OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

HDP’nin oy kaybı: Resmî-gayrıresmî ittifaklar

Hem TİP’le olan ittifakta, hem Kılıçdaroğlu’na verilen destekte HDP’nin tepki ve husumet çekmekten, ‘oyunbozan’ olmaktan çekinme ve HDP’li olmayan kitlelere “uzlaşmaya her zaman hazırım” mesajı verme kaygısından dolayı bağımsız bir hat takip edemediğini söylemek mümkün ve burası tam da ‘Türkiyelileşme’ meselesini konuşmak için doğru bir nokta.

Seçime YSP çatısı altında giren HDP’nin oy kaybı herkesin malumu. Ülke çapında bir evvelki seçimlere göre yaklaşık %3’lük bir düşüş var. Düşüş, Kürt nüfusun yoğun olduğu 16 ilde %4,3 civarlarında, Şırnak, Hakkâri, Ağrı ve Van gibi illerde düşüş %7,5 ile %8 arasında, Diyarbakır’da ise %4,5. İstanbul’da da %4,5’lik bir düşüş var ve bu, sayıca daha büyük bir oya karşılık geliyor ama kanımca asıl düşündürücü olan, HDP tabanının geniş olduğu illerdeki düşüştür. Bunun nedenleri ve geleceğe dair verdiği işaretler üzerine ciddi ve sistematik biçimde kafa yormak gerektiği açıktır. Parti teşkilatı senelerdir saldırı altında olan, binlerce yöneticisi ve üyesi hapiste tutulan bir partinin oylarının düşmesi bir yere kadar beklenir ve anlaşılırdır ama bu gerekçenin rehavetine kapılmamak, bu düşüşün arkasında siyasi ve toplumsal dokudaki birtakım değişimlerin etkili olup olmadığına bakmak gerekir.

Öyle görülüyor ki HDP tabanı içinde genel manada ‘Türkiyelileşme’, daha özel manada TİP’le yapılan ‘ittifak’ ve cumhurbaşkanı seçiminde kendi adayını çıkarmayarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı, bu düşüşün sebepleri arasında değerlendiriliyor. 

TİP’le ittifaktan başlayacak olursak, bu sürecin iki parti tarafından da yanlış yürütüldüğünü seçimden evvel de söylediğim için şimdi de rahatlıkla söyleyebilirim. TİP’i seçim sonuçlarına bakarak eleştirmek doğru değil, zira dört değil 14 vekil çıkarmış, %1,7 değil %5 oy dahi almış olsalar, seçime ayrı liste olarak girme kararları gene de doğru olmayacaktı. Yanlış olan, bu seçimde ayrı listeyle girme riskinin alınmasıydı; beklentiler karşılansa bile böyle olacaktı. Fakat, bu meselede sadece, hatta belki ilk önce TİP’i suçlamak doğru olmaz, çünkü bu ‘ittifak’ı mümkün kılan, HDP’nin tercihi oldu. Ortak listede anlaşılamadığı anda artık HDP için manasızlaşan ve ittifak olmaktan çıkan seçim ittifakını bitirmek onlara düşerdi. Bu demek değildi ki iki parti arasında her türlü iş birliği sona erecekti ama HDP açısından seçimin matematiği ve mantığı olan ortak listelerde anlaşılamadığı anda iki parti arasındaki seçim ittifakını sonlandırmak gerekiyordu. İttifak olmayan ittifak diyorum, çünkü ittifakın tüm tarafları o ittifaktan bir şey elde eder. TİP kendi adına bu ittifak sayesinde Meclis’e girdi, dolayısıyla ittifak sayesinde önemli bir kazanç elde etti; peki HDP/YSP bu ittifaktan ne aldı? “Efendim, TİP’in Meclis’e girmiş olması genel manada demokrasi için, dolayısıyla HDP için de iyi bir şey değil mi?” Evet, iyi bir şey ama bunun HDP’nin hilafına olmaması, en azından HDP yöneticilerinin bunu gözetmesi gerekirdi. Ayrıca, keşke ortak listeyle girselerdi de TİP dört değil 10 vekille Meclis’te olsaydı. Öyle görünüyor ki, HDP yöneticileri bu ittifak meselesinde ‘oyunbozan’ taraf olarak görünmek istemediler. 

Peki bu, HDP/YSP’nin oy kaybını ne ölçüde açıklar? Batı illerinde ve buna ek olarak özellikle Hatay’daki (%11,02’den %3,25’e) oy kaybının ayrı listelerle girmekten kaynaklandığı, iki partinin oy oranlarına bakınca rahatlıkla söylenebilir. Fakat, öyle sanıyorum ki Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerde bu pek açıklayıcı değil; eğer seçmen TİP’le ittifaka kızıp oy ermekten vazgeçmediyse tabii, ama bu bana ciddi ve fark yaratacak bir argüman gibi gelmiyor.

Gelelim kendi cumhurbaşkanı adayını çıkarma meselesine. Hatırlanacağı üzere, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleşmeden önce HDP yönetimi kendi adayını çıkarma kararı almıştı. Bunda Mansur Yavaş profilinde birinin aday olması ihtimalinin de rolü vardı. Fakat, Kılıçdaroğlu aday olunca, anlaşılan o ki, aynı TİP’le olan ittifakta olduğu gibi, genel uzlaşma ve ‘istibdada karşı birlik’ havasını bozmamak, ‘işi birinci turda bitirmeyi’ engelleyen, bu sebeple de tepki çeken aktör olmamak için aday çıkarmayıp Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı aldılar. HDP’nin tabanının yoğun olduğu birçok yerde Kılıçdaroğlu için %60-70’e varan oy çıkmasına rağmen cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turundan sonra seçimin kaybedilmesinin kabahatini ‘Kürtler’e yüklemeye kalkanlar olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, birinci turda aday çıkarılması durumunda gerçekten de yüksek bir tepki olacağını tahmin etmek zor değil. 

Fakat, bu hususta HDP yöneticilerinin haksızlık yapmayalım; zira yalnız onlar değil, sen, ben, siyaset yorumcuları, yazarlar vs. de, Millet İttifakı’nın adayı doğrudan Ülkücü olan biri olmadığı sürece HDP’nin kendi adayını çıkarması gerektiğine dair belirli ve baskın bir kanaat geliştirmediler. Yalnız HDP yöneticileri değil, hepimiz ‘işin birinci turda bitmesini’ engelleyen veya buna odun taşıyan kişiler olarak görünmekten çekindik, bunun doğuracağı tepkiyi göğüslemekten korktuk ve siyaseten daha doğru olan kendi adayını çıkarma seçeneğini yeterince desteklemedik.

Görüldüğü gibi hem TİP’le olan ittifakta, hem Kılıçdaroğlu’na verilen destekte HDP’nin tepki ve husumet çekmekten, ‘oyunbozan’ olmaktan çekinme ve HDP’li olmayan kitlelere “uzlaşmaya her zaman hazırım” mesajı verme kaygısından dolayı bağımsız bir hat takip edemediğini söylemek mümkün ve burası tam da ‘Türkiyelileşme’ meselesini konuşmak için doğru bir nokta. Ben Türkiyelileşme ile siyaseten farklı bir kanal açma veya hat oluşturma arasında bir çelişki görmüyorum ama bunun ayrıntılarını açmak başka bir yazıya kaldı.