OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Yöneticileri neye göre seçeceğiz?

Önümüzdeki seçimlerde aday olanlar seçildikleri takdirde, ilgili vakfın uhdesinde bulunan taşınır-taşınmaz tüm varlıkları deklare edeceklerine dair taahhütte bulunmalılar. Bu hem ilkesel olarak doğru olandır, hem de vakıf yöneticileri için akıllıca olandır.

Vakıf seçimlerinde alternatif aday listeleri ortaya çıkmaya başladı. Bu, olumlu ve sevindirici bir gelişme. Ermeni toplumunda hâlâ hayat belirtisi olduğunun bir göstergesi. Toplumun yöneticilik yapacak kişiler anlamında alternatifleri olması da olumlu, dahası gerekli bir durum; aksi takdirde yapılacak şeyin adı seçim olmaz.

Farklı aday listelerinin olması iyi dedik ama, kime, neye bakarak oy vereceğiz? Bu konuda, yani vakıf yöneticilerini seçme kriterlerine ilişkin olarak konusunda söylenecek çok şey var. Tek bir yazıyla tüm bunları anlatıp bitirmek mümkün değil ama bir-iki temel hususa dikkat çekmeye çalışalım. 

Birinci husus, daha evvel de birkaç kere değindiğim, bir kişinin yöneticilik yapabileceği süreyle ilgili. Dünyanın gelişmiş, oturmuş demokrasilerine baktığınızda, teamülün, bir kişinin aynı kurumda en fazla iki dönem yöneticilik yapması olduğunu görürsünüz. Bu, yüzlerce yıllık bir tecrübenin sonucunda ortaya çıkmış, doğruluğu defalarca sınanmış bir kuraldır; zira, makamda çok uzun süre oturan kişi, hele de bu, kişiye imkânlar tanıyan bir makamsa ‘yoldan çıkar’. Velhasıl, bir kişi peygamber dahi olsa iki dönemden fazla yöneticilik yapmamalıdır. Nitekim, Patrik Sahak Maşalyan da üç hafta evvelki açıklamasında, doğru bir yaklaşımla “seçimlerde aday olacakların bir vakıfta en fazla iki dönem görev yapacaklarına ilişkin, Patrik Hazretlerine yazılı olarak centilmenlik sözü vermeliler” diyordu. (Konumuz o değil ama bu zamanda artık ‘hazret’ gibi unvanlar, muhatap ruhban bile olsa biraz komik ve gereksiz olmuyor mu?) Buradan bakınca, Patrikhane’nin ve Patrik Maşalyan’ın iki dönemden fazla yöneticilik yapanların adaylığına sıcak bakmadığını görüyoruz. Bunu söyleyen bir patrik, misal, İskender Şahingöz’ün adaylığını doğru buluyor olamaz. “Bunu ben bundan sonrası için söyledim” demenin de bir manası yok, çünkü iki dönemden fazla yöneticilik yapmak o söz söylendiği günden itibaren yanlış değil, dün de yanlıştı, yarın da yanlış. Tabii, İskender Şahingöz sadece bir örnek. Biliyoruz ki böyle örnek çok. İsim kim olursa olsun, bu seçimlerde aynı kurumda iki dönemi doldurmuş adaylar seçmen için ikinci planda olmalıdır. Ancak başka bir alternatif yoksa değerlendirmeye alınabilir.

Gelelim aday olan kişi ve kurullardan beklentilere, ki bu beklentileri karşılayıp karşılayamadıkları oy alıp almayacaklarında da belirleyici olacaktır. Adayların, kendilerini ve yöneticilik anlayışlarını halka iyi bir iletişimle, açık ve anlaşılır biçimde anlatmaları gerekiyor. Bunun için yapabilecekleri işlerden biri, seçildikleri takdirde hangi ilkelere göre çalışacaklarını ve bu ilkeleri nasıl hayata geçireceklerini mümkün olduğunca somut biçimde anlatan, yazılı deklarasyonlar yayımlamaktır. Başka şekilde tekrar etmem gerekirse, bu deklarasyonlarda ilkeyi belirtmek yetmez, o ilkeyi nasıl hayata geçireceklerini de, “şunu şunu yapacağız” diyerek, somut biçimde duyurmaları gerekir.

