Hem içinde hem de dışında olanlar

ARDA KEMAL FİŞEKÇİ 

saretin Bedeli’ ile aklımıza kazınan Shawshank Hapishanesi’nden Alcatraz’a, uğruna ağıtlar yakılan ‘Folsom Prison’dan nice ocakların söndüğü ‘Oz’ hücrelerine ya da ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ diyenlerin, kaybedilen yılların ardından bir ‘Pardon’ ile avutulmaya çalışanların öykülerinin anlatıldığı zindanlara, türküler söylenen Metris’e; hapishane temasının geçmişten bugüne sanat eserlerinde işlendiğini çokça görmüşüzdür. Mahkûm olmanın psikolojisi ve mahkûmların yaşadıkları defalarca betimlenmiştir. Peki ya zamanlarının çoğunu onlarla birlikte geçiren ve genelde figüran olarak yer aldıkları bu hikâyelerde pek de iyi resmedilmeyenler, yani gardiyanlar?

Yirmi görüşme

İletişim Yayınları’ndan çıkan araştırmasıyla Yonca Güneş Yücel bize işte o ‘Kilidin Öte Tarafı”nı, gardiyanları anlatıyor. İstanbul’daki infaz kurumlarında çalışan, resmî unvanlarıyla 20 ‘infaz ve koruma memuru’ ile bir cezaevi müdürüyle yaptığı görüşmelerle birlikte, ülkemizde gardiyan olmak nedir, çalışma şartlarından psikolojik koşullara bu iş nasıl bir iştir, ortaya koyuyor.

Kitap, yazarın konu hakkındaki araştırmalarının yanında, 7 ay boyunca gardiyanlarla yapılan detaylı görüşmelere dayandırılarak hazırlanmış. Bu bölümlerde mesleğin kısa tarihçesi, özlük hakları, bu işe nasıl başladıkları, üniformanın kendileri için ne ifade ettiği, diğer çalışanlar ve mahkûmlarla olan ilişkileri, yaptıkları işe dair hissettikleri gibi birçok konu ele alınıyor. Kitabın anlatımı ile ilgili şunu belirtmek gerek; başta bir araştırmacı olması hasebiyle, yazar gardiyanların aktardıkları hakkında olumlu ya da olumsuz yargılarda bulunmadan, anlatılanları olduğu gibi aktarmayı tercih ediyor. Elbette bunu belli bir değerlendirme dahilinde, kimi zaman farklı yazarlara, argümanlara referans vererek, kimi zaman belli ifadelerin altını çizerek yapıyor, ancak genel olarak objektif kaldığını söylemeliyiz. Zira elimizdeki, eski bir gardiyanın anılarını aktaran bir edebiyat kitabı ya da sadece gardiyan olmanın psikolojisine dair bir analizden ziyade, farklı yönleriyle Türkiye’de gardiyan olmanın ne olduğunu anlatan bir çalışma.

“Herkes mutsuz, mahkûmundan, geleninden, çalışanından, herkes mutsuz orada… Ben hep korkardım, derdim ki aman Allahım benzemeyeyim bunlara. Ama benziyorsun.”

Yukarıdaki ifadeler görüşme yapılan kişilerden birine ait. Ancak birçoğunun aslında benzer düşüncelere sahip olduğunu, lojmanlarda yaşamaktansa “dışarıda” ev tutmayı seçmelerinden yahut üniforma konusundaki sorulara verdikleri cevaplardan da anlayabiliyoruz. Ekonomik açıdan oldukça uygun olmasına rağmen sırf cezaevi yerleşkesinde bulunduğu için çoğu gardiyan lojman kullanmadığını belirtiyor; üniformaları da -kimisi verdiği otorite duygusundan hoşlansa veya gerekli olduğunu söylese de- gardiyanların çoğunluğu “memnun olmadıkları bir zorunluluk” olarak görüyor. Çok benzer duygularla, hem cezaevi koşullarından hem de cezaevine dair içlerine işleyen her türlü sembolden uzak kalmaya çalıştıklarını ifade ediyorlar. Belki günümüzde birçok kişi mesai dışında iş hayatından, stresinden uzak kalmaya çalışıyor olabilir, ama bu tabii ki cezaevi çalışanları için farklı bir seviyede. 

Bodrum katında bir konfeksiyon atölyesinde ya da bir metro istasyonu içerisinde güneşi görmeden 12 saat mesai yapanların çalışma ortamlarının da bir nevi cezaevine benzediğini yadsıyamayız. Ancak üzerinden çok zaman geçse de, Oscar Wilde’ın “havasında zehirli otlar gibi kötülükler büyür” diyerek tasvir ettiği hapishane atmosferini, mahkûmlar ve onların yakınları ile birlikte içinde bulunulan psikolojiyi, karşılaşılması muhtemel tehlikeleri düşününce zor bir iş yaptıkları aşikâr olan gardiyanları biraz daha tanımak isteyenler için, bu kitapta kilidin öte tarafına açılan bir pencere var.

GardiyanlarYonca Gümüş Yüncel
İletişim Yayınları
296 sayfa.