Tophane-i Amire’de süren ‘The Great Masters: Michelangelo, Leonardo, Raphael’ insanlık tarihinin en ünlü çok yönlü dehası, mimar, heykeltıraş, mühendis, buluşçu, geometrici, müzisyen, anatomi uzmanı ve ressam Leonardo da Vinci'yi anmak için güzel bir fırsat.
“Eğer bir yüzün ifadesini kolaylıkla aklında tutmak istiyorsan, önce çeşitli türden kafaları, gözleri, burunları, ağızları, çeneleri, gırtlakları, boyunları ve omuzları ezberle. Örneğin burunları ele al; 10 ayrı çeşittedirler: Dik burun, patates burun, dış bükey burun, kâh alttan, kâh üstten bombeli burun, kartal burun, düzgün burun, basık burun, yuvarlak burun, sivri burun. Önden bakıldığında ise burunlar 12 çeşittir: Ortası itibariyle büyük olanlar, ortası ince olanlar, ucu kalın başlangıcı ince olanlar veya tersi, delikleri geniş veya dar olanlar, yukarıda veya aşağıda olanlar, ucunun delikleri sakladığı veya görünür kıldığı burunlar. Aynı çeşitliliği yüzün başka hatlarında da bulursun. Doğal haliyle incelemek ve böylece aklına yerleştirmek zorunda olduğun her şeyi not ettiğin bir defteri de beraberinde bulundur. Sonra, portresini yapmak istediğin kişiye bir göz atar ve gizlice defterlerini karıştırırsın ve hangi burun veya ağzın modelinkilerle benzerlikler gösterdiğini görürsün ve evine döndüğünde hatırlayabilmen için yanlarına işaret koyarsın. Korkunç suratlar hakkında bir şey söylemeyeceğim, çünkü insan onları hiç zorlanmadan aklında tutabilir.”
Bu satırların yazarı, insanlık tarihinin en ünlü çok yönlü dehası, mimar, heykeltıraş, mühendis, buluşçu, geometrici, müzisyen, anatomi uzmanı ve ressam Leonardo da Vinci’dir. Kendisini anmamın nedeni, Tophane-i Amire’de süren ‘The Great Masters: Michelangelo, Leonardo, Raphael’ sergisi. Sergide, 16. yüzyıl İtalya’sının büyük ustalarından Michelangelo’nun Sistine Şapeli’ndeki eserlerini, devasa Davud heykelini; Leonardo’nun ‘Son Yemek’ freskini, mühendislik ve anatomi çizimlerini; Raphael’in ‘Atina Okulu’ freskini ve tablolarının videolarını görmek mümkün.
Eserlerin hepsi çok etkileyiciydi ancak Leonardo’nun savaş aletleri çizimlerinden olumsuz yönde etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Neyse ki bu silahlar kâğıt üzerinde kalmış; yoksa Leonardo’nun izinden giden başka buluşçular sayesinde silah teknolojisi korkunç bir aşamaya gelebilirdi. Sergiden ayrılırken bu ayrıntıyı unutmuştum bile. Öyle ki, bu haftaki yazımı, bu üç deha arasından daha iyi tanıdığım Leonardo da Vinci’ye ayırmaya karar verdim.
Kuşlara özgürlük
15 Nisan 1452 ile 2 Mayıs 1519 tarihleri arasında yaşayan bu olağanüstü insan hakkındaki bilgilerimizi, yine ünlü bir ressam olan Giorgio Vasari’den öğreniyoruz. Leonardo öldüğünde henüz çocuk yaşta olan Vasari’nin bu eseri günümüze kadar ünlü sanatçı hakkındaki en güvenilir eser kabul edilmiştir, çünkü Vasari bu bilgileri Leonardo’nun çok yakınında bulunma şansına sahip olan kişilerden derlemişti.
Vasari’ye bakılırsa, çocukluğu boyunca kafeslerdeki kuşları özgürlüğe kavuşturmakla uğraşan Leonardo, hayvan sevgisinin bir nişanesi olarak sıkı bir vejetaryen olmakla kalmamış, yaşamının belli bir döneminde, hayvansal kökenli hiçbir ürünü tüketmeyerek vegan olmuştu. 14 yaşına kadar Vinci’de yaşadı, büyükannesi ve büyükbabasının art arda ölmesi üzerine 1466’da babası ile Floransa’ya gitti. Evlilik dışı çocukların üniversiteye gitmesi yasak olduğundan, babası onu dönemin ünlü ressam ve heykeltıraşı Andrea del Verrocchio’nun atölyesine götürdü. Floransalı Medici ailesinin himayesinde çalışan Verrocciho, karşısında bir deha olduğunu fark etmekte gecikmedi. Bu atölyede Michelangelo’nun hocası Ghirlandaio ve Boticelli gibi, Rönesans’ın büyük ressamları ile tanışma şansı bulan Leonardo, ilk çizimlerinden olan ‘İsa’nın Vaftizi’ni Verrocchio ile birlikte, ‘Madonna ve Çocuk’ adlı tablosunu ise tek başına bu atölyede yaptı.
