‘Grip aşısı haksızlığa uğruyor’

Sağlıklı bireyleri ilerde karşılaşma olasılıkları bulunan etkenlere karşı korumak için yapılan aşılar, dünyada ve Türkiye’de farklı çevrelerde sık sık masaya yatırılıyor. Uluslararası ilaç üreticisi GSK’nın Gelişmekte olan Ülkeler Aşı Bilimsel Danışmanı olan Prof. Dr. Selim Badur, günümüzde salgın hastalıkların önlenebilir hale gelişinden, her yıl yaptırılması önerilen grip aşılarına uzanan değerlendirmelerini bizimle paylaştı.

Aşı, dünyanın sıkça tartıştığı bir konu. Aşıyla ilgili gündeme gelen tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Bulaşıcı hastalıklarla mücadelede aşıların en etkili koruma yöntemi olduğu, genel kabul gören bir gerçek. Dünya Sağlık Örgütü ve Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi gibi kuruluşların raporlarında da belirtildiği gibi, aşılar sayesinde, en azından gelişmiş ülkelerde, zaman içinde bir dizi enfeksiyon hastalığının görülme sıklığında önemli düşüşler kaydedildi. 1974’te Dünya Sağlık Örgütü’nün başlattığı ‘Genişletilmiş Bağışıklama Programı’ kapsamında, difteri, boğmaca, tetanos, kızamık, çocuk felci ve tüberküloz aşılarının yaygın kullanımı milyonlarca ölümü engelledi; bazılarının (örneğin çocuk felcinin) Avrupa kıtası gibi belirli coğrafyalarda, bazılarının (örneğin çiçek hastalığının) ise dünya üzerinden yok edilmesi sağlandı. Bu olumlu gelişmelere karşın birçok aşıya karşı farklı toplumların dönem dönem direnç gösterdiği ve aşı karşıtı söylemlerin ortaya çıktığı görülüyor.

Dünyada, aşıya erişim konusunda soruna neden olan iki farklı mesele var. Birincisi, Afrika ve Asya’daki yoksul ülkelerin, ekonomik olanaksızlıklardan dolayı aşıya erişim güçlüğü çekmesi. Dünya Sağlık Örgütü’nün sayısal verilerine göre, yılda bir buçuk milyon kadar çocuk aşıya erişemediği için ‘aşıyla korunabilen hastalıklar’ nedeniyle yaşamını yitiriyor; bunların büyük bölümü yoksul ülkelerin çocukları. Dünya Sağlık Örgütü’nün önderliğinde UNICEF, GAVI, Bill & Melinda Gates Vakfı gibi kuruluşlar, bu ülkelere aşı temini için parasal ve lojistik yardımda bulunuyorlar. İşin ilginç yanı, 2016’da bir gazetede yayımlanan bir grafikte, maddi zorluklar içinde olan ancak aşıları uluslararası kuruluşların yardımıyla temin eden bazı ülkelerdeki aşılama oranlarının, Fransa ve İngiltere gibi sanayileşmiş varsıl ülkelerden daha yüksek olduğu görülüyor. Bu çelişkili durum, gelişmiş ve sanayileşmiş Batı ülkelerindeki, aşıya karşı mesafeli duruşla açıklanabilir. Bu tip ülkelerde aileler aşı karşıtı söylemlerin etkisiyle aşılara karşı direnç gösteriyorlar.

Bu tavrın sebebi nedir?

Pek çok nedeni olabilir. Her şeyden önce, Batı ülkeleri, bir dönem ciddi sorun yaratan bulaşıcı hastalıkları etkin aşılama kampanyalarıyla neredeyse ortadan kaldırdılar, ve aşıyla korunulabilen hastalıkların önemi unutuldu. Bu arada aşı karşıtı söylemin olumsuz etkisini dikkate almamız lazım. Örneğin, 1998 yılında İngiltere’de Andrew Wakefield adında bir İngiliz cerrahın “Kızamık aşısı otizme yol açıyor” şeklindeki açıklaması ve konuyla ilgili yayına dönüştürdüğü çalışması büyük yankı uyandırdı. Bu dönemde otistik çocukları olan aileler onu gerçek bir halk kahramanı olarak ilan ettiler ve kızamık aşısını kullanmamaya, çocuklarına uygulatmamaya başladılar. Bu durumun sonucu olarak gelişmiş Batı ülkelerinde uzun yıllardır görülmeyen ve önemi neredeyse unutulan kızamık salgınları başladı, Avrupa’da yaklaşık olarak 900 çocuk yaşamını yitirdi. Aradan bir yıl geçti, söz konusu çalışma ve sonuçlarının düzmece olduğu, gerçekleri yansıtmadığı ortaya çıktı ve Wakefield’ın doktorluk yapma yetkisi elinden alındı.

