İstanbul’da savaş, çöküş, işgal ve direnişin tarihi: Konferanstan notlar

‘İstanbul, 1914-1922: Savaş, Çöküş, İşgal ve Direnişin Tarihi’ başlıklı bilimsel toplantı 4-5 Kasım 2022 tarihlerinde İstanbul’da düzenlendi. Hrant Dink Vakfı Anarad Hığutyun binasında yüz yüze yapılan konferans, vakfın internet sitesinden, Facebook ve YouTube kanalından ve Zoom üzerinden İngilizce ve Türkçe canlı olarak yayınlandı. Konferansa yurtiçi ve yurtdışından pek çok akademisyen katıldı.

Konferansın açılış konuşmasını Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink yaptı. Dink konuşmasında “Resmi tarihin dışındaki anlatılara da yer vermek istiyoruz, demokratikleşmeye katkıda bulunmak istiyoruz” dedi. İsa Mesih’in “Gerçeği öğreneceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak” sözünü hatırlatan Rakel Dink, “24 Nisan’da şimdi bulunduğumuz sokakta kimbilir kaç kapı vuruldu, kaç evde korku yaşandı, diye düşünmeden edemiyorum” dedi. Dink “Yaşanan her olay, sosyal ve ekonomik izler bıraktığı gibi, ruhsal izler de bırakıyor” diye konuştu. 

“Maalesef ülkemizde ifade özgürlüğü ayaklar altında” diye devam eden Dink, “Gerçeği bilmek için farklı seslerin kendini ifade etmesine ihtiyaç var. Dayatılan gerçeklere itiraz eden yüzlerce dostumuz hapisteyken gerçekleştiriliyor bu konferans” diyerek sözlerini tamamladı. 

Rakel Dink“Paşam bu harbe niçin girdik?”

Açılış tebliğini konferans düzenleme komitesinden Ayhan Aktar yaptı. “Paşam bu harbe niçin girdik?” başlıklı tebliğinde Aktar Osmanlı  İmparatorluğu’nun I.  Dünya Savaşı’na giriş koşullarını ve arka planda yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Aktar Osmanlı ile Rusya arasında Şubat 1914’te Yeniköy’de imzalanan anlaşmayı uygulamamak için İttihat ve Terakki Rejimi’nin bu savaşa girdiğini söyledi. Söz konusu anlaşma Rusya İmparatorluğu’na  Ermenilerin yaşadığı Doğu illerinde müffettiş görevlendirme hakkı veriyordu. Aktar İngiltere’nin İttihat Terakki Rejimi’ne Almanya’nın yanında savaşa girmemesi için toprak bütünlüğü ve maddi yardım gibi güvenceler verdiğini ve teklifte bulunduğunu, ancak Sadrazam Sait Halim Paşa’nın bu teklifi getiren Londra Sefiri Tevfik Paşa’ya “Paşam bunlar geç kaldı. Tertibatımız mükemmeldir” dediğini aktardı. 

Savaş ve Sonuçları
İlk panelin ilk konuşmacısı Hilmar Kaiser’di. Kaiser “İstanbul ve Ermenlerin Direnişi” başlıklı konuşmasında I. Dünya Savaşı döneminde İstanbul’da ve etrafında sıkı güvenlik önlemleri alındığını, Ermenilere yönelik takibatın Ağustos 1914’te başladığını kaydetti. Bunun sıradan bir polis faaliyeti olmadığını belirten Kaiser bu takibatta  Balkanlar’da çetelerle mücadelede görev almış kişilerin faal olduklarını ve 24 Nisan sonrasında Ermenilerin toplu taşıma araçlarıyla sokaklardan toplandığını söyledi. Kaiser bu dönemde yaklaşık 15 bin Ermeninin yeraltına geçtiğini, 5 bin kişinin de tutuklandığını kaydetti. 

