Avrupa: Siz Naziler ayda mı yaşıyor zannediyordunuz?

Avrupa’da aşırı sağ nasıl yükseliyor sanıyorsunuz? Geçen yıl Sırbistan’da işsiz iki genç oyun yazarı, Goebbels’in metinlerinden birini bugüne uyarlayarak partilere gönderdi ve sağ ile soldaki tüm siyasi partilerden hararetli üyelik davetleri aldı. Bugün Avrupa’da Naziler ayın karanlık yüzüne saklanma ihtiyacı içinde değiller. Ekonomik kriz ve göçmenlere duyulan tepki, aşırı sağın kitlesel yükselişini sağlıyor. Peki, buna karşı ne yapılabilir?

Srećko Horvat*

Geçtiğimiz günlerde Bükreş'te, “Merkez-Doğu Avrupa'da Ulusal Sorun” konulu bir konferansın tertip edildiği bir otelin asansöründe, seminer odalarının yerlerini gösteren masum bir haritaya rastgeldim. “Berlin odası”, “Amsterdam odası”, “Paris odası”, “Londra odası” gibi, yaşlı kıtanın muhtelif kentlerinin adlarıyla isimlendirilmiş odalarıyla mezkûr harita, Avrupa Birliği projesinin çeşitlilik içerisindeki birlik tasavvuruna uygun biçimde, bir Avrupa haritası gibi resmedilmişti. Birleşik Avrupa muhayyilesinin ulusal soruna yönelik çözümü bu muydu? Yan yana dizilmiş, her biri kendi bağımsız mevcudiyetini muhafaza ettiği halde bir arada ve sorunsuzca var olan Avrupa ülkeleri; bir odada düğün yapılırken, diğer odada akademik bir toplantı düzenleniyor, ötekinde bir ürünün ticari promosyonu yapılırken, berikinde bir odak grubu çalışması yürütülüyor. Oteli terk etmeniz zinhar gerekmiyor – burada herşey elinizin altında zaten.

Ocak 2012'de Tyyrhenian Denizi'nde bir kayaya toslayan 'Costa Concordia' isimli meşhur gemi, Avrupa ulusları arasındaki ahenk ve bütünleşme deneyiminin mevcut ahvalini sembolize etmesi bakımından uygun bir örnek olarak telâkki edilebilir. Geminin 13 kompartmanı, tıpkı sözünü ettiğim haritadaki gibi AB üyelerinin adlarıyla isimlendirilmişti: En üstteki kompartmanın ismi Polonya'ydı, onu Avusturya, Portekiz, İspanya, Almanya ve Fransa kompartmanları takip ediyordu. Geminin orta kısmında, “Londra Salonu”, “Berlin barı” ve “Lizbon diskosu”nun eşlik ettiği “Avrupa avlusu” bulunmaktaydı. Bu büyük, ağır ve lüks kruvazör, Jean-Luc Godard'ın Sosyalizm filminin kimi sahnelerine ev sahipliği yaptı: Filmde Alain Badiou, boş bir salonda ders veriyor ve Patti Smith, elinde gitarıyla geminin kompartmanlarında avare geziniyordu... Hiç kimsenin olan biteni umursadığı yoktu ve seyirciler, felakete doğru yol alan bir çürümeye tanıklık ediyordu.

Kazadan önceki gece güzel bir kadınla pahalı içkisini yudumlayan Costa Concordia'nın kaptanı, Avrupa'nın finansal elitlerinin hoş bir metaforu addedilemez mi? O kaptan da, tıpkı Goldman Sachs'ın ve Avrupa Merkez Bankası'nın yöneticileri, bankacıları ve simsarlarının, Yunanistan yahut Güney Avrupa'nın bir başka ülkesinde yaşayan insanlara yapmış oldukları gibi, ardında kalanları düşünmeksizin gemiyi en önce terk etmemiş miydi? Avrupa Merkez Bankası, piyasalara 2011 yılının Aralık ayından bu yana 1 trilyon eurodan fazla para sürdü. Beri yandan Yunanistan'dan Romanya'ya, İtalya'dan İspanya'ya, Slovenya'dan Hırvatistan'a bütün Avrupa ülkelerinde, yapısal düzenlemeler ve kemer sıkma uygulamaları vasıtasıyla şok terapisi yürürlüğe konuyor.

