OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

“Kimsenin anadiliyle sorunumuz yok” mu?

Burada söz konusu olan, basit bir selamlama ve teşekkür. Bunun Kürtçe veya Arapça bilmeyen milletvekilleri tarafından anlaşılmamasının pratik bir önemi yok çünkü sözün muhatabı onlar değil. Kaldı ki, Beritan Güneş Altın da konuşmasının başında Mardin halklarına onların dilinde teşekkür edeceğini söylemiş, açıklamış. Artık burada, “anlamıyoruz” demenin çok bir manası yok. Ayrıca, eğer bir ülkede en çok konuşulan ikinci, üçüncü dilde selamlaşmayı dahi anlamıyorsak asıl tuhaflık buradadır.

Yeşil Sol Parti Mardin Milletvekili Beritan Güneş Altın, TBMM kürsüsünden yaptığı ilk konuşmada, bunun ilk konuşması olması hasebiyle, seçildiği ilin halklarının diliyle onlara selam göndermek ve teşekkür etmek istediğini söyledi ve birer cümle Kürtçe ve Arapçayla bunu yaptı (Mardin’de Ermeni kalmadığı için Ermenice selamlama yapmamış sanırım). Bir grup milletvekili buna tepki göstererek, oturumu yöneten Sırrı Süreyya Önder’den müdahale etmesini istedi. 

Bu milletvekillerinden biri olan İYİP İzmir Milletvekili Müsavat Dervişoğlu, tepkilerinin kullanılan dillere değil, meclisin kurallarının çiğnenmesine olduğunu belirterek şunları söyledi: “Türkiye Millet Meclisi’nin dili bellidir. Kimsenin anadiliyle bir problemimiz yoktur. Meclis-i Mebusan’dan beri bu Türkçe olarak şerh edilmiştir. Aksi durum, bakın, neye sebep oluyor? Konuşulan dil Arapça oluyor, ben Arapça’yı bilmediğim için ya da ben Kürtçe’yi bilmediğim için, Çerkezce’yi, Gürcüce’yi bilmediğim için ne konuşulduğunu anlamıyorum…Ben o zenginliği biliyorum ama içinden gelmiyorum. Ne zaman istiyorsanız tartışırız ama Meclis-i Mebusan’dan beri dili Türkçe olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tartışmaya sebep olacak bir aykırılığa rıza göstermeyeceğimizin de bilinmesini istiyorum.”

Dervişoğlu itirazını mantıklı pratik bir sebebe dayandırıyor gibi gözüküyor, ki o da ne konuşulduğunu anlamamak. Halbuki, aslında itirazı tamamen ideolojik. Şöyle ki, burada söz konusu olan meclisin işlerinin herkesin anlayacağı dilden başka bir dilde görülmesi veya herhangi bir meselenin başka bir dilde tartışılması ve sonuca bağlanması değil. Başka bir deyişle, meclisin çalışma dilinin değişmesi söz konusu değil. Dolayısıyla, “anlamıyoruz” gerekçesinin haklı somut bir zemini yok. Kaldı ki, meclis kürsüsünden konuşan bir kimse de söylediklerini, hitap ettiği kitlenin çoğunluğu tarafından anlaşılmayan bir dilde söylemek istemez çünkü orada maksat karşıdakine bir şey anlatmak ve anlaşılmak.

Burada söz konusu olan, basit bir selamlama ve teşekkür. Bunun Kürtçe veya Arapça bilmeyen milletvekilleri tarafından anlaşılmamasının pratik bir önemi yok çünkü sözün muhatabı onlar değil. Kaldı ki, Beritan Güneş Altın da konuşmasının başında Mardin halklarına onların dilinde teşekkür edeceğini söylemiş, açıklamış. Artık burada, “anlamıyoruz” demenin çok bir manası yok. Ayrıca, eğer bir ülkede en çok konuşulan ikinci, üçüncü dilde selamlaşmayı dahi anlamıyorsak asıl tuhaflık buradadır. Bunu anlamayan kişinin, “Ben neden ülkenin diğer dillerine bu kadar yabancıyım?”, diye kendini ve içinde yaşadığı sosyal-siyasi düzeni sorgulaması gerekir. Ülkemizin diğer dillerine bu kadar yabancıysak bu bizim eksikliğimizdir aslında. Tabii, bu bir tesadüf değildir, içinde yaşadığımız sistemin yarattığı bir durumdur. 

Velhasıl mecliste Kürtçe ve Arapça selamdaki asıl sorun anlayıp anlamamak değil, Türk kimliği dışındaki kimliklerin kamusal alanda, özellikle de parlamento gibi temsil kabiliyeti olan bir kamusal alanda eşit biçimde ve statüde görünür olmasına, “ben buradayım” demesine tahammül edilememesidir. Dervişoğlu, “Kimsenin anadiliyle problemimiz yok”, diyor. Evet, o dil özel alanla sınırlı kaldığı sürece, millet-i hakimenin gözüne görünmediği, kulağına çalınmadığı sürece sorunları yok. Ne zaman ki görünür oluyor, bir de üstüne serbestçe kendini ifade etmeye çalışıyor işte o zaman sorun oluyor. Açın kısa bir internet taraması yapın, sokakta/kamusal alanda Kürtçe konuştuğu, Kürtçe şarkı dinlediği için darp edilen insanlar dair bir sürü haber bulursunuz. Dervişoğlu, mecliste bu tavrın kibarcasını sergilemiş.

Peki, çokdilli bir toplumda buna göre düzenlemeler yapmak çok mu zor? Bu da hep ileri sürülen gerekçelerdendir: “hangi birine göre yapacaksın?”, derler. Dünyada örnekleri var. Örneğin, ABD’de birçok kamu hizmeti öyle 1-2 değil 8-10 dilde veriliyor. Büyük ülke olduğu için lokasyondan lokasyona fark etmekle birlikte birçok eyalette dünyanın farklı yerlerinden gelmiş ailelerin kendi anadillerini konuşmaları hatta bunu kimi sosyal faaliyetler yoluyla okullara taşımaları teşvik ediliyor. “Efendim, Amerika farklı, Türkiye farklı”. Tabii ki, birçok açıdan farklılar var ama çokdilli bir toplum olma özellikleri açısından benzerler.

Uzun lafın kısası, çokdilli bir toplumda bu dillerin yaşayacağı düzeni kurmak mümkündür ve bu bir tercih meselesidir. Önemli olan doğrunun bu olduğuna inanmaktır. Ondan sonra o düzeni kurmak teknik bir meseledir ve halledilir.