlardı. 1920’de Manissadjian Amerika’nın Detroit şehrine gitti. Önceki çalışma alanına döndüğüne dair bir bilgi yok elimizde. 

Kullandığımız Manissadjian biyografisinin ilk satırları Turhan Baytop’un Brian Mathew’la birlikte hazırladığı ‘The Bulbous Plants of Turkey’ (Türkiye’nin Soğanlı Bitkileri) kitabından alındı. Turhan Baytop, Türkiyeli bir botanisttir ve 80’li yıllarda kapsamlı bir arşivleme, derleme ve yazma çalışması yapmıştır. Bu sırada sadece biyolojik çeşitlilik değil, biriktirme üzerinde de durmuştur. Ayrıca kitapta, Manissadjian’ın Soykırıma kadar C. G. Van Tubergen şirketine laleler gönderdiği yazıyordu. Bunun üzerine Tubergen’in torunu Kees Hoog’a ulaştık. O da bize sergi için Manissadjian’ın mektupları dahil çok sayıda materyal gönderdi.

V.K.: Araştırma süresince böyle durumlarla karşılaşmak olasıdır. İpuçlarını takip edersiniz, sonunda onlar ya sizi bir yerlere götürür ya da bulundukları yerle sınırlı kalırlar. Buradaki durum bir bakıma Maryam Şahinyan arşivindekinin tam tersi. Orada kutular dolusu görsel vardı. Aslında her fotoğrafçı çektiği, sattığı ya da müşterileri için yeniden bastığı fotoğrafların kaydını tutar. Fotoğrafların birer numarası vardır ve müşterinin ismi yazılıdır. Bu kayıtlar olmadan, isim, referans, kişi, hiçbir bilgiye ulaşamazsınız. Elinizde sadece binlerce tanımlanamaz görsel vardır. Objenin kendisi elinizde olsa bile, geriye doğru bunların izini sürmek ve bütüne ulaşmak daha zordur. 



Yazar Hakkında