Büyük buhran yılları

NURGÜL ÇELEBİ ÖZMEN 

Siyah beyaz bir fotoğraf karesine hapsolmuş çelimsiz çocukları var o yılların. Birbirinden başka dayanakları olmadığından sıska kolları ürkek bir gayretle birbirine dolanmış, aurtları çökmüş masum yüzlü çocuklar... Dağınık saçları kir pas içinde, üzerlerinde paçavraya dönmüş giysiler ve gözlerinde olup bitenlere anlam veremeyen ancak korku dolu bir ifade. Satılığa çıkarılmış “Büyük Buhran” çocukları onlar. Yaşanan dramın en çıplak ve de en masum aktörleri…

Birinci Dünya Savaşı sonrası süper güç haline gelen Amerika’da ekonominin müthiş bir ivme kazanması kapitalist sistemin de hızla zirveye tırmanmasına neden olur. Bu tırmanışın ardından büyük bir krizin beklediğini kimse kestiremez. Ancak bu zenginlik çok uzun sürmez. 1929 senesinde yaşanan ekonomik bunalım sonrası tüm dengeler bozulur. Kapitalizmin zenginleştirdiği onca Amerikalı firma iflas ederken borsa dibe vurur. Ekonomik sarsıntının yarattığı tsunami önüne kattığı milyonlarca insanı işsizliğin pençesine doğru sürüklediğinde açlık ve sefalet içinde bir hayat bırakır geride.

Sevgiyle yaşamak

Böyle bir buhran döneminde yapayalnız bırakılmış küçük bir çocuk Lila. Aslında bu onun gerçek adı değil. Onun bir adı, hatta bir kimliği dahi yok. Bir annenin sıcak kucağından ve korunaklı kollarından mahrum bırakılmış bir çocuk o. Midwest’teki bir göçmen evinde, çoğunlukla bir masanın altına itilerek aç ve susuz bir vaziyette ölüme terk edilen bir çocuk. Onu hayatta tutabilmek uğruna mücadele eden Doll adında yaşlı bir kadının ona verdiği isim bu: Lila... Doll’un annelik içgüdüsüyle onu merhametli kollarına alıp o cehennemden kaçırmasıyla başlıyor öyküsü. Geçmişine dair hatırladığı hiçbir şey yok Lila’nın. Ne bir anne, ne de bir baba... Onun tüm dünyası kendisine yeniden hayat veren ve diriliş öyküsünün başkahramanı Doll. Pulitzer ödüllü yazar Marilynne Robinson barınacak bir yuvası dahi olmayan, sefalet içinde kasaba kasaba gezen ve yaşamak için her türlü işi yapmak zorunda kalan Lila’nın dokunaklı öyküsünü bir dantel misali işlemiş. Satırlarının derinliği karanlığın dibine sürüklerken sizi sevginin gücü boğulmanıza mani oluyor. Tıpkı Lila gibi… Robinson sevgiyle yaşatıyor Lila’yı.

Kimliksizler

ABD Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği’nin roman ödülüne layık görülen ‘Lila’, ‘çok önemli Amerikan portresi’ şeklinde değerlendirilmekte. Toplum tarafından dışlanmış, itilip hor görülmüş, bir yuvası dahi olmayan, toplumun kara leke olarak gördüğü insanların yaşam mücadelesini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiş Robinson. Kimliksiz yaşamanın, hiçbir topluma ait olamamanın acıklı bir tasviri gizli sayfa aralarında. Aslında bir ‘hiç’ olmanın dayatıldığı isimsiz insanların, çaresizce bir ‘hiç’ olduklarını benimsemelerinin hikâyesini anlatıyor Lila’nın öyküsü. ‘Hiç’ olanın inançsızlığa mecbur kalışına şahit ediyor sizi yazar.

Yağışlı bir gün kapısına dayandığı kilisede karşısına çıkan Peder John, Lila’nın hayatını değiştirecektir. Başlangıçta çaresizlikten ötürü sığındığı Gilead kasabası Peder John’ın kendisine kapısını araladığı sevgi dolu bir bahçeye dönüşür Lila için ve vazgeçilmesi güç bir sığınak haline gelir. Kendisine hiçbir zaman sırt çevirmeyen yegâne unsurun verimli topraklar olduğunu gören Lila bu bahçeyi ekip biçerken toprağa sevgi tohumları serptiğinin farkında dahi değildir. Artık yüreğinde sevginin yeşermesi kaçınılmazdır. O da buna izin verir…

Peder John’ın kendisine şefkatle yaklaşması başlarda şüphe uyandırsa da Lila ona ruhunun kapılarını açar usulca. Oysa hiçliğin bir parçası olduğunu düşünen genç kız ruhunu birilerine açabilmesinin imkânsız olduğuna inanır. 

Pederin vaazlarını dinlerken kendi yaşamını ve varoluşunu sorgulamaya başlayan genç kız ilk kez Tanrı’yı düşünmeye başlar. Kiliseden çaldığı İncil’i okuyarak Tanrı’nın kendisini ve kendisi gibi olanları neden yarattığını sorgularken iyi ve kötü kavramlarının aslında ne olduğu hakkında derin bir fikir deryasında yitirir benliğini. Tanrı’nın yarattıklarına iyi bir hayat sunabilecekken neden onları çaresizliğin ve sefaletin içinde terk ettiğini anlamaya çalışır. Kimi zaman İncil’de okuduklarından yola çıkarak anlamlandırır varoluşu, kimi zamansa anlamsızlaşır zihnini kurcalayan düşünceler. Ona Tanrı’nın inayetini anlatırken bildiklerini yeniden sorgulayan ve ufku genişleyen Peder John ile evlenmesi ona bambaşka bir dünyanın kapısını aralar. 

Yıllarca dışlanmış, hor görülmüş bir topluluğun ‘hiç’ sayılan bir parçasıyken bir anda varlığının bilincine varır. Geçmişini asla unutmayacak ve ona böyle bir geçmişi reva gördüğüne inandığı Tanrı’yı sorgulayacaktır. 

Robinson, Hristiyan teolojisini anlamlandıran bir yolculuğa çıkarırken okurlarını, vaftiz edilerek geçmişinden arındığını düşünen Lila’nın İsa Mesih misali dirilişine şahit ediyor. Derin bir sorgulamayla varoluşun ve hiç olmanın ne demek olduğunu düşünmeye sevk ediyor sizi.

LilaMarilynne Robinson
Çeviri: Yeşim Seber
Everest Yayınları
320 sayfa.