VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Libya: Çölde ölüm dansı

Rusya ile Türkiye arasındaki rekabet Suriye’den Libya’ya kaymış gibi görünüyor . Fakat, yüksek düzeyde ortaklık da barındıran, tuhaf bir rekabet bu.

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) bağlı güçler kutlama yapıyor. Birlikler, zafer bildirileri yayımlanmasından bile daha süratli bir şekilde, doğu yönünde ilerliyor. UMH’nin son dönemdeki başarılarıyla, Mareşal Halife Hafter liderliğindeki hasmı Libya Arap Ulusal Ordusu’nun (LUO) Trablus’u ele geçirmek için yaptığı harekât son buldu. Geride bıraktığımız birkaç ay içinde, Suriye’nin yerini, güney Akdeniz’de oynanan jeopolitik oyunların yeni sahası olarak Libya aldı – bir tarafta Türkiye ve Katar’ın destek verdiği UMH, diğer tarafta Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Rusya’nın destek verdiği LUO...

Libya’daki çatışmanın dinamiklerinin anlaşılabilmesi içim, birbiriyle savaşan yerel güçlerin yanı sıra, dış müdahalelerin mantığının da hesaba katılması gerekiyor. Öncelikle, Trablus’ta, Birleşmiş Milletler’in meşru kabul ettiği bir hükümet var; öte yandan, şehir, İslamcı milislerinden oluşan, 2011 yılındaki ayaklanmaya dayanan bir koalisyonun kontrolü altında. Birleşmiş Milletler’in, Tobruk’ta bulunan ve LUO tarafından desteklenen parlamento ile Trablus’taki parlamento arasındaki kurumsal boşluğu doldurmaya dönük arabuluculuk çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak, kurumsal bölünmüşlüğün ve Ortadoğu’nun klasik ideolojik ayrışmalarının (İslamcılara karşı ordu) ardına, genel bir güvensizliğin hâkim olduğu bir ortamda, yerel kimlikler, kabile temelli aidiyetler ve değişken ittifaklar arasındaki daha derin yapısal meselelere bakılmalı. En önemlisi, ulusal bütünleşmeye dönük bir projeyi yürütebilecek kurumlar ve toplumsal grupların yokluğu.

Kim kimi ne ile suçluyor?
UMH’yi destekleyenler, hasımlarını askerî diktatörlük nostaljisi yapmakla, LUO’yu destekleyenler de onları El-Kaide ve DAEŞ’ten farksız olmak ve Türkiye’ye maşalık etmekle suçluyor. Libya’daki bu ideolojik bölünmeye hak ettiğinden fazla önem atfetmemek gerekiyor. Aslında bu iki taraf, 2011’deki iç savaşta oluşan silahlı grupların, koşullara bağlı olarak kurduğu koalisyonları temsil ediyor. Çatışmanın dinamikleri içinde, bölgesel kimlikler, aşiret ve kabileye dayalı ağlar, ideolojiden daha önemli bir rol oynuyor. Libya’da git gide büyüyen kutuplaşma, biri Trablus’ta, diğeri doğuda, Bingazi’de olan iki rakip merkez arasındaki, geçmişe dayanan uzlaşmazlıkları temsil ediyor. Roma döneminde bile ayrı eyaletler olan iki bölge (batıda Tripolitania, doğuda Sirenayka) arasındaki tarihsel ayrışmanın devamı bu. Libya’nın bağımsızlığını kazanmasından beri, iki bölgeyi birleştirmek, süregiden bir mesele olmuş. Bu bölünmeleri şekillendiren şey, coğrafya; Bingazi ile Trablus arasında uzunluğu bin kilometreyi aşan bir çöl bulunuyor. 

Bingazi’nin yapısı
Bingazi 80’li ve 90’lı yıllarda, Trablus’taki merkezî yönetime muhalif İslamcı grupların yuvasıydı. Bölgenin geneli de öyleydi. Son on yıl içinde, Bingazi’nin doğusundaki Derne’den Irak’a, oradaki Amerikan işgaline karşı savaşmaya giden cihatçıların sayısı, Suudi Arabistan’daki herhangi bir şehirden gidenlerin sayısından daha yüksek. 2011 ayaklanması da Bingazi’de başlamıştı. Eski mezarlıkları ve ibadethaneleri yıkarak Sufi Müslümanları öfkelendiren Medhali Selefiler, Hafter’i güçlü bir şekilde destekliyor. Libya’da yaşanan şey, çok ince bir ideolojik söylem katmanının ardında, meşru otoritenin bulunmadığı bir bağlamda, tam olarak tanımlanmamış koalisyonlar arasında, değişken ittifaklarla süren bir iktidar mücadelesi.
Uluslararası düzeyde tanınan Trablus hükümetinin önemini de abartmamak gerekiyor. Resmî lider Fayiz el-Sarac’ın otoritesi, kuzeydoğuyu yani Tripolitanya’yı (Trablus, el-Zawiya ve özellikle Misrata’yı) temsil eden milislerden oluşan bir koalisyona dayanıyor ve bununla sınırlı. Birbirinin rakibi olan bu gruplar ancak düşmanları Trablus’a ulaşıp şehrin merkezine doğru ilerlemeye başladığında birlik oldular.