Bu radikal neoliberal dönüşün sonuçlarından biri, işçi sınıfını giderek artan ölçüde mobilize etme kabiliyetine sahip aşırı sağın ve milliyetçiliğin yükselişi oldu. Çek Cumhuriyeti'ndeki Romanlara karşı düzenlediği pogromlarla adından söz ettiren aşırı sağ partinin isminin 'İşçi Partisi' olmasına şaşırmamak gerek. Keza geçmişte marjinal bir kitleye hitap etmekte olan, göçmenleri Yunanların işlerini 'çalmakla' ve Yunanistan'daki iktisadi krizin sorumlusu olmakla suçlayan Altın Şafak Partisi'nin son seçimlerdeki başarısı da kimse için sürpriz olmamalı. Bu tür bir anlayışın tipik bir örneğini paylaşmak istiyorum sizinle:

“Ulusal egemenliğimizi ve onurumuzu elimizden aldılar. Uluslararası sermaye, ancak aldıklarımızı yüksek faizle geri ödememiz karşılığında mali kaynaklarından istifade etmemize olanak tanıyor (...) 3 milyon insanın işi yahut düzenli bir geliri yok. Yetkililerse sefaleti gizlemeye, görünmez kılmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Birtakım tedbirlerden söz ediyor, iyimser olmayı salık veriyorlar. Vaziyet onlar için iyiye giderken, bizler içinse hızla kötüleşiyor. Kaderimizi kendi ellerimize almaya karar verdiğimizde bizlere vaat edilen özgürlük, barış ve gönenç ilüzyonu buharlaşıp, göğe karışıyor. Uygulanan sorumsuz politikalar, ancak ve ancak ulusumuzun topyekün çöküşüne yol açabilir.”

Bu satırlar, Avrupa'nın mevcut ahvalinin hakkaniyetli bir tasviri olarak telâkki edilemez mi? Bu ifadeleri Syriza'ya mı yakıştırmak daha mümkün, yoksa Altın Şafak'a mı? Esasında bu satırların yazarı Joseph Goebbels'ten başkası değil: Bu ifadeler, Goebbels'in Der Angriff'in 25 Temmuz 1927 tarihli dördüncü sayısında, Wir fordern (“Talep ediyoruz”) başlığıyla yayımlanan yazısından alındı. 'Ezilenin yanında, ezenin karşısında' sloganıyla okuruyla buluşan bu gazete, yayın hayatına başladığında oldukça dar bir okur kitlesine sahipti. 1933'te ismi 'Alman Emekçilerinin Günlük Gazetesi' olarak değiştirildi. 1927'de 2000 civarında okuru olan gazete, 1933'te yaklaşık 150 bin, 1944'teyse 306 bin civarında okura hitap ediyordu. Önceleri tıpkı Altın Şafak gibi siyaseten etkisiz olan, ancak iktisadi krizi daha geniş bir kitleye hitap etme fırsatına çevirebilen Der Angriff çevresi, gazeteyi adım adım totaliter bir Avrupa fikrinin kudretli silahına dönüştürmesini bildi.

Şüphesiz bugünkü durumu Nazilerin iktidara geldikleri tarihi momentle kıyas ederken dikkatli olmalıyız. Lakin yine de, tıpkı o günlerde olduğu gibi bugün de aşırı sağın finansal krizi fırsat bilip, ulusal sorun kartını kullanarak insanların dikkatini gerçek iktisadi, siyasi ve toplumsal sorunlardan uzaklaştırmaya çabalamakta olduğu tespitini yapmak durumundayız. Bu tehlikeyi görmezden gelemeyiz.

