OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Nasıl bir oyun dönüyor?

Her şey bir yana, patrik adayı olmayan birinin değabah olmasının neden bu kadar tedirginlik yarattığını anlayamadım. Olur veya olmaz; olursa şık, güzel olur ama olmasın diye çabalamak niye? İşte beni düşündüren bu.

Patrik seçim sürecine “bir kez daha” girdik. Sürecin nasıl yürüyeceğine dair birtakım tartışmalar yaşanıyor. Elde başı sonu belli, güncel, geçerli, yazılı bir kurallar bütünü olmayınca bu tür tartışmaların yaşanması gayet doğal ve aslında sağlıklı da. Yeter ki sonunda, geçmiş on senede birkaç defa olduğu gibi, birileri diğer seslere kulak tıkayıp, “Ben yaptım, oldu”, tutumuna girmesin.
Bu çerçevede kronolojik olarak ilk mesele tabii ki değabah seçimi. Geçen hafta ben de bu konudaki görüşlerimi belirtmiştim. Sahak Maşalyan da hem bu konuda hem de genele dair bazı açıklamalar yapmış. Onlar üzerinden giderek bazı konulara değinelim.
Birincisi, değabahın tarafsızlığı ve bununla bağlantılı olarak patrik adayı olmayacak birinin değabah olması meselesi, ki sanırım ilk defa bu köşede dillendirildi. Melkon Karaköse ise geçen hafta Agos’a, patrik adayı olmayacak değabahın yurtdışından bir ruhani de olabileceği fikrini beyan etti. Kanımca, böyle olması şart değilse de, olmasında da kategorik bir mahsur yoktur. 
Episkopos Maşalyan, değabahın patrik adayı olmayan biri olması önerisine karşı çıkıyor ve bunu yaparken temel olarak iki itiraz ileri sürüyor. Birincisi, seçim sürecinin tarafsızlığının sadece değabaha bağlı olmadığını söylüyor. Sürecin tarafsızlığının sadece değabaha bağlı olduğunu kim söyledi bilmiyorum ama geçen hafta da söylediğim gibi bu konuda müstakbel Müteşebbis Heyet’e, başta basın olmak üzere süreci takip edecek gözlemcilere de önemli iş düşüyor. Fakat, bu demek değildir ki, değabah bu açıdan önemsizdir. Tarafsızlığın hem yürütücülerinden hem de gözlemcilerinden biri olacaktır. Ayrıca, Müteşebbis Heyet’in oluşturulmasında da rol alacaktır. 
İkinci itirazı, böyle bir uygulamanın “mevcut seçim kanununa” ve 1863 Nizamnamesi’ne göre mümkün olmadığı. Mevcut seçim kanunu sözüyle kastettiği nedir bilmiyorum. Bizim sorunumuz, yukarıda ve her zaman söylediğim gibi, böyle bir kanun olmaması zaten. 1863 Nizamnamesi’nin değabah konusundaki hükmünün ise ucu o kadar açık ki, o ifadeye göre hani neredeyse bir sivil bile dağabah olabilir. Değabah seçimi hemen ikinci maddenin birinci fıkrasında çok kısaca ele alınmış: “Patriğin vefatı ve istifası cihetiyle veyahut esbab-ı saireye mebni [diğer sebeplerden dolayı O.K.] patriklik makamının halli vukunda [Hep ne dedik: makam sadece vefatla boşalmaz. Nitekim, nizamname “sair sebepler” diyerek akla geldik gelmedik bütün sebepleri kapsamış. O.K.] ruhani ve cismani meclisler birleşerek, kaymakamlık etmek üzere bir zata karar verip, tasdikini Bab-ı Ali’den istida eder.” (Dikkatinizi çekerim, nizamname değabah seçimine dahi sivilleri katıyor.) Değabah seçilecek kişi sadece “zat” olarak belirtilmiş ve tanımlayıcı hiçbir koşul getirilmemiş, bir ruhani rütbe belirtmemiş. Dolayısıyla, bu hükme göre değabahın patrik adayı olmayan biri olmasının önünde bir engel yok. Değabahın kendisinin aday olmaması, olmazsa olmaz bir şart değildir ama demokratik seçim ilkeleri ve mantığı açısından en şık olandır. (Maddenin Ermenicesini alttaki resimde görebilirsiniz.)
Ayrıca Episkopos Maşalyan, Türkiye Ermeni Patrikhanesi’ne bağlı olmayan ruhanilerin değabah olamayacağını ama patrik adayı, dolayısıyla patrik olabileceğini söylüyor. Burada mantığa aykırı bir durum var: daha üst, daha fazla yetkilere sahip ve kalıcı bir makama aday olabilen biri, nasıl oluyor da daha az yetkili ve geçici bir makama aday olamıyor? 
“Yasada” olmayan bir uygulamanın devletten geri döneceğinin örneği olarak da on sene evvelki “eş-patrik” girişimini veriyor. “Tüm din adamları, yönetim kurulları ve halk, mutabık kalarak Merhum Patrik Mutafyan’ın hastalığını müteakip eş-patrik seçme kararı aldı”, demiş. Eş-patrik diye bir uygulama olmadığı gerekçesiyle de devletin bunu geri çevirdiğini söylemiş. Birincisi, zikredilen gibi bir mutabakat yoktu, eş-patrik talebinin doğru olmadığını savunan kalabalık bir grup da vardı diye hatırlıyorum. İkincisi, her ne kadar devlet bu konuda hep keyfi davranmış olsa da, patrik adayı olmayan biri değabah seçilirse, “Gidin patrik adayı olan bir değabah seçin” denmesi bayağı absürd olur. Ortada, bu gibi birinin değabah olmasını şart koşan yasal bir hüküm olmadığı gibi engelleyen bir hüküm de yok.
Her şey bir yana, patrik adayı olmayan birinin değabah olmasının neden bu kadar tedirginlik yarattığını anlayamadım. Olur veya olmaz; olursa şık, güzel olur ama olmasın diye çabalamak niye? İşte beni düşündüren bu.
Not: Bu yazıyı yazıp bitirdikten sonra, Ruhani Kurul’un toplanarak, değabah seçimini 27 Haziran günü yapmaya karar verdiğini ve daha da önemlisi, bu seçime sadece Türkiye’de görevli ruhanilerin katılabileceğini karara bağladığı haberi geldi. Bir de alay eder gibi eski örnekleri ve nizamnameyi kanıt göstermişler. Nizamnameden yukarıda bahsettim. Eski örneklere gelince, en yeni eski örnek iki yıl kadar evvel yaşandı. Harkeli baronner, madem öyle nasıl oldu da sizin de parçası olduğunuz Ruhaniler Genel Meclisi iki sene evvel, Türkiye dışında görevli bir ruhaniyi değabah seçti? Siz bu toplumla alay mı ediyorsunuz Allah aşkına? Size olan saygımızı korumamız için lütfen bize yardımcı olun; zira her geçen gün daha zor oluyor. Ama kabahat son kertede zaten toplum dediğimiz o kitlede. Siz sesinizi yükseltmediğiniz, varlığınızı hissettirmediğiniz sürece onlar bütün demokratik kuralları, hakkı, hukuku, aklı mantığı eze eze, çiğneye çiğneye istedikleri düzeni kuracaklar ve toplumun kaynaklarını sömürecek, çocuğunuzun geleceğini çalacaklar.