Yıldırım savaşı
Hafter, geçen yıl Nisan ayının başlarında, Libya’ya istikrar getirme vaatleriyle Trablus’a karşı büyük bir saldırı başlattı. Büyük ölçüde Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen maddi destek ve birkaç yüz Rus paralı asker sayesinde, Hafter’e bağlı güçler ilerledi. LUO birkaç gün içinde, Trablus’un güneyindeki dağlarda bulunan Geryan kasabasını ele geçirdi ve Trablus Uluslararası Havalimanı’nı geçerek başkentin güney banliyölerine doğru ilerledi; başkentin güneybatısındaki Vatiyye askerî üssünü de aldı. Fakat harekâtın ilk haftalarındaki bu süratli ilerlemenin ardından, başkentin güney banliyölerinde batağa saplandı. LUO’nun neredeyse hiç ilerleme kaydedemediği savaşta tek istisna, Akdeniz kıyısında, Bingazi ile Trablus arasında, stratejik açıdan önemli bir konumda bulunan ve Kaddafi’nin doğum yeri olan Sirte kasabasını ele geçirmesi oldu. Kasaba, yerel milislerin çoğunun taraf değiştirmesi sonucunda, savaşılmadan alındı.

Sirte’den sonra
Bugünden bakıldığında, 6 Ocak Sirte zaferinin Hafter için bir trajedi olduğu söylenebilir. Zaferin birkaç gün sonrasında, Rusya ve Türkiye’nin Moskova’da 12 Ocak’ta ateşkes için yaptığı çağrı da dâhil olmak üzere çeşitli arabuluculuk girişimlerini ve 19 Ocak Berlin Konferansı’nın sonuçlarını reddeden Hafter, birkaç ay sonra, taleplerini azaltacaktı.
Bu arada, Türkiye’nin yoğun müdahalesi sonucunda güç dengeleri değişiyordu. Türkiye, 2019 yılının sonu itibariyle, kara saldırılarında kullanılan, Bayraktar TB2 tipi, çok sayıda insansız hava aracı yolladı. Ayrıca, Faylak el-Şam, Sultan Murad, Sukur el-Şam gibi yerlerden Libya’ya yaklaşık olarak 11 bin Suriyeli muhalif savaşçı sevk etti. Bu kadar çok savaşçı, Trablus’taki uzun ve dar kentsel savaş alanlarındaki durumu değiştirebilirdi. Fakat Hafter’in güçlerinin belini büken, LUO’nun fazla esnetilmiş lojistik hatlarına insansız hava araçlarıyla yapılan kesintisiz saldırılar oldu. Türkiye ordusu, devam eden askerî harekâtlarda da aktif rol aldı; bildirilen ilk olay, 1 Nisan’da, bir fırkateynden SM-1MR füzesi atılarak, Sabratha yakınlarındaki, LUO’ya ait bir insansız hava aracının düşürülmesiydi.

Değişen dengeler
Türkiye’nin müdahalesi sonucunda kısa süre içinde değişimler oldu. 13 Nisan’da UMH’ye bağlı güçler batı sahilindeki, aralarında Sorman, Sabratha ve Zaltan’ın da bulunduğu bazı şehirleri süratle işgal ederek Tunus sınırına ulaştı. Burada da haritayı değiştiren, şiddetli yakın muharebeler değil, ittifaklardaki değişimler oldu. Ancak Vatiyye’de başka bir şey yaşandı; UMH, birçok girişim ve sert çarpışmaların ardından 18 Mayıs’ta üsse girerek, Rus yapımı çok sayıda Pantsir S1 füze savunma sistemi de dâhil olmak üzere, büyük miktarda mühimmat ele geçirdi ve bunları daha sonra Trablus caddelerinde geçit töreniyle teşhir etti. Vatiyye’nin düşmesiyle çok önemli bir üssünü kaybeden LUO’nun, Libya’nın batı bölgelerindeki cephe hatları çöktü. Bunu art arda gelen kayıplar takip etti; Trablus’un banliyöleri, Tarhuna ve Beni Velid düştü. LUO’ya bağlı birlikler, Libya’nın batısındaki bölgeleri yıldırım savaşıyla ele geçirmişti; aynı şekilde kaybetti. 

