OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Hrant Dink boşuna mı konuştu?

O öldükten sonra birilerinin ona atfetmeye çalıştığının aksine, ne soykırıma soykırım demekten vazgeçmişti, ne de diasporayı şeytanlaştırıyor veya sorunların tek kaynağı olarak görüyordu. Evet, diaspora kurumlarını da eleştiriyordu. Dürüst bir aydının yapması gerektiği gibi, yanlışı nerede görürse orayı eleştiriyordu ama halkının başına gelenleri ne unutmuş, ne de unutturmaya çalışmıştı.

Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden bir sene daha geçti. Dile kolay, tam 14 sene oldu. Cinayetin tetikçisi, haberlere göre, hapishanede gardiyanları tehdit etmeseydi şimdiye tahliye olacaktı. Cinayet tarihinde ‘çocuk’tu ya... Konumuz o değil ama katil Samast’ın cinayeti işlediği tarihte ‘çocuk’ olduğunu benim külahıma anlatsınlar. İnsanın ensesine ateş edersen öleceğini bilmeyecek kadar çocuktu, öyle mi? Ben öyle bir çocukluğu tanımıyorum. 

Ama bu yazıyı katilden bahsederek daha fazla kirletmeyelim. Hrant Dink’ten bahsedelim. Öldürülmesinin üzerinden, dediğimiz gibi 14 sene geçti ve Türkiye, bir ölçüde Dink’in varlığı, görünürlüğü ve sözleriyle de sembolize edilebilecek, gıdım gıdım çıktığı demokrasi yokuşundan paldır küldür yuvarlanıyor. Peki, her şey boşuna mıydı? Dink, boşuna mı yazdı, konuştu, sonunda da boşuna mı öldü? Kimsenin ölümünü romantize etmekten yana değilim ama bu soruların cevabı “Hayır”dır. Neden öyle olduğunu anlamak ve anlatmak için Hrant Dink’in ne yaptığına, neyi başardığına dönüp bakmamız gerekir. 

Hrant Dink’le birlikte Türkiye ilk defa bir Ermeni’yi dinlemeye başladı. Türkiye’nin içinden biri, Türkiye toplumuna Ermenilerin başına gelenleri, adını da koyarak, ilk defa bu kadar açık ve bu kadar güçlü biçimde anlattı ve gene ilk defa bu kadar çok sayıda insan uzun süre böyle birine kulak verdi. Ona yalnız kulağını değil kalbini de açtı. Diyaloğun ve anlamanın iki önkoşulu var: duymak ve dinlemek. İşte Hrant Dink bunu başardı. İnsanlar onu ve onun aracılığıyla Ermenileri ve hakkı yenmişleri duydu ve dinledi.

Türkiye kamuoyunda ülke meseleleri hakkında konuşan bir Ermeni olmak birçok sebepten zordur. Herkesten daha kolay tehdit edilebilirsiniz, canınıza daha kolay kast edilebilir ama Ermeni olarak size kulak verilmesini daha da zorlaştıran, samimiyetinize inanılmamasıdır. Bir Ermeni olarak bu ülkede herhangi bir şeyin daha iyi olmasını isteyemezsiniz; sözlerinizin arkasında hep bir artniyet aranır. Konuşuyorsanız arkasında mutlaka bu ülkenin zararına olacak bir kastınız vardır. Bu sebepten de, söyledikleriniz, Ermeniliğinizden dolayı, daha söylediğiniz anda değersizleştirilir, dinlenmeye değer olarak görülmez.

Hrant Dink’in aşmayı başardığı işte buydu. Karakterinden ve üslubundan da dolayı, söylediklerinin samimiyetinden şüphe etmek çok zordu. Kendi üslubunda inandığını söylemeye devam ediyor, neyi doğru biliyorsa ondan taviz vermiyor ama bunu yaparken kırıp dökmüyor, karşısındakinin onuruna değer veriyor, dikkat ediyordu. Ne acıdır ki Türkiye böyle bir insanı bile birilerine veya bir şeylere hakaretten mahkûm etmiş bir ülkedir.

O öldükten sonra birilerinin ona atfetmeye çalıştığının aksine, ne soykırıma soykırım demekten vazgeçmişti, ne de diasporayı şeytanlaştırıyor veya sorunların tek kaynağı olarak görüyordu. Evet, diaspora kurumlarını da eleştiriyordu. Dürüst bir aydının yapması gerektiği gibi, yanlışı nerede görürse orayı eleştiriyordu ama halkının başına gelenleri ne unutmuş, ne de unutturmaya çalışmıştı. Bütün bunlara rağmen Türkiye halkları onu dinledi. 

Müesses nizam için tehlikeli olan da işte buydu. O konuştukça en azından bazılarının gözündeki resmî perdeler kalkıyor, yalan duvarında çatlaklar açılıyordu. Belki ondan da ‘tehlikeli’si, Dink nefret edilmesi gereken ötekine karşı, Türkler nezdinde, en azından belli bir kısmında, bir empati, bir duygudaşlık doğmasına sebep oluyordu. Hani, Barış Ünlü’nün ‘vaftiz’ ettiği ve kullanışlı olması itibariyle dilimize yerleşen şekliyle söyleyecek olursak, Dink, böyle yaparak kimi Türklerin ‘Türklük Sözleşmesi’nden çıkmasına vesile oluyordu. Kuşaklar boyu bu sözleşmeyi yaymak ve güçlendirmek için çalışmış muktedirlerin gözünde bu tabii ki kabul edilemezdi, kurdukları düzene bir tehditti. Biri gelip hipnozu bozuyordu. Bunu engellemek için de bildikleri en iyi işi yaptılar, öldürdüler. 

Dink, yaptıklarıyla, Türkiye demokrasisinin de ilerlemesine katkıda bulundu; çünkü demokrasi insanların duymaktan hoşlanmayacağı şeylere de açık olmasını, en azından tahammül etmesini gerektirir. Tabuların olduğu yerde tartışma ve diyalog yürümez; tartışma ve diyaloğun olmadığı yerde de demokrasi sağlam bir zemine oturamaz. Dink, varlığıyla, sözleriyle bu demokratik zemine katkıda bulundu.

Onun ölümünün ve Türkiye’nin içinden geçtiği otoriterleşme sürecinin tüm bunlarda bir gerilemeye yol açtığı açık. Öte yandan, Dink’in yarattığı etkinin sıfırlandığını söylemek de kanımca doğru olmaz. O sözler bazı zihinlere, kalplere girdi bir kere. Bugün Türkiye’de hiç olmadığı kadar ve kapsamda insanlar Ermenilere yapılanları öğrenmişse, vicdanının sesini dinlemişse ve halen dinliyorsa, bu, Dink’in katkısının büyük olduğu bir kazanımdır ve kanımca tamamen geri döndürülemez.

Nitekim, Agos kurumsal varlığını ve anlatmayı sürdürüyor. Bunun yanı sıra, konuşan, yazan, çizen Ermeni kamusal figürler hâlen var. Bunların hâlen kendilerini ifade ediyor olabilmelerinin bir sebebi de, “zihinleri ve vicdanları Ermeniler nezdinde ötekine açıldı” dediğimiz insanların gösterdiği dayanışmadır. İşte Hrant Dink’in başardığı ve tamamen ortadan kaldırılamaz olan, en azından kısa vadede, budur.