Ayhan Aktar

Bu oturumda Kent Schull  “Mütareke İstanbulu’nda Hapishaneler: Medeniyete Uygunluğun Siyasallaşmış Mekânları” başlıklı bir konuşma yaptı ve hapishanelerdeki koşulların incelemesine ve Batı ülkelerindeki hapishaneler ile bir karşılaştırmaya yer verdi.   

Şehrin İşgali ve Yardım Faaliyetleri
Günün ikinci oturumunun başlığı "Şehrin İşgali ve Yardım Faaliyetleri" idi. Bu oturumda  Evangelia Achladi  "Yunan Devleti'nin İstanbul'daki Yetimhaneleri Denetlemesi", Alexandros Makris, "Mütareke İstanbulu’nda Yunanistan Sosyal Yardım Bakanlığı’nın Faaliyetleri", Konstantina Andrianopoulou da "Müslüman Aileler ve Müslüman Kurumları Tarafından Evlat Edinilen Rum Ortodoks Yetimlerinin Durumu" başlıklı sunumlar yaptılar.

Evangelia Achladi sunumunda Yurtseverlik Vakfı, Rum Ortodoks Cemaati ve Yunan Devleti’nin Yüksek Komiserlik düzeyindeki temsilcilerinin çalışmalarıyla İstanbul ve Anadolu’da 1922’de sayısı 17’ye ulaşan yetimhaneleri anlattı. Ayrıca daha önce  Korfu’ya gönderilen Ermeni aydınların da desteğiyle buradaki yetimhanenin 1930’lara dek hizmet verdiğini belirtti. Yetimhanelerin sadece barınma ihtiyacını karşılamadığını, rehabilitasyon ve mesleki eğitim verdiğini de belirten Achladi sunumunu “Çünkü bu insanlık ve haysiyet meselesiydi” sözleriyle bitirdi.

Oturumun ikinci konuşmacısı Alexandros Makris, Patrikhane’nin kurduğu Mülteci Komitesi’nin yardım, güvenlik ve yurda dönüş talepleriyle ilgili çalışmalarından söz etti.

Konstantina Andrianopoulou ise Patrikhane arşivinden el yazması bir belge ve dönemin gazeteleri ışığında yetim çocukların kurtarılma hikayeleri, dil ve din farklılıklarının getirdiği travmalar üzerine konuştu.

İşgal Altında Farklı Arayışlar
Günün üçüncü oturumda Andreas Baltas, "'Mütareke' Döneminde İstanbul’da Spor ve Ulusal İdeolojiler: Rum Spor Kulüpleri Örneği" başlıklı bir konuşma yaptı. Baltas bu dönemde Rum spor kulüplerinin Rum kimliğinin kurumsallaştırılmasında önemli rol oynadığını söyledi. Bu dönemde kurulan kulüpleri sıralayan Baltas, bu kulüplerin ritüellerinde Yunan antik döneminden esinlendiğini kaydetti. Baltas bu dönemde İstanbul'un Yunan irredentizminin merkezi haline geldiğini, Venizelosçu milliyetçiliğin etkin olduğunu söyledi. 1921'de Herakles kulübü tarafından düzenlenen oyunlara katılımın geniş olduğunu, Yunan Milli Marşı'nın çalındığını vurgulayan Baltas, 1922'de bir de federasyon kurulduğunu hatırlattı. Bu federasyonun  Bizans renklerini (sarı-siyah) aldığını söyleyen Baltas, 1923 sonrasında AEK, PAOK gibi kulüplerin Türkiye'den gelenlerce kurulduğunu söyledi.

