"Tarihi Yarımada hatırlayabileceğim son ülke olarak bir kenarda kalsın istiyorum"

Jaklin Çelik’in ‘Sarhoşların Perşembesi’ adlı yeni romanı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Çelik’le romanından yola çıkarak, İstanbul’a ve içinde yaşadığımız salgın günlerine uzanan bir söyleşi yaptık.

Sarhoşların Perşembesi’ne bir kentsel dönüşüm romanı demek çok yüzeysel bir bakış açısı olur. Kentsel dönüşümün ötesinde bir tarihsel dönüşümü, belki de çöküşü roman diliyle anlattığını söylemek mümkün mü sence?

Kaleme aldığım hikâye ‘Tarihi Yarımada’da geçiyor ve bu anlamda bir dönüşümden bahsedemeyiz, zaten bir türlü dönüştürülemeyen bir yer. Çünkü derin tarihsel anlatısı bu eski şehrin yüzünde çarpıtılarak okunmaya devam ediyor. 
 Bu dokulu yüzle, bizi yöneten hiçbir iktidar yüz yüze kalmak istemiyor, en çok da şu an bizi yönetenler, çünkü kendi varlığını sürdürme telaşında oranın görünür olma halini silmeye çalışıyor sürekli. Böylesi bir şehrin yüzünde hiç kimse bir maske gibi durmak istemiyor. Şehrin geçmişiyle hemhal olmaktansa şehri yüzüne bir maske gibi tutmaya çalışıyor ve yüzüne oturtmaya çalıştığı yerlerden çekiştirerek deforme ediyor sürekli. 
 İki başat dönem var İstanbul için, kuruluşu ve fethi. Şehri çevreleyen kara ve deniz surları ve şehrin içine/dışına açılan kapılarıyla dönemin savaş silahlarına ve insan gücüne karşı koyabilecek güçte bir yapıdan bahsediyoruz. Sonrasında, obezce bir büyüme. Surların yanlış dizilmiş bir lego gibi küçüldüğü, muzaffer savaşların giriş çıkışlarının inandırıcılığını yitirdiği, eşiklerin heybetli kapılarını talana kurban verdikleri bir şehir. Ve bütün bunlar yapılırken bozup bozup yazılan masallara inandırılmaya çalışılan bir ülke. 
Evet, bir kentsel dönüşümden bahsedemeyiz, insanları dönüştürmeye çalışan iktidarın dönüşümü bu. Muktedir olanın ele geçirdiği gücü bir Alzheimer hastasını merkeze alarak kurguladım romanı, unutmak ve hatırlamak üzerine. Çünkü yaşadığımız çağda şehirler de Alzheimer. Öte yandan bir iktidarın başına gelebilecek en iyi şey unutmak. Etrafınızdakiler sizi yavaş yavaş ele geçirdiğinde hatırladıklarınız tehlike oluşturur. Karşı taraf son vuruşu yapmak için, zihnin bu can çekişme hali son bulana kadar bekler. Yani hatırlamayana ve hatırlatmayana dek… İstanbul, siyasiler için kendi iktidar alanlarını yücelttikleri bir şehir oldu her daim. Şehir üzerinden kendi iktidarlarını pekiştirirken eski mühürleri bulundukları yerden sökmeye çalıştılar sürekli. Çünkü eski olan, eski şehir, alındığı günden beridir inşa edenin ve inşa edenden alanın ismiyle anılıyor, bu hazmedilmesi oldukça zor bir durum. 
 Son olarak; sorduğun çöküş romanı mı sorusuna karşılık olacaksa eğer, bu doğrultuda ne yapmaya çalıştığımı biliyorum ama ne olduğu konusunda sözü eleştirmenlere bırakmak en doğrusu. 

Romanın kahramanları; Beyefendi, Yardımcı, Berduş, Avukat vs... Hiçbirinin adını bilmiyoruz. Bu tercihinin nedenini sorabilir miyim?

Önceki kitaplarımda karakterlerimin hemen hepsi bir isimle çağrılıyordu. İsimler hem anlatılardaki dönemin sınırlarını belirliyor hem de karakterlerin davranış biçimlerini sahipleniyordu. ‘Öfkenin Şenliği’nde ise iki ana karakterim dışında isimleriyle değil, yaptıkları işler ve belirgin fiziki özellikleriyle anılıyorlardı. ‘Sarhoşların Perşembesi’ni yazarken de bu tekniği geliştirerek sürdürdüm. Karakterleri sadece fiziki ve yaptıkları işlerle adlandırmak dışında bir diğerinin gözünden, aralarındaki ilişkide oturduğu zemin üzerinden isimlendirdim. Yani sıfatlandırarak hem okura hem de kendime rahat bir alan yaratmış oldum sanırım. 