Aşı karşıtlığı ya da aşıya direnmenin nedenleri çeşitli. Bir kesim, sağlık otoritesi neyi önerirse onu uyguluyor; bir kesim ise “Aşılar zararlı, hiçbir işe yaramaz, ben çocuğuma uygulatmıyorum” diyor. Bazı aileler de sadece belirli aşılara mesafeli duruyor.  

Peki, aşılama neden önemli?

Birçok bulaşıcı hastalığın aşıyla kontrol altına alındığını biliyoruz. Bu alandaki en büyük başarı, asırlar boyu kitlesel ölümlere yol açan çiçek hastalığının, düzenli aşılama programları sayesinde yeryüzünden silinmesinde görüldü. Ayrıca, 21. yüzyıla girdiğimizde, önemli sakatlıklara ve ölümlere neden olan çocuk felci enfeksiyonunun yeryüzünün büyük bölümünde ortadan kaldırıldığını söyleyebiliriz. Devrim niteliğindeki bu gelişmelere karşın, ekonomik olanaksızlıklar nedeniyle her yıl dünyada altı aydan küçük yaklaşık dört milyon çocuk yaşamını yitiriyor; yani, aşıya erişim olanağı bulamadıkları için saatte 450 çocuk hayatını kaybediyor. Ülkelerdeki aşılama oranlarının önemi de büyük. Siz aşılanmamış olsanız da, etrafınızda aşılı insan sayısı fazla olduğunda enfeksiyonun toplumda yayılması büyük oranda azalıyor ve hatta durabiliyor; sonuçta size bulaşma olasılığı ortadan kalkıyor ya da çok düşüyor.

Aslında aşılar, yukarıda da belirttiğim gibi, kendi başarılarının kurbanı oldu diyebiliriz. Çünkü insanlar aşıyla korunabildikleri birtakım ciddi enfeksiyon hastalıklarını unuttular. Örneğin Avrupa’da çocuk felci artık görülmüyor. İnsanlar bunun önemini unutup aşı karşıtı söylemlerin etkisinde kalmaya başladılar.

Toplumdaki bir diğer soru işareti de çocuklara yapılan aşıların sayısındaki artış...

Çocuk doğal bir enfeksiyon geçirdiğinde oluşacak bağışıklığın çok daha güçlü olacağı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak doğal enfeksiyon geçirsin diye çocuğu aşılatmamanın, çocuk felci örneğinde olduğu gibi, ciddi bir riski bulunmaktadır. Kızamık, menenjit ya da zatürre etkenleriyle oluşacak hastalanmalarda ciddi sağlık sorunları yaşama riski bulunmaktadır; bu nedenle “Aşı yaptırmayalım, hastalığı geçirerek bağışıklık kazanalım” şeklinde bir yaklaşımın tehlikeli olduğu, büyük bir risk oluşturduğu unutulmamalıdır. ‘Aşılatmama’yı tehlikeli ve riskli bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum.

Öte yandan, uygulanan aşıların sayısı artsa da, artık yeni teknolojilerle çok daha saflaştırılmış aşılar kullanıyoruz; uygulanan aşıların içeriğindeki etkin maddelerin sayısı azalmış durumda. Üstelik bağışıklık sistemimiz, 10-20 aşıyı değil, on binlerce yabancı maddeyi tanıyıp yanıt verme yetisine sahiptir. Bu nedenle “Aşıların sayısı artınca bağışıklık sistemimiz yorulur” yaklaşımının bilimsel bir temeli bulunmamaktadır.

Her yıl gündeme gelen grip aşısı tartışmaları için neler söylersiniz?