1482 ile 1490 arasında Milano Dükü Ludovico Sforza’nın himayesine giren Leonardo, çıraklığını 70 ton bronz kullanarak yaptığı at heykeli ile tamamladı. Ancak bu heykel, 1495’te VIII. Charles komutasındaki Fransız orduları Milano’ya saldırdığında eritilerek top güllesi yapıldı. Silah çizimlerinin büyük bir bölümü de bu döneme aitti.
Haliç’e köprü
1498’de, İsa’nın havarileri ile yediği yemeği anlatan ünlü ‘Son Yemek’ tablosunu henüz tamamlamıştı ki, Fransızlar ülkelerine geri döndüler, Milano’da iktidar savaşı patlak verdi, Dük Sforza yerinden oldu ve hamisini kaybeden Leonardo’ya yol göründü. Bir süre daha Milano’da kaldıktan sonra iki ay askeri mühendis olarak görev yapacağı Venedik’e geçen, ardından Nisan 1500’de Floransa’ya uğrayan Leonardo, Papa VI. Alexander’ın oğlu kardinal ve askeri lider Cesare Borgesia’nın himayesine girerek, mimar ve mühendis olarak çalışmaya devam etti.
1952 yılında Topkapı Sarayı arşivlerinde bulunan mektubundan öğrenildiğine göre Leonardo, 1502’de Fatih Sultan Mehmed’in oğlu II. Beyazıd’dan kendisini mühendis olarak işe almasını ve Haliç’in üzerine 240 metre genişliğindeki tek arklı bir köprü yapmasına izin vermesini istemiş, ancak küçük bir İtalyan cumhuriyetinden gelen bu talep Osmanlı Sarayı’nda fazla yankı yaratmamıştı. (Bu köprünün küçük bir örneği, 2001 yılında Norveçli şehir planlamacısı Vebjørn Sand tarafından Oslo-Stockholm arasındaki 18 numaralı otoyolun üzerinde inşa edildi. Sand, amacını “eski ile yeniyi, cennetle cehennemi, sanatla bilimi, Avrupa ile Ortadoğu’yu ve Hıristiyanlık’la İslam’ı birleştirmek” olarak açıklamıştı.)
1515’te Milano’yu yeniden alan Fransa Kralı I. François’nın isteği üzerine, Papa X. Leo’ya barış görüşmelerinde sunulmak üzere bir mekanik aslan yapan ve Floransa Cumhuriyeti’nin Milano’ya karşı kazandığı zafer şerefine şehir meclisinin sipariş ettiği duvar resminde Michelangelo ile karşı duvarlarda çalışan Leonardo, bu eserini tamamlayamadan François’nın emrine girdi ve Amboise Şatosu’na yerleşti, ölünceye kadar da burada yaşadı.
Bir dâhinin not defterleri
Leonardo’nun yaşamı boyunca tuttuğu not defterlerinin 100 kadar olduğu sanılmaktadır. Bunlardan 31’i günümüze ulaşmıştır. ‘Mimarlık’, ‘mekanik’, ‘resim’ ve ‘insan anatomisi’ olarak dört başlıkta toplanabilen bu defterler, değişik tip ve boylarda olup, ölümünden önce kendisi tarafından arkadaşlarına verilmiş, ölümünden sonra da arkadaşları tarafından sağa sola dağıtılmıştır. Bu defterlerin ilginç yanı, yazı ve çizimlerin aynada okunacak şekilde, ters olmasıdır. Normal biri için son derece zor olan bu iş, Leonardo için kolay olmalıdır, çünkü kendisi bir solaktır.
Bu defterlerde, dört insan tarafından güç verilen bir helikopter, tank, bilgisayar, güneş enerjisini toplayan bir kolektör gibi pek çok araçla, astronomi, suyun ve kayaların yapısı, erozyon ve tektonik yer hareketleri ve yazının başında sözünü ettiğim öldürücü silahlar gibi onlarca konuya ilişkin çizimler vardır. Sultan II. Beyazıd’a sunduğu köprü çizimi de bu defterlerdedir.
Anatominin babası mı?