Jaklin Çelik

İstanbul'daki mültecilerin de romanda önemli bir yeri var. Mültecilerin duygu ve düşünce dünyalarına yönelik ifadeler, onlara, yaşadıklarına, senin pek de yabancı olmadığını düşündürüyor... 

1970’lerde daha çok azınlıkların yaşadığı bir semtti Kumkapı ve Gedikpaşa. 1990’lara gelindiğinde etrafta çoğalan iş yerleri ve değişen insan dokusu sebebiyle aileler yaşamak için başka semtleri tercih ettiler. 1990’lar aynı zamanda Kürt meselesinin zorunlu göçle birlikte çoğunluk tarafından (görmek isteyenler için) görünür olmasını sağladığı yıllardı. Dolayısıyla göçle gelip gidenin yerini yeni göç dalgasıyla gelenler doldurdu. 2000’li yıllar Batı’nın Ortadoğu’yu saksısından değiştirmeye karar verdiği yıllardı ve bu kez savaştan sağ kurtulabilenler doldurmaya başladılar tarihi yarımadayı. Sadece savaştan kaçanlar değil, ülkelerindeki yaşam koşullarından memnuniyetsiz olanların kayıt dışı doldurdukları, Avrupa ülkelerine geçiş rüyasının köprüsü haline getirdikleri yer oldu Tarihi Yarımada. Pakistan, Afganistan, Nijerya, Somali, Ermenistan, Rusya, Türkmenistan ve daha bir dolu ülkeden gelen göçmenler için bıçak sırtı bir yer olmaya devam ediyor yarımada. Kendimi bildim bileli bu mülteci olma halinin içinde yaşıyorum, onlara yakınlık hissediyorum çünkü aslında ben de ‘mülteciyim.’ Onları tek tek tanımama gerek yok. Onların korkularını, nereden yara aldıklarını, nereden kanayacaklarını, şimdi onların yaşadığı, bir zamanlar beni büyüten sokaklardan öğrendim. Bu yüzden böyle yazmak için özel bir çaba sarf etmiyorum. Ne görüyorsam, bana neyi hissettiriyorsa aktardığım da o oluyor. Zaten sen de bilirsin insan en iyi bildiği şeyi yazar.        

Sarhoşların Perşembesi’ senin edebiyat serüveninde nasıl bir yere oturuyor? Her kitabın, yazarı için ayrı bir anlamı olduğunu düşünecek olursak, bu romanın senin için ifade ettiği anlam nedir?

Her hikâye kendini ait olduğu dille yazdırır. ‘Öfkenin Şenliği’ni yazdıktan sonra derin bir iç çekmiştim, o soluğu bırakmam uzun sürdü. Her kitap yazılıp bittiğinde bir daha yazamayacakmışım gibi bir hisse kapılıp, kapanıyorum. Yeni bir metne başlama sürecinin öncesinde üzerine çok düşünüyorum, yazmaya başladığımda ise ne yapmaya karar vermiş olmam gerekiyor. Yanlış anlama, nasıl yazacağıma değil ne yazmam gerektiğine, meselemin ne olduğuna, beni içerden ele geçiren şeyin ne olduğuna ve onu dillendirmeye değer olup olmadığına karar vermiş olmam gerekiyor. Yazabilir miyim, yazamaz mıyım? Bu sorunun cevabı sayfalarca değil, birkaç satırda kendini ele veriyor. Bu, elinizde sandal yapıp denize açılmak için iki-üç parça tahtaya sahip olmak gibi bir şey. O tahtalarla denize açılmaya karar veriyorsunuz ve derin sulara kulaç atarken sizi yüzeyde tutacak tahtaları çakıyorsunuz bir bir. Bu roman benim içine doğup büyüdüğüm bir semtte, ben de dahil olmak üzere insanların sistem tarafından nasıl dönüştürüldüğünü anlatıyor. Okurun da bu kitapta kendi dönüşümüyle rastlaşmasını isterim elbette. 

Romandaki İstanbul ‘Tarihi Yarımada’. Senin daha önceki eserlerinde hem de kendi hayatında ‘Tarihi Yarımada’ önemli bir yer tutuyor. Bunun özel bir nedeni var mı?