Tam da bu noktada, Tumo Vuorensola'nın bir bilimkurgu-komedi filmi olan Iron Sky'ının ('Demir Gökyüzü') bizlere verebileceği umulmadık derse işaret etmek gerekiyor: İkinci Dünya Savaşı'nda mağlup olan Naziler, aya kaçar ve orada bir uzay gemisi inşa edip, 2018 tarihi itibariyle dünyayı fethetmek için yeryüzüne geri dönme planı yaparlar. Öngörülen 'nihai çözüm'den kısa bir süre önce iki Nazi, hazırlıkların tamamlanmış olup olmadığından emin olmak maksadıyla dünyaya iner. Fakat hiç kimse anlattıkları hikâyeye inanmaz, ta ki sahip oldukları potansiyel, bariz biçimde Sarah Palin'in parodisi olan bir politikacının seçim kampanyasını idare eden kişi tarafından fark edilene kadar: Nazilerin kullandıkları jargon, mevcut kriz döneminde seçmenlerin oyunu almak için son derece işlevsel olabilirdi. Filmin sonuna doğru anlaşılır ki, kimsenin inanmadığı Naziler doğruyu söylemekteler, gerçekten de dünyayı istila etmeyi arzu etmektedirler.

1920'li yıllarda, gaz odaları dahil Nazilerin işlemiş oldukları tüm canice suçlar bir bilimkurgu senaryosu olarak görülebilirdi. Ancak iki genç ve işsiz Sırp oyun yazarının yapmış oldukları bir 'deney', Goebbels'in metinlerinden birini kullanarak Sırbistan'daki tüm siyasi partilere üye olmanın mümkün olduğunu ortaya koymuş oldu. Nisan 2012 tarihinde Sırbistan'ın büyük partilerine üyelik başvurusunda bulunan yazarlar, bu partilere 'Fikir, Strateji ve Hareket' başlıklı, Sırbistan'ın kültürel siyasasına yönelik önerilerini içeren birer metin yolladı. Yazmış oldukları metinde somutlanan vizyon, iletişime geçtikleri sağ ve sol partilerce büyük bir coşkuyla karşılandı, yazarların bu metne iliştirilen üyelik başvuruları onaylandı ve seçimlerden sonra kendilerine söz konusu partilerde muhtelif pozisyonlar teklif edildi. Söz konusu deneyin ardındaki fikir oldukça basitti: Goebbels'in 1928 tarihli 'Bilgi ve Propaganda' isimli yazısının birkaç cümlesini değiştirip, Sırbistan bağlamına uyarlamışlardı sadece. İlişkiye geçtikleri siyasi partilerden bir tanesi, metni web sitesine dahi koydu.

Yine bu tarihlerde Hırvatistan'da aşırı sağ bir parti, Zagreb'te uluslararası bir milliyetçiler buluşması tertip etti. Diğerlerinin yanında bu buluşmaya, son dönemde Almanya'da vuku bulan Neo-Nazi cinayetlerinden sorumlu olan Ulusal Demokratik Parti, Fransa'dan Holokost inkârcısı Ulusal Cephe ve Macar Jobbik Partisi de davet edildi. Sonuncusu bilhassa mühim: Jobbik Partisi, bugünkü Hırvatistan'ın bir bölümü de dahil olmak üzere Macar devletinin topraklarının bir kısmını kaybettiği 1920 tarihli Trianon Sözleşmesi'nin revize edilmesinden yana. Yani Hırvat milliyetçileri, Hırvatistan topraklarının önemlice bir kısmını içerecek Büyük bir Macaristan kurma hayali olan Macar milliyetçilerini bu enternasyonal milliyetçiler buluşmasına davet etmekte bir sakınca görmüyor!