Örneğin, önemli ilkelerden biri, şeffaflık. “Seçilirsek şeffaf bir yönetim tarzı benimseyeceğiz” demek gerekli ama tek başına yeterli değildir. Şeffaflığın nasıl sağlanacağını da düşünüp anlatmak gerek. Biraz daha açacak olursak, şeffaflık birkaç alanda düşünülebilir. Örneğin, biri, mal-mülk alanında veya mali şeffaflıkken, bir diğeri, karar alma mekanizmalarında şeffaflıktır. Vakıf yöneticilerimizin hemen hemen hepsi, tabii özellikle varlıklı vakıflarda yönetici olanlar, vakfın mal-mülkü konusunda anlaşılmaz ve kabul edilemez bir ketumluk içerisinde. Sanki söz konusu olan kendi şahsi servetleri. Ermeni toplumunun sahip olduğu mülkleri ve varlıkları Ermeni toplumundan gizliyorlar. Öyle ya, bir vakfın nerede ne mülkü, hangi bankada kaç parası var, bunları devlet bildiğine göre, başka kimden kaçırıyor olabilirler? Bir yöneticinin bunu yapmaya hakkı yoktur. Dolayısıyla, önümüzdeki seçimlerde aday olanlar seçildikleri takdirde, ilgili vakfın uhdesinde bulunan taşınır-taşınmaz tüm varlıkları deklare edeceklerine dair taahhütte bulunmalılar. Bu hem ilkesel olarak doğru olandır, hem de vakıf yöneticileri için akıllıca olandır, zira bunu deklare etmeyen yöneticiler için toplumda, “Acaba bu mülklerden tırtıklamak için mi açıklamıyorlar?” şüphesi uyanacaktır. Tam da bu nokta, mali şeffaflığın bir başka olmazsa olmaz unsuruna dikkat çekmenin yeridir ki o da düzenli ve bağımsız mali denetimdir. Yöneticilerin zan altında kalmamak için yapmaları gereken belki de en önemli iş... Fakat bu, özellikle büyük ve varlıklı vakıflar için, “Bilançolarımızı yayımlıyoruz”un çok ötesine geçen, ciddi ve ayrıntılı bir denetim olmalı, sonuç raporu kamuoyuyla paylaşılmalıdır.

Şüphesiz, Ermeni toplumu içinde çok değerli, işinin ehli birçok muhasebeci, mali müşavir, maliye uzmanı var fakat, gene özellikle varlıklı vakıflar için söylüyorum, bu denetimler güvenilirliği kanıtlanmış, belirli bir ölçeğin üzerindeki, uluslararası denetim (audit) şirketlerine yaptırılmalıdır, çünkü Ermeni toplumu içinde ‘sen, ben, bizim oğlan’ biçiminde veya ahbap-çavuş ilişkileri içinde yaptırılacak mali denetimler ve bunların sonucunda çıkan üç satırlık bilançolar vakıf yönetimlerine yönelik güveni sağlamakta yetersiz kalacaktır. Bunları yapacaklarını taahhüt eden adaylara daha fazla ilgi olacağını tahmin ediyorum. 

Karar alma süreçlerinde şeffaflığın nasıl sağlanabileceğine gelince, tabii, bunun için de farklı yollar düşünülebilir. Bir kere, gene belirli bir ölçeğin üzerindeki vakıfların düzgün biçimde işletilen internet siteleri ve sosyal medya hesapları olmalı. Bunlar artık, çağımızın temel iletişim gerekleri. Mesela, vakıf yönetimlerinin aldığı kararlar, hatta belki karar defterleri periyodik biçimde bu kanallardan yayımlanabilir. Yönetim kurulları, belirli aralıklarla, halktan ve basından topladıkları soruları cevapladıkları toplantılar organize edebilirler. Eğer organizasyon zorluğundan veya bu gibi toplantılar sırasında çıkabilecek gerginliklerden çekinilecek olunursa, günümüzün koşullarında bu gibi bilgilendirme ve soru-cevap toplantılarının yüz yüze yapılmasına gerek olmadığı da malumdur. Velhasıl, düşündükten sonra bu ilkeleri hayata geçirmenin yolu bulunur; yeter ki niyet ve gayret olsun. 

not: Patrik Maşalyan ile Bedros Şirinoğlu arasındaki gerginliğe dair, uzun uzadıya yorum yapmaya gerek var mı bilmem, zira bunun ‘Ermeni toplumu üzerinde kim iktidar sahibi olacak’ kavgası olduğu çok açık. Tabii, bunun en önemli unsuru, devletin kimi dinleyeceği olduğu için ikisi de devletin kendini dinleyerek adım attığını ispatlama peşinde. Kimsenin, gücünü Ermeni toplumuna dayandırma niyeti yok sanırım.