Grip aşısı haksızlığa uğrayan bir aşıdır; “Aşı yaptırdığım için hastalandım” ya da “Aşı oldum ama yine de gribe yakalandım” denir; bu mümkün değil. Ülkemizde kullanılan grip aşısı ölü bir aşıdır, dolayısıyla onunla gribe yakalanılması söz konusu olamaz. Öte yandan, günümüzde 200 kadar mikroorganizmanın solunum sistemi enfeksiyonlarına yol açtığını biliyoruz. Grip etkeni olan virüsler bunlardan yalnızca bir grubu oluşturur. Aşı sadece gribe karşı etkilidir; geri kalan etkenlere karşı koruma sağlamaz. Benzer şikâyetlere yol açan nezle veya soğuk algınlığı gibi hastalıklar ölümcül değildir, gribin ise ‘risk grubu’ dediğimiz kesimlerde ciddi sorunlara neden olduğu gösterilmiştir. Grip, örneğin yaşlılarda ve kronik hastalığı olanlarda ölümcül bir seyir izleyebilir; diyabet, astım ve kalp hastalarında, ayrıca gebelerde, hastanın yaşamını yitirmesine sebep olabilir. Grip aşısı bu tip olumsuzluklara karşı etkisini gösteriyor. 

Neden grip aşısını her yıl olmamız öneriliyor?

Kızamık ve Hepatit B hastalıklarının aşısını bir kez oluyoruz; aynı zamanda, bu hastalıkları doğal yollardan bir kere geçiren kişiler kalıcı bağışıklık kazanıyor. Ama grip öyle değil. Gribin oluşturduğu bağışıklık doğada da çok kalıcı ve etkili değil. Nitekim özellikle çocukluk çağında bir yıl içinde birkaç kez gribe yakalanmak olağandır. Üstelik etken virüsler sık yapı değiştirirler. Bu yüzden her yıl aşılama yapılması gerekiyor. 

Bu aşılar nasıl hazırlanıyor?

Kuzey yarımkürede yer aldığı için Türkiye’de aşı dönemi Eylül’de, aşının hazırlanması ise Ocak’ta başlar. Mart-Nisan aylarında Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı evrimsel matematik modellemeler ve öngörülerle elde edilen bulgular üretici firmalara gönderilerek o sezon için etkili olacak virüslerden aşı içerikleri hazırlanması istenir. Mayıs’tan Ağustos’a kadar üretim sürer ve dünyaya dağıtılır. Kısacası, grip aşıları, bilimsel yaklaşımlarla hesaplanan ve genelde doğru çıkan öngörüler üzerine hazırlanır; ender görülen bire bir örtüşmenin olmaması durumunda da aşının etkisi ortadan kalkmaz, belirli ölçüde azalır. Sonuçta yıllardan beri grip aşısıyla risk gruplarından bireyler arasında hastalık şiddetinin nasıl azaldığı, hastaneye yatışlarda ve ölümlerde ne oranda azalmaların kaydedildiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Son olarak, aşılarla ilaçları kıyaslayabilir miyiz?

Bugün bir ağrı kesici alırken prospektüsüne baktığınızda o kadar fazla yan etki okursunuz ki... Prospektüslere milyonda bir görülen durumları bile yazmak gereklidir; siz de, hastalık şikâyetinizi ortadan kaldırmak için, bu tip olası yan etkileri dikkate almadan ilacı kullanırsınız. Aşılar ise sağlıklı bir bireyi, ilerde karşılaşma olasılığı bulunan etkenlere karşı korumak için yapılır. Çocuklar ateşlendiklerinde verilen ilaçların yan etkileri bile, aşılama sonrası görülecek, genellikle ciddi sorunlar yaratmayan şikâyetlerden (ateş, aşı yerinde lokal ağrı vb.) çok daha fazladır. Aşılar sağlıklı bireylere, ilaçlar ise hastalara uygulanır; bu önemli bir ayrımdır. Ayrıca bir aşının kullanıma girmeden önce çok uzun kontrol aşamalarından geçtiği, güvenilirliği kesin biçimde kanıtlandıktan sonra kullanıma girdiği unutulmamalıdır.

Sistematik biçimde yürütülen aşı karşıtı kampanyalar, özellikle ebeveynlerin aşılara kuşkuyla yaklaşmasına yol açıyor ve aşılama oranlarını etkiliyor. Bu olumsuzluğun ve büyük oranda söylentilere dayanan haberlerin etkilerinin ortadan kaldırılması için, aşılara yönelik suçlamalara bilimsel doğrular ışığında, objektif biçimde yaklaşmak, toplumun doğru bilgilendirilmesiyle aşılama konusunda güven ortamı sağlamak, böylece hem çocukları hem de erişkinleri bulaşıcı hastalıklardan korumak büyük önem taşıyor. 

Kategoriler

Toplum Sağlık



Yazar Hakkında