Dış müdahaleler
Rusya ile Türkiye arasındaki rekabet Suriye’den Libya’ya kaymış gibi görünüyor . Fakat, yüksek düzeyde ortaklık da barındıran, tuhaf bir rekabet bu. Türkiye’nin Rusya yapımı sofistike silahlar (S-400) satın aldığını, Bayraktar insansız hava araçlarının ise Rusya’nın Pantsir’leriyle bir tür yarış içinde olduğunu unutmayalım. İki ülke, Suriye ve Libya’daki çatışmaların farklı taraflarında savaşıyor ama aynı zamanda, bu savaşın kurallarını koyuyor. Kimi zaman, aralarındaki rekabet ile ortaklığı birbirinden ayırmak mümkün olmuyor. Libya’da kaç TB2’nin düşürüldüğünün, kaç Pantsir’in kaybolduğunun ya da imha edildiğinin bir önemi yok; Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri, bunlar daha Libya’ya gönderilmeden ödemelerini yapmıştı. Arada, Rus güvenlik şirketi Wagner’e bağlı birlikler Trablus’taki çarpışmalardan çekilirken, bunların, hava yoluyla emniyete alınana kadar, Türkiye’ye ait insansız hava araçlarının saldırısına uğramamalarını sağlayan bir koordinasyon olduğu anlaşılıyor.
Rusya ve Türkiye, Libya’daki başarısızlığı kendi çıkarları için kullanmak üzere gayet iyi konum almış durumdalar; Avrupa Birliği üyesi devletler ise Akdeniz jeopolitiğindeki beceriksizliklerini bir kez daha ortaya koydular. Bunu 2011 yılında ‘Arap Baharı’ patlak verdiğinde de görmüştük ama şimdi, aradan neredeyse on yıl geçmişken, Avrupa Birliği’nin eşgüdümlü bir siyaseti olmaması tam bir amatörlük. İtalya ve Malta UMH’yi, Fransa ve Yunanistan LUO’yu destekliyor. Misrata’da İtalya’ya ait askerî uçaklar görülür ve Tarhuna semalarında İtalya’ya ait bir insansız hava aracı düşürülürken, Emmanuel Macron, Avrupa’da Hafter’i şahsen kabul eden tek lider oldu. Libya’da yaşanan trajedide gördükleri tek fırsat kârlı birkaç sözleşme olan ve Libya’yı Avrupa’nın güney kapılarındaki komşuları olarak göremeyen eski sömürgeci güçler de dâhil olmak üzere, Avrupa Birliği üyesi tüm ülkeler tam bir sorumsuzluk içinde.

UMH doğuya gidiyor
Sayısız kurbanın hayatı pahasına rejimin ayakta tutulduğu Suriye’nin aksine, Libya’da eski rejim çöktü ama trajedi devam ediyor. Bu, ‘Arap Baharı’ ülkelerindeki krizin, rejim değişikliği meselesinden daha derin olduğu anlamına geliyor. Kriz, diktatörün düşüşünün ardından ülkeyi koruyabilecek, ‘anarşi durumu’nun hâkim olmasını engelleyecek kurumların yokluğundan kaynaklanıyor. Hafter’in doğuya yönelik harekâtının üzerinden bir yıl geçti; Libya bugün iktisadi olarak daha yoksul, kendi içinde daha fazla bölünmüş durumda, dışa daha fazla bağımlı. Harekât, Türkiye’nin UMH, Rusya’nın da LUO üzerindeki etkisini yükseltmekten başka bir işe yaramadı. Aynen Suriye’de olduğu gibi, Libya’daki askerî aktörler birbiriyle savaşırken, özerklik paylarını da yitiriyorlar.
UMH güçleri şimdi saldırıda. Sirte’nin kapılarına dayandılar; oradan da Ras Lanuf ve Brega petrol sahalarına ulaşacaklar. Lojistik hatlarını fazla gererek, Hafter’in –ve II. Dünya Savaşı sırasında bir Alman generalin– yaptığı hataya düşebilirler. Hafter’in, doğudaki yerel milis kuvvetlerinin arasındaki ittifakı koruyup koruyamayacağı da belirleyici olacak. Petrol tesislerine yaklaşılması nihayetinde yalnızca jeopolitik gerilimi yükseltecek. Rusya Hafter’in hava güçlerini yeniledi bile; bu yazı kaleme alınırken, Mısır sınıra güç yığıyordu.