Sona Baldrian  "Hay Gin Dergisi ve Türkiye’de Ermeni Kadınların Durumu" başlıklı konuşmasında 1919'da Hayganuş Mark tarafından kurulan Hay Gin (Ermeni Kadını) dergisine odaklandı. Derginin 1923'ten sonra da devam eden bir yayın olduğuna dikkat çekti. Baldrian derginin ulusal çıkarlar ve  feminizm arasında denge kurmaya çalıştığını belirterek kadınların kamusal alandaki rolünün eş ve anne olduğu, onların bu alanda eğitilmesi gerektiği gibi görüşlerle; kadınların eşitlik arayışında olduğu gibi görüşlerin birlikte işlendiğini vurguladı. Baldrian dergide Zaruhi Kalemkaryan'ın da etkin olduğunu hatırlattı. Baldrian'a göre dergide özellikle 1915 sonrasında cinsel şiddete uğramış kadınların durumuna önem verildi, onların toplumdan dışlanmaması salık verildi. 

Artin Boşgezenyan ve 1915
Toplantıya çevrimiçi katılan Vahé Tachjian'ın sunumunun başlığı "Bir Konuşmanın Hikâyesi: I. Dünya Savaşı Sonrasında İstanbul’da Ermeni-Türk İlişkilerini Tartışmak" idi. Tachjian sunumunda ağırlıklı olarak II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı Meclisi'nde Halep mebusu olan Artin Boşgezenyan'ın konuşmalarına odaklandı. Boşgezenyan'ın 1918'de Osmanlı Meclisi'nde yaptığı bir konuşmayı hatırlatan Tachjian, Boşgezenyan'ın bu konuşmada Ermeni Soykırımı'na değindiğini, "Müthiş bir suçtan bahsediyoruz, Ermeni felaketinden bahsediyorum. Burada esas fail Türk ulusu değildir, önceki  Türk hükümetleridir" dediğini aktardı. Tachjian, bu suça katılanların cezalandırılması gerektiğini belirten Boşgezenyan'ın ulus ile suçu işleyenler arasında bir fark gözettiğine dikkat çekti . Tachjian ancak Boşgezenyan'a  hem Türk hem de Ermeni çevrelerinden itirazlar geldiğini hatırlattı. Tachjian,  kolektif bir sorumluluk yaratılabilmesi durumunda Türklerle Ermeniler arasında güven duygusu oluşabileceğini, ancak bu sağlanamayınca Ermenilerin geleceklerini Osmanlı devleti dışında aradıklarını söyledi. Tachjian "Artin Efendi aslında Türklerle yaşamak istedi ancak 1923 sonrasında Soykırım konusunda bir tartışma ortamı kalmamıştı," dedi. Vahe Tachjian Artin Boşgezenyan gibi kişilerin Ermeni toplumsal hafızasında unutulduğunu, keza Ermenilerle Türklerin birarada yaşamasını  savunan pek çok kişinin de toplumsal hafızada unutulduğunu  kaydetti. 

(Soldan sağa) Ayşe Özil, Claire Le Bras, Dmitar Tasić

Mütareke Döneminde Diplomasi
Günün son oturumunda Dmitar Tasić  "Bitmiş Savaş ile Ertelenmiş Barış Arasında: Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı İstanbul Diplomatik Misyonu",  Claire Le Bras "Ankara ve İstanbul’u Temsil Etmek: Türkiye’deki İkili Hükümet ve Osmanlı Diplomatları",  Eden Naby Frye de "İstanbul’da Süryani-İranlı Bir Ailenin New York’a Gidişi: Para Birimleri, Siyasi Sektörler ve Güvenli Geçiş " başlıklı sunumlar yaptılar. Tasić, I. Dünya Savaşı başlayınca önceden Osmanlı'ya göç eden birçok kişinin Habsburg hakimiyetindeki Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı'na dönmek istediğini,  İstanbul'daki  Diplomatik Misyon'un ağırlıklı olarak bu konularla ilgilendiğini anlattı.  Tasić, o dönemdeki Hükümetin bazı toprak meseleleri nedeniyle bu geri dönüşlere soğuk baktığını kaydetti. Tasić'e göre İstanbul'daki Misyon, Türk Milli hareketinin gücünün farkındaydı ve 1921'den itibaren Ankara ile temasa geçtiler, 1922'de de konsolosluk vasfı aldılar. 