Ama en ilginç çizimleri insan anatomisi konusundakilerdir. Bilindiği kadarıyla, da Vinci ünlü bir ressam olduktan sonra Floransa’daki Santa Maria Hastanesi’ndeki kadavraları inceleme izni almıştı. Daha sonra Milano’daki Maggiore ve Roma’daki Santo Spirito hastanelerinin morgunda mum ışığında arkadaşı Marc Antonio della Tore ile birlikte 30 yıl boyunca yaptığı gözlemlerin bir özeti olan 200 kadar çizim günümüze kadar ulaştı. Zamanında yayımlanabilseydi Leonardo’ya ‘anatominin babası’ unvanını kazandırabilecek olan bu çizimlerden anlaşıldığına göre, organların asıl yapılarını belirginleştirmek için beden boşluklarına balmumu enjekte ediyordu ki bu tekniğin bu gün hâlâ kullanıldığı biliniyor. Kas sistemini araştıran, kafatasına ait sinirlerin ve koroner arterlerin yollarını izlemeye çalışan Leonardo, kalbi ikiye ayıran ‘septum’un yerini tam olarak saptayabilseydi, belki de tarihe kan dolaşımını keşfeden insan olarak geçecekti.
Leonardo’nun bu yazmaları neden yayımlamadığı ve etrafa dağıttığı hâlâ bir sırdır. Onun, sahip olduğu her türlü bilgiyi kamuya mal etmeyi çok seven biri olması, bu sırrı daha da koyu hale getiriyor. Ancak mükemmeliyetçi bir kişiliğe sahip olması da bu bilgileri mümkün olduğunca mükemmel bir şekilde sunmayı başarıncaya kadar kendine saklamayı istediğini düşündürüyor. Teknik konularda uzman bir tarihçi olan Lewis Mumford, Leonardo’nun bu bilgilerin kötü amaçlı kullanımından korktuğunu ileri sürüyor. Bir başka görüş ise, Leonardo’nun sık sık ters düştüğü Katolik Kilisesi’nin şerrinden korunmak için yazmaları gizli tuttuğu yolunda. Bu gizlilik meselesi pek çok kişiyi meşgul etmiş olmalı ki, 2005 yılında araştırmacılar Floransa’da Santissima Annunziata Bazilikası’ndaki mühürlü bir bölmenin Leonardo’nun gizli laboratuvarı olduğunu iddia ettiklerinde büyük heyecan yaşandı, ancak bu konuda henüz kesin bilgiye ulaşılamadı.
Cinsel yönelimleri
Bu mesafeli tutumu açıklamaya yönelik bir başka iddia da Leonardo’nun cinsel yönelimleri yüzünden kamuyla ilişkilerini hep sınırlı tutma eğiliminde olması. Kendi iddiasına göre cinsel ilişkiden hoşlanmayan Leonardo, psikanalizin babası Sigmund Freud tarafından cinsel açıdan frijit (soğuk) olarak nitelenmişti. Öte yandan, Leonardo’nun genç erkeklerle ilgilendiğine dair bilgiler, cinsel ilişkinin sadece heteroseksüel olanına ilgisiz olduğunu düşündürüyor. Bilinen ilk homoseksüel ilişkisi, 1476’da Verocchio ile çalıştığı dönemlerde atölyedeki 17 yaşındaki model Jacopo Saltarelli ile idi. Bu aşk çok gerilimli olmalı, çünkü Leonardo’nun zaman zaman “yalancı, ahlaksız, obur, hırsız” diye suçladığı bu gençle ilişkisi tam 30 yıl sürdü ve Jacopo, ressamın birçok resminde boy gösterdi.
Nitekim, 1506 yılında Leonardo Lombardialı bir soylunun 15 yaşındaki oğlu Kont Francesco Melzi ile tanıştığında da Salai’nin papucu dama atılmadı. Salai, artistik yetenekleri tartışılmakla birlikte her zaman Leonando’nun çırağı olarak tanındı. ‘Mona Lisa’nın bir başka versiyonu olan ‘Çıplak Mona Lisa’ adlı tablonun altında Salai’nin imzası vardı.
Sadece bu ilişkiler değil, Mayıs 1519’da hayata Fransa Kralı François’nın kolları arasında veda ettiği iddiası da dedikoduculara epey malzeme vermişti. Ancak son araştırmalar, kralın o sırada başka bir şehirde olduğunu ve bir gün içinde ölümün gerçekleştiği Amboise Şatosu’na gelmesinin mümkün olmadığını gösteriyor. Neyse ki tarihe sadece bu dedikodularla değil, olağanüstü buluşları, tasarımları, resimleri, heykelleri ile geçmiş olan Leonardo da Vinci zamanı ve mekânı aşan bilgeliğiyle evrenimizi aydınlatmaya devam ediyor.
