OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Din ve ifade özgürlüğü

Son yıllarda Türkiye’de dini, onun sembollerini, şahsiyetlerini, uygulamalarını eleştirmenin zorlaştığı da sır değil. Öyle bir hava var ki, bunların ‘kutsal’, dolayısıyla eleştirilemez olduğu baştan kabul edilmiş. “Kutsal değerlerime saygı göstermek zorundasın” ifadesi bir ezber cümle olarak ağızdan ağıza dolaşıyor.

Sezen Aksu’nun bir şarkıda Adem’le Havva için “cahil” demesi üzerinden koparılan “Dine hakaret ediliyor” gürültüsünü duymuşsunuzdur. İş bazı hacı-hocaların tehditkâr konuşmalarının ötesine geçerek, bizzat ülkenin cumhurbaşkanının Aksu’yu dilini koparmakla tehdit etmesine kadar vardı, malum. Bu, birilerinin seneler önce yayınlanmış bu şarkının sözlerini gündeme getirmesiyle oldu. Tesadüf mü? Tabii, yüzde yüz emin olarak söyleyemesek de, sanki birileri tartışma çıkarmak için bir şeyler arıyormuş da, ararlarken bu şarkıyı bulmuşlar gibi oldu. Peki, bu mesele nasıl ortada fol yok yumurta yokken birden parladı? Bu bir amaç doğrultusunda mı yapıldı? Böyle durumlarda sıkça söylenen, iktidarın bu tartışmaları ‘gündem saptırmak’, esas sorunları gözden kaçırmak için yaptığı oluyor. Eğer bu planlı bir işse, iktidar gerçekten de, bunu bazı konuları değil de başka konuları tartıştırmak için yapıyor olabilir. Fakat, örneğin ekonomiyi esas ve önemli gündem, ifade özgürlüğü gibi özgürlük konularını o kadar da önemli olmayan tali gündem olarak kabul edemeyiz. Bunlar da çok önemlidir ve ‘esas gündem’in bir parçasıdır. Zaten ben iktidar çevrelerinin bu gibi hamlelerini, gündem değiştirmekten ziyade oyunu, mücadeleyi kendileri için oynaması daha kolay, daha iyi bildikleri, daha kuvvetli olduklarını düşündükleri alana, yani kültürel-ideolojik sahaya çekmek olarak değerlendiriyorum. Ülkenin kültürel-ideolojik bölünmüşlüğü içinde bu oyunu oynamak, hele önceden pratiğiniz varsa, hiç de zor olmuyor. Hemen ‘dindar-laik’, ‘inanan-inanmayan’, ‘millî ve yerli - yabancı ve yoz’ ikili kodlarını, dinî-kültürel değerler üzerinden ‘biz ve onlar’ şablonunu devreye sokuyorsunuz. Bunun nihai amacı –ya da en azından amaçlarından biri–bana öyle geliyor ki ekonomik sorunların, geçim sıkıntısının can yaktığı şu dönemde iktidar tabanından yaşanabilecek kopuşları önlemek; başka bir deyişle, oy miktarını muhafaza etmek. Onlara “Biz kimiz, onlar kim, unutmayın. Bizi desteklemezseniz meydan bunlara kalır” hatırlatması yapıyor gibi. 

Bu hamle siyasi rakipleri için aslında bir paradoks yaratıyor. Bu çıkışlara cevap verdiğiniz zaman oyunu iktidarın istediği sahada oynamaya başlıyorsunuz. Sizin verdiğiniz cevapları gören iktidar tabanı, kendine verilen mesajı daha iyi alıyor ve anlıyor. Bu tip çıkışlara cevap vermezseniz bu sefer de zorbalığa teslim olup, bir sonraki adımı için ona cesaret vermiş oluyorsunuz. Özgürlüklerinizin bir nebze daha kısıtlanmasına razı olur bir görüntü veriyorsunuz.

İşin fikir ve ifade özgürlüğüyle ilgili tarafına gelecek olursak... Son yıllarda Türkiye’de dini, onun sembollerini, şahsiyetlerini, uygulamalarını eleştirmenin zorlaştığı da sır değil. Öyle bir hava var ki, bunların ‘kutsal’, dolayısıyla eleştirilemez olduğu baştan kabul edilmiş. “Kutsal değerlerime saygı göstermek zorundasın” ifadesi bir ezber cümle olarak ağızdan ağıza dolaşıyor. Hâlbuki bir din, sadece din olduğu için diğer fikir, değer ve ideolojilere göre fazladan bir koruma kalkanını hak etmez. Diğer fikriyat ve ideolojiler, onların öncüleri hakkında neler söylenebiliyorsa, dinler ve onun öncüleri hakkında da söylenebilmelidir. Dolayısıyla, birine veya bir peygambere cahil demek, tam da fikir ve ifade hürriyetidir. “Ama efendim, onlar inanç, peygamber…” İyi de bu, onun inananları için öyle. Bunlara fazladan hukuki veya siyasi koruma sağlamak, inanmayanların da onları kutsal kabul etmesini beklemektir ki bu da diğerlerine baskı yapmak, bir şeyleri empoze etmek manasına gelir. İnsanları ‘kutsallık’ bahanesiyle susturmak zorbalıktır ve her zorbalık gibi buna da karşı konmalıdır. Dinî veya dünyevi değerlerine küfredildiğini söyleyen herkesi dikkate alacak olsak, söz söylemeyez hâle geliriz. İfade özgürlüğümüzü canla başla savunmak zorundayız, ki zaten genel anlamda özgürlük, özel anlamda ifade özgürlüğü de bir değerdir ve dinî değerlerden hiç de aşağıda değildir. 

Hatta alay da ifade özgürlüğüne dâhildir ki bunun geçmişten gelen, ‘hiciv’, ‘satir’ gibi isimleri vardır. Evet, bazen, özellikle de beceriksiz dillerde hiciv veya alay yakışıksız veya çirkin bir hâlde tezahür edebilir. Fakat, bu müellifinin cezalandırılması, susturulması gerektiği manasına gelmez. Yapılan bir işten, söylenen bir sözden hoşlanmıyorsanız, yanlış buluyorsanız bunu söylemek de sizin ifade özgürlüğünüzdür tabii ki. Yani, Sezen Aksu’nun şarkısını yanlış, saygısız vs. buluyorsanız, çıkar söylersiniz, niye öyle olduğunu anlatırsınız. Fakat devletten onun susturulmasını talep etmek, ifade özgürlüğünün ihlali anlamına gelir ve kabul edilemez. Bir grubun ötekini yok etmeye çalıştığı bir topluma huzur da gelmez.

Bu, o veya bu kişiyle ilgili bir mesele de değildir, bir sosyal düzen meselesidir. İfade özgürlüğünün olmadığı yerde kimse güvence altında değildir. Onun içindir ki, ifade özgürlüğünü savunduğunuz kişinin söylediğiyle hemfikir olmanız gerekmez. Siz onun fikir özgürlüğünü savururken aslında kendinizin fikir özgürlüğünü ve içinde yaşamayı istediğiniz demokratik düzeni savunmuş oluyorsunuz.