Claire Le Bras Ocak_Şubat 1921'de gerçekleşen Londra Konferansı'na odaklandı ve bu konferansa hem İstanbul hem de Ankara heyetlerinin katıldığını hatırlattı. İki heyetin ilk kez bu konferansta uluslararası sahneye çıktığını kaydeden Le Bras bu dönemde etkin olan üç isme, Richard Blaque, Haim Nahum Efendi ve Müftizade Kazım Ziya Bey'e odaklandı, bu üç ismin Ankara Hükümeti ile ilişkilerine mercek tuttu. Ankara hükümeti ile yakın ilişkiler içinde olan Haim Nahum Efendi'nin Washington'da Ankara'nın görüşlerini seslendirdiğini, Lozan Konferansı'na katıldığını kaydetti. Eden Naby Frye ise İranlı Süryani bir ailenin savaş döneminde Tiflis ve İstanbul üzerinden ABD'ye geçmeye çalışırken karşılaştığı zorlukları anlatırken bu dönemdeki pasaportlar üzerinden dönemin göç olgusuna mercek tuttu. Devletsiz bir toplum olan Süryanilerin, bilhassa da İran Süryanilerinin o dönemki hayatlarından kesitler sundu. 

(Soldan sağa) Kent Schull, Savvas Tsilenis, Allison Panelas , Ali Okumuş

Kişisel Anlatılar 
İkinci gün "Kişisel Anlatılar" başlıklı sunumla başladı. Savvas Tsilenis  "Arria Clondia’nın Savaş Dönemi İstanbul Hatıraları"na odaklandı. Tsilenis,  Clondia'nın gerçek ismi olan Ekaterini  Laskaridu ismiyle kaleme aldığı "Memleketim Konstantinupolis'te On Beş Bin Gün" başlığını taşıyan anı kitabından bahsetti. Tsilenis, İstanbullu bir ailenin kızı olan Laskaridu'nun 1923'ten sonra ailesi ile birlikte yaşadığı zorluklara odaklandı. Tsilenis, sonradan bir edebiyatçı olan Laskaridu'nun bu dönemde yaşadıklarının sonraki edebi hayatında etkili olduğunu kaydetti. Tsilenis'in anlatımına göre 1923'te annesi ile birlikte on aylığına Romanya'ya taşınan Laskaridu sonrasında uzun yıllar edebiyatla uğraşır.  1952'de uzun bir Avrupa, Latin Amerika gezisi için  İstanbul'dan ayrılır, Brezilya'da Portekizce öğrenir. 1955'te tekrar İstanbul'a dönmeye niyetlendiğinde  6-7 Eylül dehşeti yaşanır ve yazar Atina'da kalmaya karar verir, yaşananları bir kitabına da yansıtır. 

Allison Panelas ise  "Devletsiz ve Çaresiz Kalmak" başlıklı sunumunda savaş döneminde bilhassa Ermeni Soykırımı ve İzmir yangını mağduru pek çok kişinin devletsiz ve pasaportsuz bir halde seyahat ettiğini, "Nansen Pasaportu" kullanmak zorunda kaldığını anlattı. 

(Soldan sağa) Ahmet Kuyaş, Engin Kılıç, Talat Ulusoy

Bu oturumun son konuşmacısı Ali Okumuş'tu. Okumuş, " I. Dünya Savaşı Sonrasında İstanbul’da Gülbenkyan Ailesinin Ayak İzleri" başlıklı sunumunda Gülbenkyan Ailesi'nin bilhassa 1880'lerde İstanbul ticaret hayatındaki etkinliğini ticaret yıllıklarına dayanarak örneklendirdi, ailenin Büyük Aşir Efendi Han, Küçük Aşir Efendi Han ve Kürkçü Han'da faaliyet gösterdiğini kaydetti, aile üyelerinin isimlerinin 1920'lere gelindiğinde yıllıklarda artık azaldığını kaydetti.Okumuş Büyük Aşir Efendi Han'daki odaların çoğunda Gülbenkyan Ailesi'nin faaliyet gösterdiği bilgisini paylaştı. Okumuş, bu aileden Serovpe Vahan Hovannes Gülbenkyan'ın 1894'te İstanbul'da başlayan ve 1987'de Paris'te biten hayatına odaklandı. 