Küresel ikona: MONA LISA
Leonardo da Vinci, bugün küresel dünyanın ikonu haline gelen ‘Mona Lisa’yı (Tophane-i Amire’deki sergide bu tablo yok) 1503-1507 yılları arasında yaptı. Resmin halen sergilendiği Louvres Müzesi’nde tablonun önündeki zeminin belirgin biçimde çukurlaşmış olması, ‘Mona Lisa’ya yönelik ilginin bir temsili adeta. Birkaç kez yakılma, asitle tahrip edilme ve çalınma tehlikesi yaşayan resmi meşhur eden durumu herkes biliyor. Mona Lisa kimdir ve yüzündeki ifade nasıl açıklanabilir?
Vasari’ye göre, tabloya ismini veren Lisa Gherardini della Gioconda, Fransisco del Giocondo adlı bir ipek tacirinin karısıydı. Resmi ikinci oğullarının doğumundan sonra yeni bir eve geçişlerinin şerefine sipariş etmişti. Aslında bu, günümüzde araştırmacıları meşgul eden 600’ü aşkın iddiadan sadece biri. Bunlar arasında ilgiyi hak eden biri, ‘Mona Lisa’nın ressamın kendi portresi olduğu yönünde. İddiayı ortaya atan, Bell Laboratuarı’ndan Dr. Lillian Schwartz, Lisa’nın ve Leonardo’nun yüzlerinin dijital analizlerini yapmış. Modern Freud’cular da, Leonardo’nun homoseksüel olduğunu ve kendisini kadın kılığında resmetmesinin doğal olduğunu söyleyerek, Dr. Schwartz’ın tezini destekliyorlar. Son yılların kült eseri ‘Da Vinci Şifresi’nde, ‘Mona Lisa’da Eski Mısır tanrı ve tanrıçası Amon ve İsis’in anagramını gören Dan Brown ise, Leonardo’nun Katolik dini ile gizli çatışmasını ve eril ve dişil özellikleri tek bir vücutta toplamaya yönelik idealizmini öne çıkararak, Dr. Schwartz’ın ‘otoportre’ tezini tekrarlamıştı.
Gülüyor mu, gülmüyor mu?
Ama en çok tartışılan konu, resimdeki kişinin yüz ifadesi. Bilindiği gibi, resme ilk bakan belli belirsiz bir gülümseme görür, ardından bu his kaybolur. Ardından gülümseme tekrar ortaya çıkar ve yine kaybolur. Vasari’ye göre kadının yüzündeki gülümseme, tablo yapılırken etrafta bulunan müzisyenlerin yarattığı hoş atmosferin sonucuydu. Freud ise kestirmeden gitti ve gülümsemenin Leonardo’nun annesi üzerinde yarattığı erotik etkinin bir temsili olduğunu söyleyiverdi. Lisa’nın gülümsemesinin acı mı yoksa mutlu bir gülümseme mi, masum mu yoksa erotik bir gülümseme mi, yoksa Leonardo’ya attığı çapkın bir bakış mı olduğu yolundaki pek çok soruya neden olan şeye İtalyan sanat tarihçilerinin bulduğu cevap, Leonardo’nun denediği ve adı İtalyanca duman anlamına gelen ‘fumato’dan gelen ‘Sfumato’ tekniği.
Harvard Üniversitesi’nden nörolog Dr. Livingstone, gülümsemenin resimde değil bizim zihnimizde oluştuğunu iddia ediyor. Ona göre insan gözü görmeye ayrılmış iki bölgeye sahip. İnsanlar ‘fovea’ denen alan sayesinde renkleri, ince yazıları ve detayları görür, çevredeki alan sayesinde ise siyah ve beyazı, hareketi ve gölgeleri seçerler. “İnsan gözü Mona Lisa’ya bakarken fovea bölgesi Lisa’nın gözlerine yoğunlaşırken, çevre bölgesi Mona Lisa’nın çıkık elmacık kemiklerinin yarattığı gölgeyi algılar” diye devam eden Dr. Livingstone, iki ayrı görme alanının yarattığı etki yüzünden insanın aynı anda Mona Lisa’yı hem gülümser, hem de nötr bir ifade ile algıladıklarını söylüyor.
2005 yılında Amsterdam ve Illionis üniversitelerinden bir grup bilim adamı ise, insan duygularını ölçümlemek üzere geliştirdikleri bir programın yardımıyla yüzdeki ifadenin %83 mutluluk, %8 iğrenme, %6 korku, %2 kızgınlık içerdiğini ileri sürdüler. Kısacası, Mona Lisa hakkında konuşmaya devam ettiler.