Ailem Diyarbakır’dan geldikten sonra hepimizi büyüten yer oldu ‘Tarihi Yarımada’. Henüz surları ağzında olan bir şehirden surları çoktan boğazına dizilmiş bir şehirdi geldiğimiz yer. Oradan kopmadım, daha doğrusu kopmaya cesaret edemedim. Çünkü bunca göçten sonra, son tutunduğunuz yeri bir ülkeye dönüştürmeye çalışıyorsunuz. Hayatınız boyunca kaç kez bu çabayı göze alabilirsiniz ki? 
Hatırlarsan, bundan bir süre önce e -devlet üzerinden soyağaçlarımıza ulaşabileceğimiz üfürüldü kulaklarımıza. Çoğu bilgi yalan yanlış olmasına rağmen tutunacak bir kök arayışı içerisine girdim birçoğumuz gibi ben de. Tertemizdi soyağacım, kökü temizlenmiş bir sayfada kimsecikler yoktu. 85 yaşındaki annem heyecan yaptı, belki kendisinin Beşiri’ye dayanan soyuna dair bir isim yakalar diye. Ama önce bir e -devlet şifresi almak gerekiyordu. Çok fazla dışarı çıkmayan annemi alıp yakındaki postaneye götürdüm. Ve kendisine bir e -devlet şifresi aldık. Heyecanı yüzünden okunuyordu. Karşıdan karşıya geçerken orta refüjde kolundan çıktım, yeşil yandığında bir baktım ki annem düşmüş. İnsanlar koştular ve annemi yerden kaldırdık. Dizi kanamıştı. Ona rağmen yüzündeki heyecan yerli yerindeydi ve eve yetişmek istiyordu tez elden. Eve geldiğimizde yanıma oturdu, bilgisayardan sayfasına girdim. Soyağacı bomboştu onun da. Yutkundum, “Yok,” dedim, “sende de kimse yok.” Bakışları daha bir yaşlandı ve sanki o an yere düşmüş de dizi o an kanamış gibi yüzüne bir acı oturdu. Bunu şundan dolayı anlattım; dizim kanadığında dönüp ve karşı karşıya gelip dertleşeceğim bir yer olsun. O yüzden ‘Tarihi Yarımada’ benim hatırlayabileceğim son ülke olarak bir kenarda kalsın istiyorum. 

Halen üstünde çalıştığın kitap var mı? Konusunu öğrenebilir miyiz?

Annemi Diyarbakır üzerinden yazmayı planlıyordum çok uzun süredir. Kızlarla annelerinin savaşı ne zaman biter diye düşünmüşümdür hep. Belki de elimi kolumu bağlayan bu savaşın bitmeme haliydi. Elbette burada anne-kız hesaplaşmasına dair bir metinden bahsetmiyorum. Böyle bir hesaplaşmanın varlığıyla genel hikâyenin aktarımı hususunda ikili ilişkide kurulacak olan mesafeden bahsediyorum. Dediğim gibi uzun bir süredir şehre ve anneme dair bir metin arayışında kalemim. O metin masama gelene dek bekleyeceğim. Sanırım çok uzun sürmeyecek. 

Geçtiğimiz iki sayımızda dünyadan farklı sanatçılara Korona günlerinde neler yaptıklarını sormuştuk. Bu vesileyle sana da soralım; Salgın dönemi seni bir sanatçı olarak nasıl etkiledi? Neler yapıyorsun?

Son on yıldır fazla sosyal değilim. Belli birkaç arkadaşım dışında kimseyle görüştüğüm söylenemez. Ve mümkün olduğunca ‘Tarihi Yarımada’ dolaylarında uzun yürüyüşler yapıyorum. Onun dışında zamanın çoğu evde geçiyor. Bu durumdan memnunum. Sadece virüsün sebep olduğu durgunluğu çözümlemeye çalışıyorum  -ki bu da ölümle ilgili- ve bu ölüm sessizliğinin neye tekabül ettiğiyle… Dışardan gelen seslerin izini sürüyorum, yasaklarla birlikte sesin azalma halini. Pencereden insanlara bakıyorum, onların da bu sükûnete onay vermekteki samimiyetlerini sorguluyorum. Bunun bir terbiye dönemi mi yoksa sonrasında bir intikam alma dönemi mi olacağını merak ediyorum. Bunların dışında birçok kişi gibi dizi izliyorum, film izliyorum, kütüphaneyi düzenledim, okunması gereken kitaplar ayrıldı. Ve daha da önemlisi yazacağım kitap için okunmak üzere bir raf şimdiden doldu. Her şeye rağmen dünyanın bu durağan hali içime müthiş bir huzur veriyor. 

            

Kategoriler

Kültür Sanat


Yazar Hakkında

1967 İstanbul doğumlu. Agos yazı işleri müdürü ve kitap eki Kirk'in editörü; güncel politika, dini akımlar, tarihle ilgili güncel tartışmalar ve yeni çıkan kitaplar hakkında haberler yapıyor.