Mütareke Döneminde Edebiyat ve Siyaset
İkinci günün ikinci oturumunun ilk konuşmacısı Engin Kılıç'tı. Kılıç "Türk Romanı ve İşgal İstanbulu" başlıklı konuşmasında Balkan Savaşı'nın edebiyata pek yansımadığını, buna mukabil Mütareke dönemini konu edinen pek çok eserin kaleme alındığını belirtti ve bu romanların bir dökümünü verdi. Bu dönemi konu alan Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Sodom ve Gomore" romanına odaklanan Kılıç, kötü bir roman sayılabilecek bu eserin milliyetçi bir anlatının tüm şartlarını yerine getirdiğini söyledi. Romandaki ırkçı ve antisemit pasajlardan örnekler veren Kılıç, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Sahnenin Dışındakiler" romanını daha başarılı bulduğunu, Tanpınar'ın "İyi Müslüman-kötü Gayrimüslim" şablonuna girmeden hikayesini anlattığını vurguladı. 

Talat Ulusoy, "Hakikat ile Temas: Ali Kemal’in Peyam Gazetesindeki Yazılarını Yeniden Okumak" başlıklı konuşmasında 1922 yılında linç sonucu öldürülen Ali Kemal'in aslında iyi bir yazar ve siyasetçi olduğunu kaydederek dönemin atmosferini anlattı, yazılarından örnekler verdi. Ulusoy İzmir için bir kahraman olan Hasan Tahsin ile Ali Kemal'in aslında aynı görüşleri paylaştığını ifade etti. 

Halide Edip ve Ermeniler

Konferansa çevrimiçi katılan Baki Tezcan "Merhametten Kayıtsızlığa: Halide Edib’in Mütareke Dönemi Gazete Yazılarında Osmanlı Ermenileri" başlıklı sunumunda Halide Edip'in 1909'da Adana Katliamı'nı kınayan yazılarından  örnekler verdi, yazarın o dönemde Osmanlı Ermenilerine yönelik şiddeti eleştiren bir tutum aldığına dikkat çekti. Tezcan 1916'da Bahaettin Şakir'i bir katil olarak tanımlayan yazarın bu tutumunun Mütareke döneminde İstanbul'un işgaliyle değiştiğini ifade etti. Tezcan yazarın daha sonra 1915 için "Karşılıklı kan dökme" argümanını geliştirdiğini, Milli Mücadele'den sonra ise Osmanlı Ermenilerinden çok az bahsettiğini vurguladı. 

