Esad ismiyle özdeşleşen Suriye’deki Baas rejimi, 18 ay önce başlayan ve Mısır’daki Tahrir Meydanı’ndan esinlenen barışçıl gösterileri acımasızca bastırmaya kalkmasaydı onca acı ve ölüm yaşanmayacaktı.
Ya da ‘Arap Baharı’nı Şam’a, Halep’e getirme hayaliyle sokaklara dökülen Suriye muhalefeti, barışçıl yöntemleri terk edip, çekirdeğini Esad’ın ordusundan kaçan askerlerin oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu’na bel bağlayarak evlerine çekilmeseydi, muhtemelen bugün başka şeyler konuşuyor olacaktık. Ne mi konuşacaktık? Örneğin, demokratik Suriye’nin koalisyon hükümetinin geniş tabanlı olup olmadığını, temel hak ve özgürlüklerin yeni Suriye anayasasına ne kadar yansıdığını... Oysa içinde yaşadığımız günler, bizi kadim ve lanetli bir yasayla bir kez daha karşı karşıya getirdi: Şiddet şiddeti doğurur. Baas rejimi, kurulduğu günden bu yana sürdürdüğü bir oyunu yeniden sahneye koydu: Muhalefeti acımasız bir şiddetle bastırmak. Oysa Suriye muhalefeti, ilk günlerde denediği yolda kararlı davransa, barışçıl yöntemlerde ısrar etseydi, Baas rejimi içerde ve dışarda çok zor durumda kalacaktı. Dökülen onca kandan geriye kalan, devasa bir medeniyet kaybı dışında, koskoca bir hiç. Baas rejimi yıkılsa bile, bugün itibariyle, yerine ne konacağını bilen yok. Yerine konacak şeyin akan kanı durdurup durdurmayacağını da... Suriye’de olayların başladığı ilk günden bu yana sürekli olarak tekrar edilen bir söz var: Halep düşmeden, Esad düşmez. Görünen o ki süreç tersine dönüyor. Esad henüz düşmedi ama Halep düşüyor! Hepimizin gözleri önünde düşüyor. Halep kendisi için bir şeyler yapmakta zorlanıyor. Halep, kendisine uzanacak bir yardım eli bekliyor. AGOS |