Yine de aşırı sağın bu saçmalıklarına gülüp geçmek yanlış olur. “Mehr mit für unser Wiener Blut” ('Viyana'nın kanını müdafaa etmek için daha çok cesaret!') ve “Fremdes tut niemanden gut” ('Yabancı olan iyi değildir') gibi kötü şöhretli sloganların sahibi Avusturyalı politikacı Hans Christian Strache'nin, %26'lık bir oy oranıyla 2010'da Viyana'da gerçekleşen seçimleri kazandıktan sonraki ilk icraatı neydi? Diğer aşırı sağcılarla birlikte –Reichstadt'a değil– İsrail'e dostluk ziyaretinde bulundu. Amaç, bir zamanlar Hitler'in en büyük düşmanı ve kurbanı olanlarla daha güçlü ilişkiler kurmaktı.

Üstelik Strache ve ekibi, Aralık 2010'da ilan edilen “Kudüs Deklarasyonu”nuyla birlikte, İsrail'in var olma ve İslamcı teröristlere karşı kendisini savunma hakkını bir kez daha tanımış oldu. Strache'nin davetini müteakip İsrailli bakan yardımcısı Ayoob Kara, Viyana'yı ziyaret etti.

Daha da ilginci, Strache'nin en büyük müttefiki giderek büyüyen Sırp göçmen cemaatiydi. İstenmeyen Afrikalı, Türk ve Müslüman göçmenlerden kurtulmak adına, 'iyi' göçmen algısı yaratıldı. Anders Breivik'in ilham kaynaklarından birinin Sırp savaş suçlusu Radovan Karadžić olmasına şaşmamalı: “Hırvatlara yönelen mezalimi mahkum ediyorum; ancak Avrupa'yı İslam'dan arındırmaya yönelik çabaları dolayısıyla o, saygın bir Haçlı askeri ve savaş kahramanı addedilmelidir”. Özetle, şu an karşımızda daha güçlü ve örgütlü bir hareket inşa etmek için her tür aracı kullanabilecek tıynette yeni model bir aşırı sağ var. Dolayısıyla bu absürd ittifakları kolayca görmezden gelmek yerine, kendimize Walter Benjamin'in önemli bir dersini hatırlatmalıyız: “Her faşizm yenilgiye uğramış bir devrime delalet eder”.

Gördüğümüz üzere, süregelen finansal kriz ve yukarıdan aşağı dayatılan kemer sıkma tedbirleri yalnızca finansal elitlere sermayenin yeni bir birikimi için fırsatlar sunmamakta, aynı zamanda yeni milliyetçiliklerin doğuşu için uygun koşulları da yaratmaktadır. İşçi haklarını bir silah olarak kullanmak, bundan böyle solun ayırt edici vasfı değil. Yine de, sol ve sağ arasındaki fark halen açık: Sağ, bir ülkenin işçi sınıfını diğer ülkedekine karşı kışkırtır –Alman işçilerini Yunan işçilerine, Yunan ve Avusturyalı işçileri göçmenlere karşı– 'işçilerin çıkarları' sloganına yalnızca iktidarı elde edebilmek için başvurur. Eskinin marjinal, aşırılıkçı partileri, meşru ve yasal partilere dönüşüyor. Altın Şafak artık bir istisna değil, kuraldır. Nazilerin ayın karanlık yüzüne saklanmaları lüzumu görülmüyor, pek bir sıkıntıyla karşılaşmaksızın dünyamızda yaşamaları mümkün. Syriza'dan daha fazlasına ihtiyacımız var: Birleşik ve güçlü bir Avrupa solu inşa etme görevi önümüzde duruyor.

-İngilizceden çeviren Halit Yerlikhan. Yazının orijinali için

http://www.opendemocracy.net/sre%C4%87ko-horvat/europe-are-there-nazis-living-on-moon

* Horvat, Hırvatistanlı felsefeci, gazeteci ve aktivist. Şimdiye kadar yayınlanmış yedi kitabı bulunuyor ve Monthly Review, Le Monde Diplomatique, Eurozine gibi önemli yayınlara yazılar yazıyor. Ayrıca her yıl Mayıs ayında Zagrep’te konferans ve aktivist buluşmaları düzenleyen Subversive Forum’un (www.subversiveforum.com) direktörü.


Bu hafta...
2. Hafta
1. Hafta

 

 

 

Kategoriler

Şapgir