Mütareke Döneminde Beyaz Ruslar
Günün üçüncü oturumu Timur Saitov'un "Rusya'daki İç Savaş'tan Kaçıp İşgal İstanbulu'na Sığınanlar" başlıklı çevrimiçin sunumuyla başladı. Saitov, sunumunda 1917 Bolşevik Devrimi sonrasında İstanbul'a kaçan Rusların yaşamından kesitler aktardı. Mültecilerin dilencilik gibi faaliyetlerde bulunduğunu belirten Satiov İtilaf güçlerinin askerlerinin bazı grupları komünist faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle takip ettiğini kaydetti. Saitov bazı Rus girişimcilerin de vergi takibatına uğrayınca işletmelerini kapattıkları bilgisini paylaştı. İllegal faaliyetlerde bulunan bazı göçmenler ise Türk yargı sisteminin dışında kalmış ve Rus elçiliği tarafından yargılanarak kentteki Rus hapishanelerinde tutulmuş.  Anush Hovhannisyan  da "Mütareke İstanbulu’nun ‘Mikrokozmos’u ve Beyaz Rus Göçünün Kaderi" başlıklı sunumunda aynı konuya odaklandı ve bu dönemde 300 binden fazla  Rus mültecinin İstanbul'a geldiğini kaydetti. Kızıl Ordu'ya karşı savaşan Vrangel'in neredeyse İstanbul'da bir hükümet kurduğu yorumlarının o dönemde yapıldığını hatırlatan Hovhannisyan, Bolşevik hükümeti ile Ankara Hükümeti arasındaki yakınlaşmanın artmasından sonra İstanbul'daki Ruslar aleyhinde İstanbul basınında yazılar çıkmaya başladığını ve bu göçmenlerin 1927'ye kadar ya Türkiye vatandaşlığına geçmesi ya da ülkeyi terk etmesi yönünde Meclis’te karar alındığını söyledi. Hovhannisyan 1925 sonrasında Beyaz Rusların tedricen İstanbul'u terk ettiğini, SSCB'ye dönen bazı asker kökenlilerin ise idam edildiğini ya da hapse atıldığını aktardı. 

Savaş ve Mütareke Dönemlerinde Sinema ve Tiyatro
Günün ve konferansın son oturumunda ilk konuşmacı  Özde Çeliktemel-Thomen'di. Thomen, "Savaşta Sinema: I. Dünya Savaşı Döneminde Savaş Filmleri ve Sinema Seyri" başlıklı sunumunda savaş döneminde sinemanın bir propaganda gücü olarak da kullanıldığını söyledi, I. Dünya Savaşı döneminde kurulan bir Amerikan Misyonu'nun Türkiye ve Ermenistan'ı ziyaret ettiği bilgisin paylaştı. Misyonun ziyaretinin Amerikan ordusu tarafından kameraya alındığını kaydeden ve bu görüntülerden kesitler sunan Thomen, misyonun Erzincan'da bir yetimhaneyi de ziyaret ettiğini ifade etti. Thomen o dönemde Osmanlı'da da Merkez Ordu Sinema Dairesi'nin kurulduğunu ve bu dairenin de faaliyetler gösterdiğini kaydetti. 

Günün ve konferansın son konuşmacısı Nesim Ovadya İzrail'di. İzrail  "Mütareke Yıllarında İstanbul’da Ermenice Tiyatro Faaliyetlerinin Yükselişi" başlıklı konuşmasında Osmanlı döneminde tiyatronun oluşmasında Ermenilerin tayin edici rolüne dikkat çekti. 1908'den sonra Türk sanatçıların da tiyatro yapmaya başladığını kaydeden İzrail, Darülbedayi'nin kurulmasıyla Ermeni sanatçıların dışlandığını söyledi. 1919-1922 Mütareke döneminin Ermenice tiyatro için bir imkan haline geldiğini kaydeden İzrail, bu dönemde çalkantı içinde olan Güney Kafkasya'dan bazı Ermeni sanatçıların da İstanbul'da sahneye çıkma  fırsatı bulduğu bilgisini paylaştı. 

1924'te Ermenice tiyatroya yasak konduğunu ve dışlanmanın kaldığı yerden devam ettiğini ifade eden Nesim Ovadya İzrail, bu dönemde bazı sanatçıların Türkçe oyun oynamaya başladığını hatırlattı. II. Dünya Savaşı sonrasındaki  çok partili hayata geçiş döneminde tekrar Ermenice oyun oynamanın mümkün hale geldiğini belirten İzrail, ancak, 1955 sonrasında profesyonel Ermenice tiyatronun sönümlendiğini, bayrağı amatör tiyatroların aldığını vurguladı. 

Kategoriler

Genel Dosya